17 Eylül 2013 Salı

Öznur ve Yakup'un elektriklenmesi

Yakup'un annesi akşamüstü uykusunda öldü. Yakup eve geldiğinde annesinin horlamamasından durumu anladı ve önce uyandırmaya çalıştı. Seslendi, uyanmadı annesi; sonra elini yanağına götürdü, soğuktu. Hemen karşı komşusu Sebahat Teyze'nin kapısını çaldı. Zaten farkında olduğu gerçeği Sebahat Hanım'ın sesinden duyunca birkaç damla ağladı, "Annen ölmüş"

Yakup'un hikayesi çok sıradandı. Evi terk edip daha genç ve güzel bir kadınla evlenmiş, biraz zengin tüccar bir baba; annesinin istemediği adamlarla evlenmiş iki abla ve "Cenazeme bile gelmeyin" diye onları kovan bir anne. Annesine aşık ve onun için tüm ailesine düşman olmuş bir oğul. O küçük Anadolu şehrinde birkaç komşudan başka kimseleri kalmamıştı. Ve şimdi yapayalnız kalmış bir Yakup. Yirmi iki yaşında bir garip çocuk. Kıvırcık saçlı ve karga burunlu.

Sebahat Teyzesi sabaha kadar onunla ve merhum annesiyle beraber oturdu. Merhumun çenesini bağladılar, karnına bıçak koydular. İkisi de çok ağlamadı. "Sabah sen doktoru çağırırsın rapor yazar, oradan da belediyeye gidersin. Ben de Faruk Amcanı camiye sela okutmaya gönderirim, mezarlıkta yıkarız ve öğlene defnederiz, eve gelince de helvasını kavururum, akşama da camiden gelirler hatim indirilir" diye her şeyi kısaca özetledi. Sonra da sordu "Babanla ablanlara sen mi söyleyeceksin yoksa Faruk Amcanı mı göndereyim?", "Ben söylerim", dedi Yakup ama söylemeye hiç niyeti yoktu.

Söylemeye niyeti yoktu ama sela okununca nasılsa duyarlardı. Annesinin vasiyetiydi; "Onlar ne cenaze namazımı kılsın ne de mezarımda fatiha okusun". Yakup'un kafasında bu sesler yankılanıyordu. Annesinin acısından çok babasının ve ablalarının cenazeye gelmelerini nasıl engelleyeceği düşünüp durdu. Düşünürken sabah ezanını okundu. Sabahat Teyzesi "Abdest al da saban namazını kıl" dedi, Yakup da söyleneni yaptı.

Birer bardak çay içtiler ve Yakup yola koyuldu. Doktora haber verdi, adam adresi aldı ve "Yarım saat sonra gelirim", dedi; belediyede de işleri hemen halloldu, cenaze aracı almaya bir saat sonra gelecekti. Her şey tamamdı ama babası ve ablaları sorununu çözememişti. Yolda yürürken "Birazdan sela okunur", diye düşündü. "Oradan duyarlar banane", sonra da "Ya sela okunmazsa", diye aklından geçirdi ve koşmaya başladı. Baldırları yanana kadar koşuyor, sağındaki solundakilere çarpa çarpa, yardıra yardıra gidiyordu. On dakika sonra nefesi kesilmek üzereyken durdu. Karşısında tek katlı bir gecekondu gibi bir şey vardı, çevresi tellerle çevriliydi ve bir kurukafa resminin altında "Trafoya girmek tehlikeli ve yasaktır" yazıyordu.

Sağına soluna hızlıca iki bakış fırlattı ve trafonun demir kapısını itti. Kapı açıktı, kilit ise kırılmış şekilde yerde duruyordu. Merakla tel kapıdan geçip başını trafonun kapısından içeri soktu. İçeride onu gördü. İki elinde de pense, gördüğü tüm kabloları deli gibi kesen; keserken de sanki bir orkestra şefiymiş gibi akıcı hareketler yapan, üzerinde 'iron maiden' yazan siyah bir tişört olan bir garip kız. Düz uzun saçlı, sivri burunlu.

Yakup nefessiz kızı izledi birkaç dakika. Büyülenmiş gibiydi. Kız izlendiğinin ya farkında ya da umurunda değildi. Arada dönerken saçları savruluyor ve kulaklığının kablosu gözüküyordu. Bu akıl almaz gösteri sadece birkaç dakika daha sürdü. Kız sırılsıklam terlemişti, bir sigara yaktı ve Yakup'a dönüp "Sen de bir tane yak" deyip paketi ve çakmağı uzattı. "Ne işin var burada? Kaç dakikadır beni izliyorsun?" 

Daha önce hiç sigara içmemiş olmasına rağmen uzatılan sigarayı yaktı Yakup, "Yeni geldim. Annem gece öldü; ööggh öghh! Babam ve ablalarım selayı duyup cenazeye gelmesin diye ben de elektriği kesmeye gelmiştim." diye durumu olabildiğince net anlattı. Kız gülümsedi "Ben Öznur."

Öznur tüm semtin elektriğini liğme liğme kesmişti hatta öyle ki insanlar iki gün elektriksiz kaldı ama Yakup'un babası ve ablaları cenazeye de geldiler, mezarda elham da okudular. 


Hiç yorum yok: