On dört yaşında, yeşilin üç tonunu kanatlarında bulunduran, gri gagalı çirkin sayılabilecek bir papağanım; adım Sevinç ve ben kimse ile tanıştığıma memnun olmam. Sevmem insanları, bana hep aptal ve acınası gelirler. Bana ev sahipliği yaparak, önüme çekirdek koyarak; hem günahlarından arınmayı, hem de mutlu olmayı umarlar. Bu kadar sorumluluk bir papağan için çok fazladır.
Müzeyyen ve Şadi çifti beni kızları Nur'u evlatlıktan reddettikleri hafta aldılar. Müzeyyen Teyze'nin sabahın köründe, elinde şarap şişesi ile fotoğraf albümünden kızının fotoğraflarını çıkarttığında, ben camın kenarında çekirdek çitliyor ve bir sorti ile şaraptan bir yudum almanın hayalini kuruyordum. Sonra Şadi Amca, Müzeyyen Teyze'nin yanına oturdu ve "Anılar silmemiz daha uzun zaman alıcak ama sileceğiz Müzeyyen" dedi ve şarabı fondipledi. İşte o an kalbim cız etti. Çünkü evde başka şarap yoktu.
Her ne kadar dışarıdan bakıldığından iyi insanlarmış gibi gözüken ev sahiplerim -ki muhtemelen cehennemde yanacaklardır- hayatlarının geri kalanını bana adadılar. Mesela kızlarının odasının tamamını bana kafes yaptılar. Salak saçma oyuncaklar aldılar. En pahalısından kuş yemleri hatta cevizle, fındıkla beslediler. Tüm ilgilerini bana gösterdiler. Çok sıkıldım, çok bunaldım ama kaçacak yerim yoktu. Erzurum'da papağan olmak, ayda astronot olmaya benzer; mekikten çıktığın an kıçına pamuğu sokarlar.
Şatafatlı hapishanemde yıllar geçirdim. Hatta manyakların gönlü olsun diye "Şadi" demeyi bile öğrendim. Aşk ve cinsellik dışında büyük problemlerim olmadı.
Ve Müzeyyen Teyze öldü. Kalp yetmezliğinden. Zaten kalbi ne Şadi'ye, ne kızına, ne de bana yetmişti.
Şadi Amca ile baş başa kaldık. Adam bu sefer üzerinden haçlı ordusu geçmiş gibi olmuştu. Yemiyor, içmiyor - ki zerre umurumda değil - yedirmiyor, içirmiyordu. Lale devrim, kraliçenin ölümü ile bitmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder