30 Eylül 2010 Perşembe

dünyanın en sessiz terk edilişi - geldi, sustuk, gitti

Kapı çaldı, gelen oydu. “Hoş geldin” dedim mahcup ve sessizce. “Hoş bulduk” dedi, sessizce. Söyleyecekleri olduğunu biliyordum, söyleyeceklerini o daha söylemeden biliyordum.

 

Masanın üzerindeki dağınıklığı toplamaya başladım. Biraz sonra beni terk edecekti ve o uzun konuşmayı yapmasına az kalmıştı. İkimizin birbirimize uygun olmadığını söyleyecek, aslında iyi biri insan olduğumdan falan bahsedecekti. Söyleyeceği her şey doğru olsa da terk edilmeye alışamamıştım. Alışılamaz bir durumdu bu.

 

O her zaman oturduğu yerde oturuyordu. İkili koltuğun sol kısmında. Eskiden olsa ben de sağına otururdum ama bugün yanına oturmam olmazdı. Karşısına oturup, onu dinlemem gerekiyordu. Kaçarcasına mutfağa girdim. Buzdolabını açıp, içini düzeltmeye koyuldum. Aslında yaptığım hiçbir şey yoktu. Kahvaltılıkların yerini değiştirdim; sebze ve  meyvelere boş boş baktım. On iki tane domatesim varmış, onu saydım. Bana seslediğinde, yanına çağırdığında bir işim olduğunu söylemek ve zaman kazanmak istiyordum.

 

Yaptığım her saçma iş bana zaman kazandırıyordu. Aşkımızın uzatmalarındaydım. Raftaki bardakları indirip teker teker sildim. Mutfak gerçekten de zaman çalmak için müthiş bir yerdi. Bir yandan oyalanırken bir yandan da onun bana seslenmesini bekliyordum ama içeriden ses gelmiyordu.

 

O salonda otururken ben de mutfakta oturma başladım. Yanına gidecek cesaretim yoktu; sanırım onun da beni yanına çağıracak. Geleli iki saat olmuştu ve iki kelime bile etmemiştik.

 

Sonra kapının kapandığını duydum. Baktım giden oydu.

 

Bir daha hiç yanıma gelmedi de, aramadı da. Dünyanın en sessiz terk edilişini yaşadım.

Hiç yorum yok: