12 Haziran 2014 Perşembe

Bir Kına İki Cenaze

Bir Kına İki Cenaze
Elma yanaklarımdan nefret ediyorum. Zaten insülin direncim var, zayıflayamıyorum. Üstüne üstlük yuvarlak yüz hatları, dar bir alın, bir de elma yanaklar; tam bir köylü güzel modeliyim. Ama ben kendi sanayi devrimimi yapalı yıllar oldu. Köyden de, köylüden de, şehirleşememişlerden de nefret ediyorum. Valerie Solanas ve Virginia Woolf idöllerim. Woolf’un kitaplarından pek bir şey anlamıyorum; Solanas’ı ondan çok seviyorum.

Şu an bizim evde aptal kızkardeşimin kınası var. Annemin hakkımı helal etmem tehditlerine ve bir saat aralıksız ağlamasına boyun eğdim ve geleneksel türk kızı modeli olarak bayram şekeri gibi giyindim. Bayram şekeri dediysem hani pazarda ya da kuruyemişçilerin önünde kilo ile satılan, üzerinde tutti frutti yazan, insanın damağına yapışan o iğrenç şekerlerden. Saçlarım da tabiki topuz, baldız topuzu. O kadar çok el öptüm ki; dudaklarım uyuştu, o kadar çok kadınla sarıldım ki; üstüm başım yaşlı parfümü kokuyor. Darısı başına’ları ve görüştüğün biri var mı’lardan yıldım ve tiksindim. Feminizm hakkındak konuşmak için doğru bir akşam değil, farkındayım. Ondan susuyorum. Zaten annem özellikle susmam için de telkinde bulundu.

Erkekler karşı komşuda oturuyor, kadınlar bizim evde. Erkekler futbol ve siyaset konuşuyor ama ılımlı olarak. Çünkü kalabalığın yarısını ilk kez gördükleri için sivri şeyler söylemekten çekiniyorlar. Kadınlar ise insan odaklı konuşuyorlar. Şu ne yapmış, bu ne yapmış. Bir de kendilerini anlatıyorlar ve ailelerini; eğer başarılı ise çocuklarını. Haremlik selamlık uygulamasını delip deşerek devam ettiriyoruz. Annem biraz önce bana ayakkabılar dizdirdi, ters olarak dizmeliymişim ki, çıkarken rahatlıkla giyebilsinler.

Aptal kızkardeşim biraz önce bindallısını giydi ve türevi arkadaşları ile ben etrafında, totem etrafında dönen kızılderililer misali döndük; bence de yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar... Biraz ağlamasını beklerdim ama damla yaş akmadı. Yediği nanenin farkında bile değil zihinsizim. Üç kere üniversite sınavına girmiş ve hiçbirinde barajı aşamamış olsa da hayatını sadece evliliği üzerine kurgulamış birinini bu kadar saçma bir tercih yapması akıl alır gibi değil. Müstakbel eniştem, hem katilimiz hem de maktulümüz, berber. İzbe bir ara sokaktaki, küçük, karanlık bir dükkanda çalışıyor; hem de cama en uzak koltuk onun. Evleri de dükkanın sadece iki bina yanında. Muhtemelen tüm gün bir kadınla konuşmadığı günler oluyordur. Kız kardeşimle nasıl tanıştıklarını sorduğum zaman görücü usulünün bir sonraki jenerasyondaki karşılığını söylüyor, arkadaş vasıtasıyla. Bir de çok sessiz. Suskunluğunun altında utangaçlığımı yoksa sakladığı bir şey mi yatıyor zaman gösterecek.

Kınalar yakıldı, önce kızkardeşim, ardından tüm yaşıtlarım lavaboya koşup kınayı sildik. Yarın kına yaktığımızı ispat etmek istesek tek kanıtımız yaklaşık yirmi dakikadır  çektirdiğimiz fotoğraflar olacak. Tabi artık herkeste kameralı cep telefonlarından var. Fotoğrafların çok büyük kısmı ya telefon değiştirildiğinde eski telefonlarda kalacak ya kaybolan bir hafıza karı ile yok olacak ya da kaydedildiği bilgisayara virüs girince bir formata kurban gidecek ama biz hala her fotoğrafa sanki tek fotoğrafımızcasına saygı duyarak poz veriyoruz. Gözlerim yanıyor flaşlardan ve topuklarım acıyor topuklulardan. İki kişinin öleceği bir gece için katlanılabilir bir acı. Biraz önce ablamla annem, annemin odasında yarın nikahta kimin şahit olacağı konusunda kavga ettiler. Annem dayımı istiyor, ablam ise en yakın arkadaşı Nesrin’e söz verdi. Dayım da hakkını helal etmeyeceğini söylemiş, Nesrin de. Kim böyle bir şeye şahit yazılmak ister anlayamayacağım ve asla anlayamayacağımı da biliyorum.

Sigara içenler mutfak balkona doluştuk ve balkonumuz hayatının en kalabalık gününü yaşıyor. Bazı kişileri hiç tanımıyorum. Muhtemelen katil berberin akrabaları ya da arkadaşları. Hiçbirinin bakışlarını da sevmedim. Hepsi potansiyel katil. Hatta yelek giymiş aşırı sıska eleman bana; beni öldürmekle, onu öldürmemi istemek arası bakıyor. Bakışlarına tehditkar cevaplar veriyorum ama o muhtemelen bakışlarımın davetkar olduğunu sanıyor. Her kına da olmazsa olmaz kısımlardan biri de şu an mutfak da gerçekleşiyor. Kızkardeşim ve maktulü damacanın yanında poz veriyorlar. El ele tutuşmuşlar bir de, diğer pozda da birbirlerinin belinden sarıyorlar. Bir diğerinde de  yanak yanağalar. Bu kadar çok fotoğraf çekilen bir ülkede en azından fotoğrafçılık ilkokullarda seçmeli ders olmalı.

Saat onu geçti ama hala kalkan yok. İnsanlar kalkıp gitse diye gözlerine bakıyorum. Daha ev toparlanılacak. Yarın nikah ve düğün var. Düğün var, düğünde dans müziği çalacak. Çiftler sahneye çıkacak ve ben saklanacak yer arayacağım. Şu an bile o anın gerginliği omuzlarıma çöktü. Balkonda sıska umarım bir harekete geçmez. Kimseye hayatta en utandığı anı yaşatmak istemem. Ne kimseyi öldürme ne de kimse tarafından öldürülmek istemem.


Ölmek, öldürmek, katil, maktul, cinayet diye bir şeyler geveliyorsam bir nedeni var. Evliliği ölüm olarak görüyorum. Hayatı biri ile paylaşmak ne demek ya? Hayat paylaşılabilir bir şey değil ki. Evlilik intihar etmeyi düşünen ama intihar edecek kadar yüreği, cesareti olmayan iki kişinin birbirini karşılıklı öldürme anlaşmasıdır. Bu akşam bizim evde bir kına yapıldı ve iki cinayet işlendi ama bunu benden başka kimse göremedi.

Hiç yorum yok: