18 Şubat 2014 Salı

Gün

                                                                                            -Arthur Ignatius Conan Doyle’a-

Bugün günlerden gün ve her gün birbirine benzer. Apartmanın ülke ekonomisine yük olan tüm kadınları toplandık; kısırlar, mercimekli köfteler, peynirli poğaçalar, mozaik pastalar, kurabiyeler, kekler ve tabiki yaprak sarmaları... Hatice Hanım’ın –hatçanımın- evindeyiz. Giriş bir küçük altın, çay sınırsız. Baş köşedeki tekli koltukların birine ben, ötekine ise hiç hazetmediğim Saniye Hanım oturuyor. Bir saattir o Yasin okuyor, biz dinliyorduk; anca bitti. Her gün iki temel üzerine inşa edilir. Önce Allah, sonra yallah!

Allah?! kısmı bittiği gibi dedikoduya başlandı. Güne gelmeyen ya da güne kabul edilmeyenler hakkında salladık durduk. Tam karşı apartmandaki Leman Hanım’ın kızının gidişinin gidiş olmadığına karar verdik ki; Saniye Hanım gitti. Gittiği gibi de kahveler kondu ve fal muhabbet açıldı. Sahne sırası bana geldi.

“Şeniz gel kızım senle başlayalım. Yanakları olduğundan daha pembe, bir heyecan var bunda belli.
“Geldim abla.”

“İki saattir telefonu hiç elinden düşmedi. Sekiz on dakika aralıklarla mesajlaşıyor ve telefonu her eline aldığında mahcupça sırıtıyor. Belli ki biri yeni girmiş hayatına. Daha önce ezik bir assubay vardı, demek ki ondan kurtuldu. Bu salakta üniforma zaaf, hep baba figürünün güçsüzlüğünden, muhtemelen bir polis bulmuştur.

Sana bir aşk gözüküyor gözüküyor kızım. polis mi de desem asker mi desem bilemedim. Saçındaki fön iki günlük. Belli ki dün adamla buluşmuş. Sen bu adamla tanışmışsın ve ondan elektrik almışsın. Hiç zorunlu kankası Fazilet’in yanına gitmedi ama. Aslında böyle bir şey olduğunda ilk ona yetiştirirdi. Özellikle kızdan uzak durmaya çalışıyor gibi. Biraz önce yanındaki sandalyeye oturabilirdi ama üçlü koltuğun ucuna sığıştı. Fazilet’ten gizlediğine göre adam Fazilet’in eski sevgili olmalı. Zaten bu tür zorunlu kankalıklarda taraflardan birinin ötekine sağlam kazık atması gelenek gibidir. Senin bu ilişkinin karşısında büyük engeller var ama aşkın yenemeyeceği hiçbir şey yoktur. Adam da seni çok seviyor ve daha çok sevecek. Bu aptalın cesaretlendirilmeye ihtiyacı var. Hem Fazilet’le birbirlerine girsinler de bize de dedikodu malzemesi çıksın. Asla bir engel tanımayın. Mutlu günler sizi bekliyor.

Sıradaki!

“Evet Fazilet. Senin arkandan büyük işler çeviriliyor ve senin hiçbir şeyden haberin yok. Hayatının ihanetine uğruyorsun. Hem de hiç beklemediğin bir yerden.  Şeniz kızardı, güzel. Demek ki tahminim doğru. Sen hep iyi niyetinden kaybediyorsun. Fazilet’in de eli telefonuna gitse de Şeniz'in aksine baktığında mesaj olmadığı için somurtuyor. Bir süre hayatından erkekleri çıkart. Şu ana kadar tanıdığın hiçbir erkek sana yar olmayacak. Yeni birini tanımana da daha zaman var. Ön dişlerinde sararma var. Kahve ve sigarayı abartmış. Bu aptalda astım da var. Gözaltları morarmış çok uykusuz. Uyuyamıyorsun sen.”

"Valla bildin abla"

"Bunu bilmek de ne varsa. Sigara içme.

"İçmiyorum abla"

"Hadi hadi..."

Sıradaki!

İnsanlar değişir Yıldız. Bunun da gözaltları mor mor, geldi geleli dört kez çok derin esnedi. Durmadan o çok zeki oğlu Onurhan'u anlatır dururdu, bugünlerde sesi çıkmıyor. Sağ el işaret parmağının içinde kalem izi var. Demek ki Onurhan sonunda yaşıtlarından iki sene geç de olsa ergenliğe girdi ve isyan bayrağını açtı, sabaha kadar oğlunun ödevini yapmış olmalı. Zaten su faturalarında da üç aydır artış var. Demek bizin yeni ergen artık duşta da daha uzun kalıyor. Onurhan’ı zor günler bekliyor. Çocuğun üzerine gitme ergen o. Bak burada bir tane kurbağa var görüyor musun?

“Görüyorum abla"

"Bok görüyorsun. Bu kurbağa murad demek. Sembol uydurmaya bayılıyorum ya. Senin Onurhan bir kurbağa gibi zıplayıp uçacak. Şimdiki durumu zıplamadan önceki çökme durumu. Ben bunun kocasını çok severim. Tam düz adamdır. İşten eve, evden işe. Ona da bir jest yapayım. Kocana da biraz ilgi göster. Bak burada bir zincir var iki halkalı. Bu halkalardan biri ev, öteki ise iş demektir. Bu adam evinde mutlu olursa işi de artar, işi artarsa çok para kazanırsınız. Bunun Gana first laydisine benzeyen, anadolu zencisi bir kaynanası vardı, en son bir yıl önce memleketten gelmişti, gelir yakında nasılsa. Sana bir misafir gelecek ve bir süre kalacak.

"Kaynanam haftaya gelecek abla. Nasıl bildin?"

“Ne bilmesi atıyorum işte muhabbet olsun diye.”

Sıradaki!

“Gel Hatice gel”
“Yok abla ne falı ya”
“Gel kız. Hem fincanını ters çevirşmişsin, hem de ne falı diyorsun”
“Alışkanlık abla”
"Bunun canı pek bir sıkkın, besbelli. Yoksa yana yana kahvesini ilk içip, elinde fincanla çoktan yanıma oturmuştu. Şunu bir tatile göndereyim de keyfi  yerine gelsin. Sana iki yol var, kısa mı desem, uzun mu desem? Biri kısa, biri uzun."

"Yok be abla. Bu vakitten sonra bana sadece tek yol var"

"Tiksinç Saniye Yasin okurken de içli içli çok ağladıydı bu.  Kocası on beş yaşındaki öğrencisi ile kaçtığında bile bu kadar içli ağlamamıştı. Bugün 20 Ekim. Kaddafi'nin ölüm yıldönümü. Polislerin evini bastığı günde 20 Ekim'di. Hatta ana haberlerde Kaddafi'ye yapılan işkence görüntüleri biraz sansürlenip verildikten sonra kocasının haberini vermişlerdi, gözünde siyah bant ile. Zavallım  o günden beri toparlayamadı da, tam iki yıl olmuş. Ev pek bir temiz, intihar öncesi hareketlerden biridir bu ama misafir de ağırladı, buradan yola çıkamam. Geçen günde  Serpil'le çok büyük kavga etmiş, yedi ceddine sövmüştü. Sabah ilk iş kapısına gidip özür dilemiş ve zorla da güne getirdi. İki de bir sarılıp, özür dileyip, helallik isteyip duruyordu. Bak işte bu bir ipucu. Bugün ki lafından biri de 'Hakkınızı helal edin'di. Bana da önce hiç sarılmadığı kadar sıkı da sarıldı.

Koridordaki takvim yaprağı 6 Eylül'ü gösteriyor. Demek ki, namazları bırakmış. Ezan sesini dinleyerek kılıyor olabilirdi ama aradan geçen 44 günde üç kez yedişer saatlik elektrik kesintisi oldu. Arada muhakkak takvime bakmalıydı. Zaten yaprağı kopartılmayan takvim bile başlı başına yüksek depresyona delalettir. Fırının üzerindeki elektronik saat yanlış ve salondaki saat de durmuş. Bunun iyice zamanı şaşmış.

"Canım ben çok çay içmişim, bir lavaboya kalkayım, dönünce devam ederiz"

"Tamam abla"

Lavaboda bir dakika durup elimi yıkadıktan sonra etrafı kolaçan ettim. Her şey o kadar aleniydi ki. Banyoda lavabonun altında altı şişe tuz ruhu vardı. Kim altı şişe tuz ruhu alır ki? Bu kadar tuz ruhu ile tüm sokağın fayanslarını silersin. Tuz ruhunun ucuzluğu ya da kampanyası olmayacağına göre durum açık. Bu gece tuz ruhunu içip intihar edecek.

Bir insan ölmeye karar verdiyse onun seçimidir. Zayıflık olarak görsem de tercih onun tercihi. Dertli insana saygı duyarım ama güçsüz insana tahammülüm yok. Zaten yaşamasının bana bir faydası da yok.


“Canım bakıyorum bakıyorum bir şey göremiyorum senin fincanında ya...”

Hiç yorum yok: