27 Mayıs 2014 Salı

Son Ayı Oynatıcı

Son Ayı Oynatıcı

Çok az insana nasip olur kendi cenazesini bir köşeden izleyebilmek. Ben o çok az şanslı azınlıktan biriyim. Ben son ayı oynatıcısı. Medyanın taktığı isimle, ayılara fısıldayan adam. Ben her ne kadar ilkokul üç terk olsam da, hayat hikayem lise kompozisyon ödevleri gibi de özetlenebilir.

Giriş:
Bu işe nasıl ya da neden başladığımı bilemiyorum. Büyücü olduğundan emin olduğum ninem; ne keman çalabiliyorsun, ne şarkı söyleyebiliyorsun; bu iş senin kaderin, derdi. Sıradan bir sabah daha gün ağırmadan beni bizim çadırların en sonundaki çadırda tek başına yaşayan ustama teslim etti. İki yıl boyunca da ustam elinde sopası ile hem kendi ayısı Kurtuluş’u hem de beni döve döve eğitti. Kasvetli bir akşamüstü Kurtuluş, Pendik’te bir ara sokakta hamamda kocakarıların nasıl bayıldığını son kez gösterdi ve bir daha ayağa kalkamadı.

Kurtuluş kurtulunca ustam ve ben dağa çıktık. Elimizde tüfek günlerce dağda dolandık durduk. Kurtuluş’un kafesinin içine armut, bal koyduk, kafesin kapağına ip bağladık ve bekledik. Hayvanlar aptal. Bu basit numara ile çok hayvan yakaladık. Tilkileri öldürüp, kürklerini yüzdük, sincapları ise yedik. Kurtlardan ise korktuk. Sonra iki tane tam istediğimiz gibi yavru ayı geldi. Onları ise esir ettik. İşimiz bitince çadıra döndük. Sacı ısıttık. Yavruların ellerini yaka yaka dans etmeyi öğrettik. Biz her tefe vurduğumuzda elleri yanacak sandılar ve zıpladılar. Yavrulardan sağlıksız olanı benim oldu, ben de adını Sağlıksız koydum. Diğerinin adını ise ustam koydu, Hürriyet, o da ustamın oldu. Artık sokaklarda ayrı ayrı çalışır olduk.

Gelişme:
Çadırda kalamaz oldum zamanla. Bastı oralar beni. Ben de İstanbul’un merkezine gider oldum. Sağlıksız’ı hiçbir otel alamayacağından boş binalarda, parklarda uyuduk. Sabah akşam çalıştık ve iyi para kazanmaya başladık. Zenginler daha çok para veriyordu. Önce güzel kıyafetler aldım kendime. Sağlıksız’ı da iyi besledim. Tüyleri, gözleri daha bir parladı, kilo aldı; mutlu bile sayılırdı. Sonra bir gecekondu kiraladım. Sağlıksız’ı da eve aldım, bahçeye kafes koymadım, kedi gibi sobanın yanında uyurdu. En büyük sorunum ise kimsenin benimle arkadaş olmak istememesiydi. Korkuyor, çekiniyorlardı benden. Kıyafetlerim gıcır, ütülü olsa da da dilim biraz bozuktu. İstanbulca konuşamıyordum. Ayısı olan birinden insanların korkmaları doğaldı da bir yandan. Ben de yokluktan Sağlıksızla konuşurdum, geceleri sabahlara kadar. Dinliyordu beni, bazen anlar gibi bile bakıyordu. Böyle üç sene geçirdik.

Hikayeyle çok alakalı değil ama bir gelişme yaşandı hayatımızda. Bulgar’ın birinin sirki varmış. Gel bize katıl, dedi. Birileri ile tanışırım, birileri ile konuşurum diye, sırf yalnızlıktan kabul ettim. Çadırlardan kaçmıştım ama yolum başka çadırlarla kesişmişti. Belki de kaderim çadırlardı. Çok gezdik, çok tozduk ve çok kalabalıktık; birkaç ay sonra büyük bir uyum sorunu yaşadık. Ben başka insanlarla iletişim kurmayı pek beceremedim ve Sırp iki palyaçoyu çok fena dövdüm. Sağlıksız’ın tepkisi benden daha sertti, bir gece dört fino köpeğini parçalamıştı. Sirk kanunlarının sertliğini bildiğim için kaçtık. Yine İstabul’daydık, yine evsizdik ve yine yalnızdık.

Son dakika gelişmesi:
Keskin bir İstanbul  sabahı parkta Sağlıksız’ın karnına kafamı gömmüş, donmamak için titrerken bir kadının bizi izlediğini gördüm. Kırklı yaşlarının başındaydı, gayet güzeldi ve  üzerinde kürkü vardı. En net bunları hatırlıyorum. Bakışlarından benden bir şeyler isteyeceği okunuyordu ama bunun Sağlıksız’ın oynaması olmadığı belliydi. Gelin size kahvaltı vereyim, dedi. Evine gittik. Bizi eve almadı; üç katlı havuzlu bir villası vardı. Masayı havuzun yanına kurdu ve hizmetçisi korktuğu için kahvaltımızı elleri ile hazırladı ve bizimle beraber de yedi. Sağlıksız’ın da benim de şimdiye kadar yaptığımız en kıyak kahvaltıydı. Biz yerken o anlatmaya başladı, hikayesi gayet acıklıydı. Kocası çok zengindi, birçok iş yeri vardı ama asıl işi biraz kanunsuzdu. Bar pavyon işindeydi ve kendini işlerine çok kaptırmıştı. Her gece içiyordu ve karısını dövüyordu. Alkolden işleri de kötü gitmeye başlamıştı. İçkiyi bıraksa kendine gelir, işleri düzelirdi ama artık sabahları kahvaltıdan sonra bile viski içiyordu. Sonra pembe pijamaları ile bir kız çocuğu geldi ve Sağlıksız’ı sevmeye başladı. Çocuklarım için yardımını istiyorum, dedi. Ben de kabul ettim.

Bütün gün bahçede durduk. Sağlıksız’a litrelerce su ve kola içirttim. Sonunda çişi gelince de kovaya yaptırdım. Biraz daha yemek yedirdim, biraz daha kola içirttim, biraz daha işettim. Sağlıksız, çocuklarla oynadı biraz, biraz daha işedi. Öğlen olunca teşekkür ettik ve gittik. Cebime çok büyük para koydu. Acıktığın zamanlarda uğra, dedi.

Sonuç:
Hayatımın en güzel kahvaltısını etmemin üzerinden sadece iki gün geçmişti. Moda’da bir sokakta ben tef çalıyordum, Sağlıksız da pek ilgili olmayan bir kalabalığa karşı oynuyordu. Siyah lüks bir arabadan üç adam indi ve bize doğru ateş etmeye başladılar. Sağlıksız hemen orada öldü. Ben de bir kurşun aldım ama düşmedim, kaçmaya başladım. Sokaklar bir ayı oynatıcısı kadar iyi bilen kimse yoktur, yakalayamadılar beni. Hastaneye gitmektense nineme gittim. Yaramı iyileştirdi, sonra da; seni burada da bulacaklar, polise git, dedi. Ninem ne derse yaptım ben hep. Polise gittim ve durumu anlattım. İçkiyi bıraksın diye karısı ayı sidiği içirecekmiş; Sağlıksız işedi, ben de verdim, dedim. Karısı yoğun bakımdaymış. Adam sabah kadar dövmüş, sonra da bizim peşimize düşmüş ve adam karısının anlattığından çok daha belalı bir adammış. Seni öldü göstereceğiz, dedi komiser; başka çare yok. Bir haber yaptılar, cesedimin çöplükte bulunduğu ile ilgili. Sonra da çadırlardaki akrabalarıma haber verdiler.

Demiştim ya cenazemi izledim diye; ninem hiç ağlamadı. Anam babam da umduğumdan az ağladı. En çok ise ustam ağladı. Yanında Hürriyet yoktu. Artık kanun çıkmıştı ve ayı oynatmak yasaktı.

Hiç yorum yok: