Bir Zarf, Bir Makas, Bir Uhu,
Bir Gazete
Adam gibi uyuyamadım. Anlaşılabilir bir tedirginlik var
üzerimde. Bir de sesler. Acıktım, bakkala gitmeye karar verdim. Kapıyı
kilitledim, demir kepengi taktım, onu da kilitledim. Buraları pek iyi
bilemiyorum. Eski bir apartmanın altındaki yirmi metrekarelik, tuvaletsiz
dükkanı; kontratsız, birkaç aylığına kiralayalı daha iki gün oldu. Benden önce
de iki kardeş kalıyormuş bu dükkanda, amelelik yaparak yaşarlarmış. Onlardan
kalma iki tane eski paslı somya ve üzerilerinde yırtık sidikli iki tane şilte
var. Çok daha kötü şartlarda da uyumuştum. İlk kez dün sabah geldim ve içeri
gözükmesin diye camları bantladım. Ne kadar eğlenceli bir işmiş.
Bakkal şişmandı ve mutluydu. Bakkaların şişman
olmasını anlayabilirim ama mutlu olmalarını asla anlayamam. "Bir zarf, bir
makas, bir uhu, birkaç beyaz kağıt, tükenmez kalem, iki çift hijyenik eldiven,
iki ata ekmeği, iki yüz elli gram beyaz peynir" dedim. Sanki tuttuğu takım
şampiyon olmuşcasına bir mutlulukla siparişlerimi hazırladı. "Peynir üç
yüz gram olsa olmaz mı?" dedi, sırf mutsuz olsun diye "Olmaz"
dedim. Yine de mutsuz olmadı. Her şeyi hazırlayınca "Bir de gazete"
dedim "Hangisi?" dedi. "Hepsi aynı değil mi?" dedim.
Parasını verdim; bakkkaldan ve bakkalın hayatından çıktım.
Dükkana döndüm. Ekmeği kemerime takılı çakımla ikiye
böldüm. Peynirleri gelişigüzel doğradım ve iki yarım ekmek hazırladım.
Kendiminkini üç lokmada yuttum. Dün heyecandan pek bir şey yememiştim.
Dağdayken de öyle olurdu. Şimdiki açlığım dünün borcuydu. Canım çay çekti ama
ne demliğim ne de küçük tüpüm vardı. Canımın daha çok çay çektiği ama yine
içemediğim zamanlar da olmuştu.
Gazetenin sürmanşeti "İç İşleri Bakanından
Haber Alınamıyor" idi. Haberin ayrıntılarında nasıl kaçırıldığı yazıyordu.
Ankara - Bolu otobanında sivil plakalı otomobiliyle seyrederken kaçırılmıştı.
İki güvenlik görevlisi ve eşi öldürülmüştü. Arkasındaki eskort araba ise hiçbir
şey görmemişti. Fidye için mi yoksa siyasi bir amaçla mı kaçırıldığı
bilinmediği gibi, kaçıranlar da henüz bir açıklama yapmamıştı.
Başka bir haberde ise Ankara Emniyet Genel
Müdürü'nün "Elimizden geleni yapıyoruz" açıklaması vardı. Ona
göre bakan hala yaşıyordu. Bir terör suçu olma ihtimali de vardı ve ülkemiz
asla teröre boyun eğmeyecekti.
Sonra gazetenin başka bir sayfasını açtım, burada
ilgimi çeken bir şey yoktu. Sayfa üç parçaya ayrılmış gibiydi. Bir parçasında
sinema reklamları vardı. Ellerinde silahlar olan iki güzel kız ve ortalarında
yakışıklı bir adam afişteydi. Afişin altında at yarışı bülteni vardı. Beygir
piyangosundan da hiç anlamam. Bültenin çaprazında ise büyükçe bir ölüm ilanı
vardı. Ensesi kalının biri ölmüştü. İlanın sonunda "...20 Şubat salı
günü Şakirin Camii'nde (Karacaahmet) kılınacak ikindi namazından sonra
Karacaahmet Mezarlığına defnedilecektir" yazıyordu.
Dakikalarca gazeteyi okumaya devam ettim ama
aradığım şey yok gibiydi. Neşeli, şişman bakkaldan neden bir gazete aldım diye
hayıflanırken bir köşe yazısında aradığımı buldum. "Ekonomik krizleri
konuştuğumuz zaman kaçırdığımız en temel nokta Kemal Derviş döneminde
temeli atılan dalgalı kur sisteminin görülür ve görülmez faydalarıdır..."
yazıyordu. Hayatımda ilk kez ekonomi yazısı okuyordum. Yazının devamında
"Ayakları yere basan bir ekonominin olmazsa olmazlarından biri de
komşularımızın; komşu olduğu diğer ülkelerle yaşadığı problemlerde ara bulucu
misyonumuzu korumaktır..." diye devam ediyordu. Yazarı beğenmiştim, daha
sonra da yazılarını takip etmeliyim diye düşündüm.
Spor sayfasında ise kocaman bir Messi resmi vardı.
Altındaki haberde "Sezon sonunda yıllık 2 Milyon dolara
Fenerbahçe ile anlaşmak üzere
yazıyordu". Dünyanın en iyi futbolcusunun bu hallere düşmesine çok
üzüldüm. O bar kavgasına karışmayacaktı, o trafik kazasını yapmayacaktı, gül
gibi karısını o manken için terk etmeyecekti ama en önemlisi o penaltıyı
Panenka stili kullanmayacaktı. Hayır vur topu sol alt köşeye! Messisin sen ya!
Neyse..
Haberinde devamında Messi'nin, kulübü Newell's Old
Boys Başkanına "Eğer beni bırakmazsanız FİFA'ya UEFA'ya CAS'a hatta
İsviçre Federal Mahkemesine giderim. Hatta ölürüm de Fenerbahçe'den
başka kulüpte oynamam" diyordu.
Eldivenlerimi taktım, elime makası aldım. Yukarıda
altını çizdiğim kelimeleri eski bir uzman çavuşa yakışır intizamla kestim;
sırası ile kağıda yapıştırdım, katlayıp zarfa koydum. Cebimden çakımı yine
çıkarttım. İç İşleri Bakanı'nın sağ el serçe parmağını ilk boğumundan kestim.
Kesik parmağı eldivenin içine koydum ve düğümledim. Diğer eldivenle de kesik
parmağının üstüne turnike yaptım. Kesik parmağı da zarfa koydum. Zarfa meclisin
adresini yazdım ve postaladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder