11
Aralık 1997 Perşembe günü Başbakan Erbakan tarikat liderlerini Köşk’e iftar
yemeğine davet etmişti. Sakallı şoförlerin kullandığı mersedeslerden; sarıklı,
sakallı adamlar indi ve Erbakan’la beraber iftar sofrasına kuruldular.
Her ne
kadar ortamda ramazandan kaynaklı bir huşu olsa da bir iftar yemeğine birden
fazla tarikat lideri fazlaydı. Oruçlar Medine hurmaları ile açıldı. Çorbalar,
ara sıcaklar, ana sıcaklar havada uçuştu. Garsonlar oruçlarını bir yudum su ile
açıp bir saniye bile nefes alamadılar. Misafirler çok yemek ile tabağı
sünnetlememek arasında gidip gelip, tabakta yemek bırakmayı daha doğru
buldular. Her ne kadar büyük çoğunluğu göbekli olsa da; çok yemek tarikat
liderliği ile çelişen bir durumdu.
Tatlılar
servis edilirken Erbakan Hoca konuşmaya başladı. Siyonizmden, Rothschild
Ailesinden, misyoner faaliyetlerden, milli görüşten, ekonomi politikalarından
bahsedip durdu. Kimse alkışlamadı, konuşma uzadıkça uzadı, kimse yüzünü
düşürmeden dinlemeye çalıştı; konuşma bittikten sonra dualar edildi, iyi niyet
temennileri havada uçuştu ve herkes sofradan aç kalktı. Sakallı şoförler
arabalarını köşkün önüne çektiler ve sarıklı, sakallı adamlar geldikleri
mersedeslerine binip köşkten ayrıldılar.
Son model
soluk yeşil mersedesi Burak kullanıyordu. Arka koltukta oturan yeşil sarıklı
adamın adı ise Hamdi’ydi ve halk tarafından Çirkinler Tarikatı olarak bilinen
tarikatın lideriydi. “Hemen bir ocakbaşına çek! İki lokma yedim yemedim,
orucumu bile açmış sayılmam!” dedi. Burak, Hamdi Efendinin açken ne kadar lanet
bir insan olabileceğini bildiği için gaza asıldı.
Asıldı asılmasına
ama önündeki mersedesin ani frenine aynı hızla tepki veremediğinden arkadan
sertçe bindirdiler. Herkes arabasından hışımla indi. Çarpılan arabanın sahibi Gerzeği
Tarikatının lideri Halit Gerzeğiydi ve Hamdi Efendi ile beraber aynı iftardan
çıkmış; hızla yemek yemeye aynı ocakbaşına gidiyorlardı. Karanlıktan ve öfkeden kimse kimseyi tanımadı
ve bol katmanlı küfürler havada uçuştu. Burak öteki arabanın şoförünün boğazını
sıkmıştı ki; Halit Gerzeği’yi tanıdı ve dondu. Donduğu için ön dişlerini
kıracak olan o yumruğu savuşturmak yerine sadece izledi. Burak yeri öpünce Hamdi
Efendi de çaresiz saldırdı.
O anı
görmeliydiniz. Birbirinin boğazını sıkan iki tarikat lideri. Birbirlerini
tanıdıkları gibi durdular ve küfürlerin yerini beddualar aldı. İş büyümesin
diye de herkes arabasına atlayıp yoluna devam etti. O geceden sonra Çirkinler
Tarikatı da, Gerzeği Tarikatı da; dergahlarındaki her dua ve zikirden sonra
birbirlerine beddua ettiler.
ıı.
Ettiğin
duanın ya da bedduanın kabul olması; Allah’ın sevdiği kulu olduğun manasına
gelir mi?
ııı.
Hamdi Efendinin geçmişini pek bilen yoktu.
Sorduklarında yirmi iki yaşına kadar köyünden hiç çıkmadığını ve mürşidinin dizinin
dibinden ayrılmadığını; sonra mürşidi ile bir gece aynı rüyayı gördüklerini ve
sabah helalleşip yola koyulduğunu anlatır ama soranlara asla gördükleri rüyayı
da, mürşidinin kim olduğunu da anlatmazdı. Çok garip adamdı. Bir kere saçları
yeşildi. Saçının asıl rengi bozdu ama bitkilerden bir boya yapar ve saçlarını
yeşile boyardı. Eğer biri saçlarının gerçekten yeşil olup olmadığını sorduğunda
boyadığını söylerdi ama kimse kolay kolay Hamdi Efendiye saçlarınız boya mı,
diye soramazdı.
Öyle
deli gibi hareketleri yoktu ama konuşurken eli kolu biraz çok oynardı. Çok
sigara içmekten sesi boğuklaşmıştı. Sigarayı sadece kendi içmez, herkese
önerirdi. "Kalben çekilmiş bir nefes ibadet gibidir", derdi. Farklı
giyinirdi, bazen takke sarardı, bazen kot pantolon gömlek otururdu. Eski püskü
entarisini çok severdi ve onu giydiği zaman üstüne dökülmesin diye asla yemek
yemez, çay içmezdi. Her gün en az iki kez banyo yapardı ve ellerini sıkça
köpürte köpürte yıkardı. Bu aşırı hijyen çabası ellerinde yaralar çıkmasına
sebep olmuştu. Müritleri ellerindeki yaraların sebebinin geceleri, sabaha kadar
Allah’a el açmasından dolayı olduğunu düşünür ve bir nevi kerameti sayarlardı.
Hamdi Efendi’ni yine kimseye benzemeyen farklı bir kokusu vardı. Az kekremsi
farklı bir koku. Biraz saçlarının boyasından, biraz da bol bol sabunlanmasından
kaynaklı. Müritleri kokusunun da kerametlerinden olduğunu düşünürdü.
Namazı
kolaylaştırmışlardı, her vaktin farzı bir rekattı ve günün istedikleri bir
vakti beş rekat namaz kıldıkları zaman günlük namazlarını eda etmiş
sayılıyorlardı. Bir gün coştun ve otuz beş rekat namaz kıldın mı o hafta
rahattın. Abdest sadece el yıkayarak alınabiliyordu. Hac vazifesini yok
sayıyorlardı. Sigara orucu bozmuyordu. Zekat ve fitreleri ise tarikat topluyor
ve tarikatın giderleri için harcanıyordu. İçinde bulundukları bu şaşırmışlık
halini ise kimse garipsemiyordu.
Tarikata,
Çirkinler Tarikatı denmesinin sebebi ise barizdi. Herkes çirkindi. Güzel ya da
yakışıklı kimsenin tarikatta yeri yoktu. On dokuz, otuz yaş aralığındaydılar.
Hepsinin lise hayatı ezik geçmişti; ne okul takımındalardı ne de popüler kızlar
arasında. Dersleri de hiç iyi olmamıştı. Hep fakir ailelerin fakir
çocuklarıydı. Hemen hepsinin dalga geçilebilecek belirgin biz özelliği vardı.
Büyük burunlu kız, sivilceli oğlan, şişko çocuk, saçları seyrek kız gibi…
Ortalama zekaya sahiptiler, hiçbiri hazır cevap değildi. Zeki gibi görünmeye
çalıştıkları zaman iyice batmışlardı ve bu onları utangaç ve korkak yapmıştı.
Aileleri de kendileri gibiydi, belki ondan aidiyetleri zayıftı. Hiç sevgi yüzü
görmemiş, sevmiş ama karşılık alamamışlardı. Çok azı üniversiteye gitme imkanı
bulmuştu ve bulanların da lisedeki makus talihleri devam etmişti.
Sonra
bir kısmının yolu Hamdi Efendi ile bir şekil kesişti. Genelde tanıdık yolu ile
olurdu bu işler. Birkaç kez dergah dedikleri sadece dış kapısı kapalı başka hiç
kapısı olmayan o varoştaki beş katlı apartmana gelirler. Yer, içer, etrafı
izlerler; sonra da aralarına katılmak isteyip istemediklerine karar verirlerdi.
Kalmak isteyenler Hamdi Efendi’nin huzuruna çıkardı. İşte o zaman derin bir
sessizlik olur, herkes yeni gelenle Hamdi Efendi’yi izlerdi.
Hamdi
Efendi her yeni gelen ile saatlerce ilgilenirdi. Kadın erkek ayrımı yapmadan
onların ellerini tutar, onların ağlamasını sağlar, gözyaşlarını elleri ile
siler, bağrına basar, onlarla ağlamaya başlar, kulaklarına bir şeyler fısıldar,
sanki ilkokul öğretmenleriymişçesine öper, tekrar sarılır, yine bir şeyler
fısıldar ve yeni gelenleri ömürleri boyunca hiç yaşamadıkları sevgi ve şefkate
boğardı. Müritleri onun bu yakın ilgisinden sonra sırtlarındaki kambur gitmiş,
tozları alınmış gibi hissederdi.
Kimseye iltimas göstermezdi. İlk geldikleri
günden sonra kimse de o ilgiyi tekrar yaşayamazdı ama yaşamak umudu ile
beklerlerdi. Hem bu öyle bir sihirdi ki; müritler yeni gelene gösterilen ilgiyi
izler, izlerken kendi anıları canlanır ve kendilerini yine iyi hissederlerdi.
ıv.
Hamdi
Efendi’nin ünü Susurluk kazasından geliyordu. 3 Kasım 1996 Pazar akşamı
Çirkinler Tarikatında herkes Show TV’de Nikita isimli ajan filmini soluksuz ve
bol çekirdekli izlerken altyazıda: “Susurluk’ta trafik kazası! DYP Milletvekili
Sedat Bucak, Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve Abdullah Çatlı’nın
bulunduğu mersedes kamyon ile kaza yapmıştır. Kazadan sadece Sedat Bucak yaralı
olarak kurtulmuştur” yazıyordu. Herkesi bir şaşkınlık almış olsa da filme
odaklanmaya devam edeceklerdi ki; Hamdi Efendi ayağa kalktı ve o sevdiği eski
entarisinin cebinden bir kağıt çıkarttı. Buruşuk belki aylardır cebinde olduğu
belli bir kağıttı. Kağıdı hemen solundaki Burak’a verdi. Burak kağıdı açtı ve
okudu. Tükenmez kalemle yazılmış iki kelime vardı “Trafik kazası”.
Önce
derin bir sessizlik oldu. Biraz saçmaydı durum. Ama müritlik böyle bir şeydi. Sonra
kalabalıktan biri;
“Tekbiiiir!”,
diye bağırdı. Bunu duyan herkes,
“AllahuEkber!”,
diye karşılık verdi. Bu böyle sekiz on
tekrar olarak geçti. Sonra haberleri izlemeye devam ettiler.
Gariplikler
üstü üste geliyordu. Susurluk kazasındaki kamyonun şoförü Hasan Gökçe’nin de
yolu bir süre Çirkinler Tarikatıyla kesişmiş daha sonra adam aralarından
kopmuştu. Tarikattaki herkes olaya adaletin tecellisindeki Hamdi Efendi’nin
parmağı gözüyle bakıyor ve bunu da çevrelerindeki herkese anlatıyorlardı. O
kadar çok kişi tarikata hücum etti ki; iş kontrollerinden çıkmaya başladı. Ne o
apartmana sığıyorlardı ne de Hamdi Efendi gelenlere şefkat seansını
gerçekleştirebiliyordu. Para artıyordu, güç artıyordu ama bu kadar da büyümeyi
planlamadıkları belliydi.
Burak
çok daha büyük bir apartman ararken, bir akşam o eski apartmanlarının önünü
polisler sardılar. Bir Emniyet Müdürü elinde megafonla bağırıyordu.
“Teslim
olun!”
v.
Teslim
oldular. Gelen polis otobüsleri içeridekileri almaya yetmedi. O beş katlı
apartmandan bu kadar çok kişinin çıkmasını beklemiyorlardı. Müritler; ne polis
otobüslerine, ne karakollara ne de adliyeye sığdı. Çoğunun ifadeleri göstermelik
olarak alınıp serbest bırakıldı. Tüm ihale Hamdi Efendi ve Burak’a kalmıştı.
Yarısı
yalan yarısı doğru birçok suç ile suçladılar. Alıkoyma da vardı, haksız kazanç
elde etme de; hırsızlık da vardı, halkın dini duygularıyla oynama da. Zaten dönem
28 Şubat Dönemiydi, hemen hemen tüm tarikat liderleri bir şekilde içeri
alınıyordu. Halit Gerzeği’yi de aynı gece baskını ile apar topar içeri
almışlardı. İkisi da onar yıl hapis cezası aldıysa da Hamdi Efendiyle Burak’ın mahkûmiyetleri
çok zor geçti çünkü Susurlukçuların arkadaşları hala polisti. Geleneksel ve
yenilikçi tüm işkence yöntemleri üzerlerinde denendi. Burak’ın iki kez kalbi
durdu ve ilkyardımla hayata döndü. Hamdi
Efendi ise gün ve gün aklını yitirdi.
İyi hal,
şu ve bu eklendi; Susurlukçular işkenceden sıkıldı ve sekiz senenin son
çeyreğinde tahliye oldular.
Burak
da, Hamdi Efendi de salındıktan sonra ne ailelerinin yanına gidemedi. Çirkinler
Tarikatı tuz ve buz olmuştu. İçerdeyken o kadar çok acı çekmişlerdi ki tövbekar
bile olmuşlardı. Biraz parası olan Burak kutu kadar bir ev tuttu. Hamdi Efendi
de bazen onunla kalıyor, bazense ortadan kayboluyordu. Evdeyken de her akşam
saat dokuzda evin ışıklarını bir dakika yakıp söndürüyordu.
İkisinin
de 28 Şubat’ı bin yıl sürdü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder