23 Temmuz 2013 Salı

çirkinler tarikatı

11 Aralık 1997 Perşembe günü Başbakan Erbakan tarikat liderlerini Köşk’e iftar yemeğine davet etmişti. Sakallı şoförlerin kullandığı mersedeslerden; sarıklı, sakallı adamlar indi ve Erbakan’la beraber iftar sofrasına kuruldular.

Her ne kadar ortamda ramazandan kaynaklı bir huşu olsa da bir iftar yemeğine birden fazla tarikat lideri fazlaydı. Oruçlar Medine hurmaları ile açıldı. Çorbalar, ara sıcaklar, ana sıcaklar havada uçuştu. Garsonlar oruçlarını bir yudum su ile açıp bir saniye bile nefes alamadılar. Misafirler çok yemek ile tabağı sünnetlememek arasında gidip gelip, tabakta yemek bırakmayı daha doğru buldular. Her ne kadar büyük çoğunluğu göbekli olsa da; çok yemek tarikat liderliği ile çelişen bir durumdu.

 

Tatlılar servis edilirken Erbakan Hoca konuşmaya başladı. Siyonizmden, Rothschild Ailesinden, misyoner faaliyetlerden, milli görüşten, ekonomi politikalarından bahsedip durdu. Kimse alkışlamadı, konuşma uzadıkça uzadı, kimse yüzünü düşürmeden dinlemeye çalıştı; konuşma bittikten sonra dualar edildi, iyi niyet temennileri havada uçuştu ve herkes sofradan aç kalktı. Sakallı şoförler arabalarını köşkün önüne çektiler ve sarıklı, sakallı adamlar geldikleri mersedeslerine binip köşkten ayrıldılar.

 

Son model soluk yeşil mersedesi Burak kullanıyordu. Arka koltukta oturan yeşil sarıklı adamın adı ise Hamdi’ydi ve halk tarafından Çirkinler Tarikatı olarak bilinen tarikatın lideriydi. “Hemen bir ocakbaşına çek! İki lokma yedim yemedim, orucumu bile açmış sayılmam!” dedi. Burak, Hamdi Efendinin açken ne kadar lanet bir insan olabileceğini bildiği için gaza asıldı.

 

Asıldı asılmasına ama önündeki mersedesin ani frenine aynı hızla tepki veremediğinden arkadan sertçe bindirdiler. Herkes arabasından hışımla indi. Çarpılan arabanın sahibi Gerzeği Tarikatının lideri Halit Gerzeğiydi ve Hamdi Efendi ile beraber aynı iftardan çıkmış; hızla yemek yemeye aynı ocakbaşına gidiyorlardı.  Karanlıktan ve öfkeden kimse kimseyi tanımadı ve bol katmanlı küfürler havada uçuştu. Burak öteki arabanın şoförünün boğazını sıkmıştı ki; Halit Gerzeği’yi tanıdı ve dondu. Donduğu için ön dişlerini kıracak olan o yumruğu savuşturmak yerine sadece izledi. Burak yeri öpünce Hamdi Efendi de çaresiz saldırdı.

 

O anı görmeliydiniz. Birbirinin boğazını sıkan iki tarikat lideri. Birbirlerini tanıdıkları gibi durdular ve küfürlerin yerini beddualar aldı. İş büyümesin diye de herkes arabasına atlayıp yoluna devam etti. O geceden sonra Çirkinler Tarikatı da, Gerzeği Tarikatı da; dergahlarındaki her dua ve zikirden sonra birbirlerine beddua ettiler.

 

 

 

ıı.

 

Ettiğin duanın ya da bedduanın kabul olması; Allah’ın sevdiği kulu olduğun manasına gelir mi?

 

 

 

ııı.

 

 

Hamdi Efendinin geçmişini pek bilen yoktu. Sorduklarında yirmi iki yaşına kadar köyünden hiç çıkmadığını ve mürşidinin dizinin dibinden ayrılmadığını; sonra mürşidi ile bir gece aynı rüyayı gördüklerini ve sabah helalleşip yola koyulduğunu anlatır ama soranlara asla gördükleri rüyayı da, mürşidinin kim olduğunu da anlatmazdı. Çok garip adamdı. Bir kere saçları yeşildi. Saçının asıl rengi bozdu ama bitkilerden bir boya yapar ve saçlarını yeşile boyardı. Eğer biri saçlarının gerçekten yeşil olup olmadığını sorduğunda boyadığını söylerdi ama kimse kolay kolay Hamdi Efendiye saçlarınız boya mı, diye soramazdı.

Öyle deli gibi hareketleri yoktu ama konuşurken eli kolu biraz çok oynardı. Çok sigara içmekten sesi boğuklaşmıştı. Sigarayı sadece kendi içmez, herkese önerirdi. "Kalben çekilmiş bir nefes ibadet gibidir", derdi. Farklı giyinirdi, bazen takke sarardı, bazen kot pantolon gömlek otururdu. Eski püskü entarisini çok severdi ve onu giydiği zaman üstüne dökülmesin diye asla yemek yemez, çay içmezdi. Her gün en az iki kez banyo yapardı ve ellerini sıkça köpürte köpürte yıkardı. Bu aşırı hijyen çabası ellerinde yaralar çıkmasına sebep olmuştu. Müritleri ellerindeki yaraların sebebinin geceleri, sabaha kadar Allah’a el açmasından dolayı olduğunu düşünür ve bir nevi kerameti sayarlardı. Hamdi Efendi’ni yine kimseye benzemeyen farklı bir kokusu vardı. Az kekremsi farklı bir koku. Biraz saçlarının boyasından, biraz da bol bol sabunlanmasından kaynaklı. Müritleri kokusunun da kerametlerinden olduğunu düşünürdü.


Namazı kolaylaştırmışlardı, her vaktin farzı bir rekattı ve günün istedikleri bir vakti beş rekat namaz kıldıkları zaman günlük namazlarını eda etmiş sayılıyorlardı. Bir gün coştun ve otuz beş rekat namaz kıldın mı o hafta rahattın. Abdest sadece el yıkayarak alınabiliyordu. Hac vazifesini yok sayıyorlardı. Sigara orucu bozmuyordu. Zekat ve fitreleri ise tarikat topluyor ve tarikatın giderleri için harcanıyordu. İçinde bulundukları bu şaşırmışlık halini ise kimse garipsemiyordu.

Tarikata, Çirkinler Tarikatı denmesinin sebebi ise barizdi. Herkes çirkindi. Güzel ya da yakışıklı kimsenin tarikatta yeri yoktu. On dokuz, otuz yaş aralığındaydılar. Hepsinin lise hayatı ezik geçmişti; ne okul takımındalardı ne de popüler kızlar arasında. Dersleri de hiç iyi olmamıştı. Hep fakir ailelerin fakir çocuklarıydı. Hemen hepsinin dalga geçilebilecek belirgin biz özelliği vardı. Büyük burunlu kız, sivilceli oğlan, şişko çocuk, saçları seyrek kız gibi… Ortalama zekaya sahiptiler, hiçbiri hazır cevap değildi. Zeki gibi görünmeye çalıştıkları zaman iyice batmışlardı ve bu onları utangaç ve korkak yapmıştı. Aileleri de kendileri gibiydi, belki ondan aidiyetleri zayıftı. Hiç sevgi yüzü görmemiş, sevmiş ama karşılık alamamışlardı. Çok azı üniversiteye gitme imkanı bulmuştu ve bulanların da lisedeki makus talihleri devam etmişti.

Sonra bir kısmının yolu Hamdi Efendi ile bir şekil kesişti. Genelde tanıdık yolu ile olurdu bu işler. Birkaç kez dergah dedikleri sadece dış kapısı kapalı başka hiç kapısı olmayan o varoştaki beş katlı apartmana gelirler. Yer, içer, etrafı izlerler; sonra da aralarına katılmak isteyip istemediklerine karar verirlerdi. Kalmak isteyenler Hamdi Efendi’nin huzuruna çıkardı. İşte o zaman derin bir sessizlik olur, herkes yeni gelenle Hamdi Efendi’yi izlerdi.

Hamdi Efendi her yeni gelen ile saatlerce ilgilenirdi. Kadın erkek ayrımı yapmadan onların ellerini tutar, onların ağlamasını sağlar, gözyaşlarını elleri ile siler, bağrına basar, onlarla ağlamaya başlar, kulaklarına bir şeyler fısıldar, sanki ilkokul öğretmenleriymişçesine öper, tekrar sarılır, yine bir şeyler fısıldar ve yeni gelenleri ömürleri boyunca hiç yaşamadıkları sevgi ve şefkate boğardı. Müritleri onun bu yakın ilgisinden sonra sırtlarındaki kambur gitmiş, tozları alınmış gibi hissederdi.
Kimseye iltimas göstermezdi. İlk geldikleri günden sonra kimse de o ilgiyi tekrar yaşayamazdı ama yaşamak umudu ile beklerlerdi. Hem bu öyle bir sihirdi ki; müritler yeni gelene gösterilen ilgiyi izler, izlerken kendi anıları canlanır ve kendilerini yine iyi hissederlerdi.

ıv.

Hamdi Efendi’nin ünü Susurluk kazasından geliyordu. 3 Kasım 1996 Pazar akşamı Çirkinler Tarikatında herkes Show TV’de Nikita isimli ajan filmini soluksuz ve bol çekirdekli izlerken altyazıda: “Susurluk’ta trafik kazası! DYP Milletvekili Sedat Bucak, Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve Abdullah Çatlı’nın bulunduğu mersedes kamyon ile kaza yapmıştır. Kazadan sadece Sedat Bucak yaralı olarak kurtulmuştur” yazıyordu. Herkesi bir şaşkınlık almış olsa da filme odaklanmaya devam edeceklerdi ki; Hamdi Efendi ayağa kalktı ve o sevdiği eski entarisinin cebinden bir kağıt çıkarttı. Buruşuk belki aylardır cebinde olduğu belli bir kağıttı. Kağıdı hemen solundaki Burak’a verdi. Burak kağıdı açtı ve okudu. Tükenmez kalemle yazılmış iki kelime vardı “Trafik kazası”.

Önce derin bir sessizlik oldu. Biraz saçmaydı durum. Ama müritlik böyle bir şeydi. Sonra kalabalıktan biri;

“Tekbiiiir!”, diye bağırdı. Bunu duyan herkes,
“AllahuEkber!”, diye karşılık verdi.  Bu böyle sekiz on tekrar olarak geçti. Sonra haberleri izlemeye devam ettiler.

Gariplikler üstü üste geliyordu. Susurluk kazasındaki kamyonun şoförü Hasan Gökçe’nin de yolu bir süre Çirkinler Tarikatıyla kesişmiş daha sonra adam aralarından kopmuştu. Tarikattaki herkes olaya adaletin tecellisindeki Hamdi Efendi’nin parmağı gözüyle bakıyor ve bunu da çevrelerindeki herkese anlatıyorlardı. O kadar çok kişi tarikata hücum etti ki; iş kontrollerinden çıkmaya başladı. Ne o apartmana sığıyorlardı ne de Hamdi Efendi gelenlere şefkat seansını gerçekleştirebiliyordu. Para artıyordu, güç artıyordu ama bu kadar da büyümeyi planlamadıkları belliydi.

Burak çok daha büyük bir apartman ararken, bir akşam o eski apartmanlarının önünü polisler sardılar. Bir Emniyet Müdürü elinde megafonla bağırıyordu.

“Teslim olun!”

v.

Teslim oldular. Gelen polis otobüsleri içeridekileri almaya yetmedi. O beş katlı apartmandan bu kadar çok kişinin çıkmasını beklemiyorlardı. Müritler; ne polis otobüslerine, ne karakollara ne de adliyeye sığdı. Çoğunun ifadeleri göstermelik olarak alınıp serbest bırakıldı. Tüm ihale Hamdi Efendi ve Burak’a kalmıştı.

Yarısı yalan yarısı doğru birçok suç ile suçladılar. Alıkoyma da vardı, haksız kazanç elde etme de; hırsızlık da vardı, halkın dini duygularıyla oynama da. Zaten dönem 28 Şubat Dönemiydi, hemen hemen tüm tarikat liderleri bir şekilde içeri alınıyordu. Halit Gerzeği’yi de aynı gece baskını ile apar topar içeri almışlardı. İkisi da onar yıl hapis cezası aldıysa da Hamdi Efendiyle Burak’ın mahkûmiyetleri çok zor geçti çünkü Susurlukçuların arkadaşları hala polisti. Geleneksel ve yenilikçi tüm işkence yöntemleri üzerlerinde denendi. Burak’ın iki kez kalbi durdu ve ilkyardımla hayata döndü.  Hamdi Efendi ise gün ve gün aklını yitirdi.

İyi hal, şu ve bu eklendi; Susurlukçular işkenceden sıkıldı ve sekiz senenin son çeyreğinde tahliye oldular.
Burak da, Hamdi Efendi de salındıktan sonra ne ailelerinin yanına gidemedi. Çirkinler Tarikatı tuz ve buz olmuştu. İçerdeyken o kadar çok acı çekmişlerdi ki tövbekar bile olmuşlardı. Biraz parası olan Burak kutu kadar bir ev tuttu. Hamdi Efendi de bazen onunla kalıyor, bazense ortadan kayboluyordu. Evdeyken de her akşam saat dokuzda evin ışıklarını bir dakika yakıp söndürüyordu.


İkisinin de 28 Şubat’ı bin yıl sürdü.

Hiç yorum yok: