11 Haziran 2013 Salı

müzik kutusu (son durum)

Mutluluğun 77 sırrının 28.’sini okumuştum ve henüz umduğum kadar mutlu değildim. Kitabı kenara koydum ve üç parmağımı alnımda ve şakaklarımda gezdirerek üç parmak masajı yapmaya başladım. Genelde hiçbir doktorun çözemediği ve ‘piskolojik’ diyerek başarısızlıklarını kamufle ettikleri baş ağrıma bir nebze iyi gelirdi ama bu sefer hiçbir işe yaramadı. Hemen youtube’dan üç parmak mesajının nasıl yapılacağını tekrar izledim ve uyguladım. Olmadı. Tekrar izledim, tekrar denedim; tekrar izledim, tekrar denedim; bir daha, bir daha... Olmuyordu. Küfrettim. Hem de uzunca bir küfür. Kendi sesimi duydum ve gülmeye başladım. İyi küfreden insanlar hep daha mutluydu.

Mutluluğun 77 sırrının 35.’sini okurken aklıma üç parmak masajının yaratıcısına mektup yazmak geldi. Çünkü Mutluluğun 77 sırrının 35.’si mektup yazmaktı. Doktorun kişisel internet sitesinden muayenehanesinin adresini buldum ve bir mektup yazdım. Önce İngilizce yazmayı denedim ama İngilizcem yetmedi, İngilizcemi zorladım; bu da beni daha mutsuz etti. En iyisi Türkçe yazmaktı. Hem belki uğraşır çözerdi ya da tanıdığı bir Türk vardı. Denemeye değerdi. Sabah postaneye gidip mektubu gönderdim. Mutluluğun 77 sırrının 36.’sının dediği gibi çalışana önce günaydın dedim, sonra da gününü nasıl geçtiğini sordum. Cevap vermedi

Mutluluğun 77 sırrının 56.’sı yeni insanlarla tanışmak için tek başına bir gece klubüne gitmekti. Kitaba teslim olmuş durumdaydım ve teslimiyetin daha önce tatmadığım bir hazzı vardı. Googledan gece klüplerine baktım ve 'Klapyetmişyedi' diye bir yer gördüm. Bu bir işaret olmalıydı. En havalı kıyafetlerimi giydim ve uçarak mekâna gittim. Damsız da girilebiliyordu. Bu tür yerlere damsız girilmez sanırdım. Mutluluğun 77 sırrının 7.'sinden öğrendiğim gibi kendimden emin ve sıcak bir gülümseme takındım. İçeri girer girmez benim gibi gülümseyen kırmızı deri ceketli çelimsiz bir adam "Dostum! Neredesin sen ya? Kaç zamandır boşladın buraları" dedi. Buraya ilk kez geliyordum ve adım kadar emindim ki bu adamı ilk kez görüyordum ama biriyle karıştırılmış olmak tanışmanın yükünü almıştı omuzlarımdan. Bana daha önce hiçbir erkekle sarılmadığım kadar samimice sarıldı. Adamla havadan sudan konuştuk durduk. Anladığım kadarı ile mekânın sahibiydi. Samimiyetinin altında yatan sebep bu mu diye düşünmedim değil ama öyle sıcak konuşuyorduk ki; telefonunu alırsam rehbere 'kenke' diye kaydedecek durumdaydım.

Mekan ilginçti. Çok klüp gezmesem de buranın apayrı olduğunu sezmiştim. Solda, bizim durduğumuz tarafta, bar vardı ve herkes uzun 500ml’lik plastik bardaklarda bira içiyordu. Bardakların üzerinde şekilli bir şekilde ‘klapyetmişyedi’ yazıyordu. “Biradan başka içki yok mu?”, diye sorduğumda, “ Biradan başka içki mi var? “ diye bir şaka yaptı ve plastik bardaklarımızı tokuşturup sanki gülmeyi keşfeden ilk insanlarmışızcasına gülmeye başladık.

Durmadan gülüyordum; neye, neden güldüğümü analiz edecek durumda da değildim. Mutluluk biraz da kurcalamamaya bakıyordu.


Kaç bardak bira içtiğimi bilmiyordum ama limitimi aştığımı hissedebiliyordum. Barın ortasındaki müzik kutusu o zaman dikkatimi çekti. Asıl kalabalık orada toplamıştı. İnsanlar karışık da olsa sıra bekliyor gibiydiler. Yeni kenkem bakışlarımdaki merakı görmüş olacak anlatmaya başkadı

Hiç yorum yok: