Geçen çarşamba bir
yandan yalnızlık için yerine bir keline türetmeye çalışırken, bir yandan da
işaret parmağım ile dizime vurarak tempo tutuyordum pazartesi polifonikleri. “Dın,
dın dın dın; dın dın dın, dın dın dın”. Evet bildiniz ‘Eye of the tiger”
*Kelime oyunları
temelli bir mizahı olmamalı
*Yabancı kadınlarla öpüşmemi diyalog çabası olarak görmeli
*Polis radyosu ve polis
telsizi dinlemeli.
*Kız arkadaşları
ağladığında geç teselli etmeli ki; ağlama süresi artsın.
*Beni garsonlarla
muhatap etmemeli.
O streoid bağımlısı kas
yığınından nasıl böyle güzel film çıkar hep kafamı karıştırmıştır. Gözlerimi
kapattım ve filmi baştan sona birkaç kez hatırladım. O merdivenlerden yukarı
koştuğu sahneyi dört tekrar geçtim. Hiç olmaz, içimden koşmak geldi. Gri
eşofmanlarımı çektiğim gibi koşmaya başladım. Tabi ben koşunca tüm kadınlar
koşmaya başladı. Arkamdan hızla gelen bir kadının gölgesine bastığımı fark
ettim. Sonra kendi gölgeme baktım, yoktu. Hava kararana kadar öyle
kalakalmışım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder