16 Mayıs 2013 Perşembe

Evcil hayvanlarımız


1.
On dört yaşında, yeşilin üç tonunu kanatlarında bulunduran, gri gagalı çirkin sayılabilecek bir papağanım; adım Sevinç ve ben kimse ile tanıştığıma memnun olmam. Sevmem insanları, bana hep aptal ve acınası gelirler. Bana ev sahipliği yaparak, önüme çekirdek koyarak; hem günahlarından arınmayı, hem de mutlu olmayı umarlar. Bu kadar sorumluluk bir papağan için çok fazladır.

Müzeyyen ve Şadi çifti beni kızları Nur'u evlatlıktan reddettikleri hafta aldılar. Müzeyyen Teyze'nin sabahın köründe, elinde şarap şişesi ile fotoğraf albümünden kızının fotoğraflarını çıkarttığında, ben camın kenarında çekirdek çitliyor ve bir sorti ile şaraptan bir yudum almanın hayalini kuruyordum. Sonra Şadi Amca, Müzeyyen Teyze'nin yanına oturdu ve "Anılar silmemiz daha uzun zaman alacak ama sileceğiz Müzeyyen" dedi ve şarabı fondipledi. İşte o an kalbim cız etti. Çünkü evde başka şarap yoktu.

Her ne kadar dışarıdan bakıldığından iyi insanlarmış gibi gözüken ev sahiplerim -ki muhtemelen cehennemde yanacaklardır- hayatlarının geri kalanını bana adadılar. Mesela kızlarının odasının tamamını bana kafes yaptılar. Salak saçma oyuncaklar aldılar. En pahalısından kuş yemleriyle, susamlı krikkraklarla hatta cevizle, fındıkla beslediler. Tüm ilgilerini bana gösterdiler. Çok sıkıldım, çok bunaldım ama kaçacak yerim yoktu. Erzurum'da papağan olmak, ayda astronot olmaya benzer; mekikten çıktığın an kıçına pamuğu sokarlar.

Şatafatlı hapishanemde yıllar geçirdim. Hatta manyakların gönlü olsun diye "Şadi" demeyi bile öğrendim. Aşk ve cinsellik dışında büyük problemlerim olmadı.

Ve Müzeyyen Teyze öldü. Kalp yetmezliğinden. Zaten kalbi ne Şadi'ye, ne kızına, ne de bana yetmişti.

Şadi Amca ile baş başa kaldık. Adam bu sefer üzerinden haçlı ordusu geçmiş gibi olmuştu. Yemiyor, içmiyor - ki zerre umurumda değil - yedirmiyor, içirmiyordu. Lale devrim, kraliçenin ölümü ile bitmişti.

Sonra bir sabah...

2.
Ben dört yaşında beyaz tüylü, pembe patili, cins olmayan ama gayet cins bir dişi kediyim. Adım Kasap, insanlar bana Linda diyor. “Linda! Gel pisi pisi” falan dedikleri zaman bana dediklerini biliyorum ama dönüp bakmıyorum bile. Mevlüt ve Ferhan denilen iki adamla beraber, hemen hemen doğduğumdan beri, kaç katlı olduğunu bilmediğim bir apartmanın 6. katındaki bir dairesinde nefes alıp veriyorum. Yaşıyorum demiyorum, yaşamak daha farklı bir şey olsa gerek. Nasıl insanlar bebekliğini anımsamaz, ben de anımsamıyorum ve bu eve nasıl geldiğimi bilmiyorum. Henüz ayağım toprağa basmadı ve kendimden başka bir kedi görmedim. Hatta kendimden başka gördüğüm tek hayvan mutfakta çıkan hamamböcekleri, o kadar. Onları öldürmek için delirsem de kendimi tutuyorum ve dokunmuyorum. Maksat Mevlüt ve Ferhan'a cinslik olsun. Velinimetim, ev sahibim hatta onlara göre sahibim olsalar da bu iki tipi de hiç sevmiyorum.

Kısa, kıvırcık saçlı olanın adı Mevlüt. Diğerine göre çok daha dışa dönük bir karakter. Bazen sabahlara kadar çok neşeli telefon görüşmeleri yapıyor. Yemimi de o veriyor. Arada sırada unutuyor ama ben hatırlatmasını biliyorum. Çok güzel kıyafetleri var. Takım elbise yakışıyor, gününün önemli bir kısmını kişisel bakımına harcıyor. Evde birileri varsa namazını aksatmıyor.

Uzun, kıvırcık saçlı olanın adı ise Ferhan. Birçok yönden Mevlüt’ün tersi. Tamamen içine kapalı bir karakter. Benimle bile konuşmuyor. Sanki konuşsa dinlerim, hah! Kumumu o temizliyor ve hiç aksatmıyor. Sırf pislik olsun diye dışarıya pislediğim zamanlarda beni gazete ile dövüyor o kadar. İki tane takım elbisesi var, solmuş kahverengi ve silik yeşil; birkaç tane de gömlek o kadar. Giydiği hiçbir şey zerre yakışmıyor. Mevlüt hariç herkese ‘siz’ diye hitap ediyor. Odasında takkeli, sert çehreli adamın siyah beyaz bir resmi var. Babası sanırım.

Erzurum'da bir devlet dairesinde çalışıyor bu ikisi ve ikisi de rüzgar gibi terfi alıyor. Evimize arada sırada birçok adam geliyor ve bana "Müezza"diyen genç bir çocuktan din dersleri alıyorlar. Onlar geldiği zaman beni Ferhan’ın yatak odasına kilitliyorlar ve ben de elimden geldiğince odanın canına okuyorum. Bir keresinde biriktirdiği mavi kapakları dağıttım ve babasının resminin olduğu çerçeveyi kırdım. O da bana bir tekme atıp kaburgamı kırdı. Kötü bir şakayla; sekiz canım kaldı.

Nüfuz cüzdanım ya da en azından bir aşı karnem olsaydı inanç kısmına kesin satanist yazdırırdım. Tüm dinleri tanıma şansım olmasa da müslüman olmadığımı biliyorum. Mevlüt, Ferhan ve arkadaşlarının hepsi yani tanıdığım tüm insanlar müslüman. Bu kadar kanıt kafi bence.

Satanistliğim eski değil, tekme yediğim gün düşünmeye başladım bazı şeyleri ve yediğim tekmenin kırdığı kemiğim tam iyileştiği gün karar verdim satanist olmaya. Ferhan ile Mevlüt’ün misafirleri geldiği zaman izlettiği bir filmde duymuştum şeytana tapanlar olduğunu ve  bakire kurban verdikleri. Madem şeytana tapıyordum ve bakireydim; yapmam gereken basitti, intihar edecektim. Nefes alıp verişlerimin kesilme ihtimali bir an bile korkutmadı beni.

2,5

Gönül isterdi ki; 13. Cuma olsaydı. Saat gece yarısını geçmek üzere olsaydı. Yere bir pentagram çizseydim. Pentagramın her köşesine birer mum yakabilseydim. Arkada Marliyn Manson'dan, (s)Aint çalsaydı. Sihirli kelimeleri söyleseydim. Sonra da bir bıçak ile kendimi Şeytan’a kurban edebilseydim.

Onun yerine bir ramazan gecesiydi. Ev çok havasız olduğu için Mevlüt ceyran yapsın diye tüm camları açmıştı. Ferhan da sahurluk yumurta haşlıyordu. Televizyonda Samanyolu Tv açıktı. Münib Engin Noyan ağır ağır orucun insanları nasıl sakinleştirdiğini, dinginleştirdiğini anlatıyordu. Koridordan salona doğru hızla koştum; kanepeye, masaya hızla bastım ve tüm gücümle kendimi açık camdan aşağı fırlattım. Yere çakılırken “Maaaauuuvvvv”(1) diye bağırdım. Aklımda ise tek bir şey vardı. Ölüm bir yanılsamadır.

3.
Yaşıyordum. Ve üşüyordum. Her zerrem ıslaktı ve dört bir yanım yumuşak beyaz bir soğukluk kaplamıştı. Karla tanışmış ve tanışır tanışmaz nefret etmiştim. Bir metrelik kardan kurtulup  hurda bir WV minibüsün altına sığınmam yarım saatimi aldı. Ölecekmişim gibi titriyor ve üşüyordum. En çok Ferhan’ın kırdığı kaburgam acıyordu ama şu an Ferhan’ın beni kurtarması için neler yapmazdım. Yanlış anlaşılma olmasın, durumun bir dua değil, temenni içeriyordu. O kadar!

Minibüsün altında şoku atlattıktan sonra koşmaya başladım. Kontrolsüzce, bilinçsizce, delice; ölüce, ölümüne, ölesiye koşuyordum.

4.
Yine bir evde uyandım. Ölemiyordum. Kendimi Şeytan’a kurban edemediğim için mutsuz olsam da; içimden çok cılız bir ses belli belirsiz bir şekilde ölemememi kutluyordu. Önümde tavuk kemikleri vardı, bir de kemikleri koyan benden daha kötü görünüşlü bir adam. Şadi. Saçları kirpi gibiydi. Daha önce hiç duymadığım berbat bir kokusu vardı. Seyrek beyaz sakallarının arasından kırmızı yanakları parlıyordu. Evin her yanı boş şarap şişesiydi.

Az da olsa yaşadığım, gözlemlediğim sokak tecrübeme göre; bu evin sokaktan tek farkı sıcak olmasıydı. Bir evin bu kadar dağınık olabileceğini hiç düşünmemiştim. Camdan baktım. 6. kattan atlayıp ölemediğime göre buradan atlasam hiçbir şey olmazdı. Ev öyle havasızdı ki; camı açmasını aylarca bekleyebilirdim. Huzursuz huzursuz etrafı izledim. Bardağın dolu tarafı. Şadi beni kucağına alıp okşamıyordu.

Salona açılan iki kapıdan, solda olanından garip bir koku ve “Şadi! Şadi!” diye sesler geliyordu. Karısı ya da çocuğudur diye düşündüm ve içeride ne varsa, onun için üzüldüm. Burası cehennemim beşinci katmanı gibiydi. Kaloriferin altına geçtim ve kıvrılıp uyudum.

Birkaç saat sonra Şadi’nin bana yaklaştığını hissettim ama uyur gibi yapmaya devam ettim. Sonra beni ensemden tuttuğu gibi o seslerin geldiği odaya attı. Oda bomboştu; sadece Şadi, ben ve “Şadi! Şadi!” diye bağıran yeşil çirkin bir kuş vardı. Ben hemen köşeye sindim. Şadi taburesi ile diğer köşeye geçti. Elinde şarap şişesi yüzünde tanımlayamadığım donuk bir ifade vardı. Salak kuş benden korkmuş, kendini cama vuruyordu. İçimden bir ses ise, kulak zarımı yırtarcasına “Öldür!” diye bağırıyordu. Salak kuş konacak yeri kalmadığı için birkaç dakika sonra yorgunluktan yere kondu. Yavaş yavaş sürünmeye başladım. Daha önce hiç böyle davranmamıştım ama sanki doğduğum günden beri bunu yapıyor gibiydim. Kuş, Şadi’ye; Şadi de bana bakarken arka ayaklarımdan gücü aldığım gibi atladım ve kuşu yakaladım. HAM.

Artık kuşun odasında ben kalıyorum; Şeytan’a her gün daha çok inanıyorum.

not:(1) Maaaauuuvvvv: Annnnneeeee

Hiç yorum yok: