Paralel Bir Evrende 15 Temmuz Akşamı
-Sabri
Ünal’a-
ı.
Akşam menemenle bol
ekmek yemişti Sabri. Çayın yanına da hanımeli bisküvi almıştı. Oysa eline bir
hanım eli değmeyeli ise yıllar olmuştu. Hava çok sıcaktı. “Sıcak değil de nem
adamı öldürüyor” dedi Zekeria. Ev arkadaşıydı. Hayattan beklentilerini asgariye
indirdikleri zaman yolları kesişmişti ve ilk Zekeria açılmıştı Sabri’ye. “Eve
çıkalım mı gardaşım? Masrafları paylaşırız”, kabul etmişti Sabri; zaten uyumu
bir karakterdi ve evleri zeminin üç kat altında, bir artı bir, balkonsuzdu.
Zekeria’nın saçları ise uzatsa Harun Kolçak’ın ilk çıktığı zamanlardakine
haline benzeyebilirdi ama hiç uzatmadı. El alem ne der?
Dershaneye verdiği
paradan bahsederken Sabri sinirlendi yine, laf nemden oraya nasıl geldi hatırlamıyordu.
Zaten Zekeria ile aralarındaki diyaloğu kopuk kopuk monologlar oluştururdu.
Birbirlerine pek cevap vermezler, biri susunca diğer ne anlatmak isterse onu
anlatırdı. Hukuktan atılmaydı Zekeria, birinci sınıf. Konu hakkında hiç
konuşmazdı.
Kanal8’de Survivor’ın
özetleri vardı. Oradaki Acun’dan gıcık kapıyordu. Spor muhabiri olan bu adam
gerektiğinde her türlü mücadeleye giriyor, kimseden korkmuyordu. Ünsüzler
takımının lideriydi. Rakiplerinin sinirlerini hep bozuyor, durmaksızın
tartışıp, herkesi kışkırtıyordu. Özetleri izlerken Sabri “Delikanlı adam bu
kadar laf ederse sonunda yumruğu patlatır ağa” dedi. Zekeria ise yine bağımsız
başka bir şeyler söyledi. Özetler bitmek bilmiyor, program bir türlü
başlamıyordu ve vantilatör her zamankinden daha çok ses çıkartıyordu.
Ta ta ta ta ta ta ta ta
ta ta ta ta ta ta ta ta
ıı.
Sesin vantilatörden
değil de gökyüzünden geldiğine bir saat kadar sonra ikna oldular. Çünkü artık
sanki hava yırtılır gibi bir ses de geliyordu ve evde o sesi çıkartabilecek
teknolojik altyapı yoktu.
Kanal8’de Survivor
başlamıştı. Ünsüzlüler, gönülsüzlere karşı dokunulmazlık oyunu oynuyorlardı ve
üstünlük ezici bir şekilde ünsüzlerdeydi. Acun yine yarışma boyunca rakiplerini
manipüle ediyor ve her türlü çirkefliğe başvuruyor; sunucu tarafından
uyarıldığı zaman ise “Mehmet Ali Bey, ben ne yaptım? Yarışıyorum ve kazanmak
istiyorum…” diye başlayan uzun cümleler sıralıyordu. Acun’u daha fazla kafası
kaldırmadı Sabri’nin ve kumandaya uzandı.
BBCTürk’e bastı Sabri.
Altyazı da “Darbe oluyor” yazıyordu. Boğaz köprüsü asker tarafından tutulmuş;
Avrupa’dan, Anadolu’ya geçişler tanklar tarafından engelleniyordu. Başkanlık
sarayı ise hava kuvvetleri tarafından kaldırılan F-22 tarafından
bombalanıyordu.
Kanal8’e bastı Sabri.
Ünsüzler takımından Acun ve Demet Akalın birbirilerine sarılmış, dokunulmazlık
kazandıkları için ağlıyorlardı.
Flash TV’ye bastı
Sabri. Yine klasik müzik konseri vardı.
BBCTürk’e bastı Sabri.
Başkan Skpe’dan bağlanmış, “Sokağa çıkın, bu başkanlık sistemin karşı
paralellerin bir hareketi” diyordu. “Halkımızı meydanlara davet ediyorum!”
Başkanın yüzü bembeyazdı, kravatı ise ilk kez asimetrikti.
Zamanyoluna bastı
Sabri. Kahraman ordu yönetime el koydu, Başkanlık zulmü bitti diye haberleri
sevinçle sunuyordu muhabir. Halk sokaklara çıkmadı, kimse Başkanı dinlemiyor
diye vurguluyor ve halkın memnuniyetinden bahsediyordu.
TRT’ye bastı Sabri.
Komutanın biri hiç anlamadığı bir şeyler söylüyordu. Nato, Birleşmiş Milletler,
Avrupa Birliği falan. Komutanın önündeki bardakta kırmızı bir şey vardı. “Sence
şarap mı yoksa vişne suyu mu?” diye sordu Zekeria’ya. Zekeria, “Zamanyolu’nu
açsana, neler oluyor izleyelim”, dedi. Sabri yerinden ok gibi fırladı,
kumandayı Zekeria’ya fırlattı ve “Ben dışarı çıkıyorum” dedi.
ııı.
Altında kot pantolonu,
üstünde beyaz atleti ve elinde Türk bayrağı ile yola çıktı Sabri. Tek değildi,
sokaklar kaynıyordu. Köprüye mi yoksa havaalanına mı gideceğine karar veremedi.
Hiç tanımadığı insanlarla konuştu ve onlara karıştı. Sonra siyah çarşaflı bir
kadının sürdüğü kamyonun arkasına atladılar. Yol boyunca slogan attılar. “Ordu
kışlaya!”, “Tam bağımsız Türkiye!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!”, “Başkanlık
kurtuluşumuzdur!” vs, vs, vs…
Ana arterler tanklar
tarafından tutulduğu için; tek yön, dar bir sokağa girdi kamyonu kullanan teyze.
Park eden arabalara sürtmemek için uğraşıyorken karşısında tek sıra dizilmiş
tankları görünce frene asıldı. Dorsedeki herkes birbirinin üstüne düşmüştü.
Birbirlerini kaldırırlarken tank komutanı megafondan bağırmaya başladı gayet
binbaşı bir buyurganlıkla “Evinize gidin! Sizi uyarıyorum! Yoksa olacaklardan
ben sorumlu değilim!” Herkes kamyondan indi ve yol boyunca attıkları sloganlara
devam ettiler. Sabri sağına soluna baktı ve yerden üç tane taş aldı. Tank
komutanı o esnada emir verdi. “Sür tankı üzerlerine!”
Tank üzerlerine
gelirken Sabri en öndeydi. Elinde taş ile tankın üzerine koşmaya başladı ve ilk
tankın orta boşluğuna kendini attı. Tank birkaç saniye üzerinde durdu. Sonra
devam etti. Sabri’ye bir şey olmamıştı. Ayağa kalktı Sabri ve ikinci tankın
üzerine koştu. Yine tank üstüne gelirken orta boşluğa attı kendini. Yine bir
şey olmadı ona. Tank geçince koşmaya devam etti ve tankları sürün, emrini veren
komutana doğru fırlayıp elindeki ilk taşı attı. Ağzından vurdu komutanı
dişlerini döktü. Sonra ikinci taşı fırlattı Sabri. Yine kafasından vurdu.
Üçüncü taşı fırlattı hemen arkasından. Yine tam isabet. Davut gibiydi mübarek!
Son taşı attıktan sonra üçüncü tankın çok yakınında olduğunu fark etti ve ara
boşluğa tam atlayamadı. Sol kolunun biraz üstünde geçti tank. Sabri orada
bayıldı.
ıv.
Sabri üç gün sonra
ayıldığından sol kolu alçıdaydı, sağ kolu ise yatağa kelepçeliydi.
Uyanır uyanmaz yargılandı;
vatana ihanet ve cinayetten idamına karar verildi. Daha kolu iyileşmeden idam
ettiler Sabri’yi. Aynı mezarı kırk yaşında bir üniversite öğrencisi ile beraber
paylaştı; ne kefenlendiler, ne cenaze namazları kılındı, ne de bir mezar
taşları oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder