26 Temmuz 2016 Salı

Paralel Bir Evrende 15 Temmuz Akşamı

Paralel Bir Evrende 15 Temmuz Akşamı
-Sabri Ünal’a-

ı.
Akşam menemenle bol ekmek yemişti Sabri. Çayın yanına da hanımeli bisküvi almıştı. Oysa eline bir hanım eli değmeyeli ise yıllar olmuştu. Hava çok sıcaktı. “Sıcak değil de nem adamı öldürüyor” dedi Zekeria. Ev arkadaşıydı. Hayattan beklentilerini asgariye indirdikleri zaman yolları kesişmişti ve ilk Zekeria açılmıştı Sabri’ye. “Eve çıkalım mı gardaşım? Masrafları paylaşırız”, kabul etmişti Sabri; zaten uyumu bir karakterdi ve evleri zeminin üç kat altında, bir artı bir, balkonsuzdu. Zekeria’nın saçları ise uzatsa Harun Kolçak’ın ilk çıktığı zamanlardakine haline benzeyebilirdi ama hiç uzatmadı. El alem ne der?
Dershaneye verdiği paradan bahsederken Sabri sinirlendi yine, laf nemden oraya nasıl geldi hatırlamıyordu. Zaten Zekeria ile aralarındaki diyaloğu kopuk kopuk monologlar oluştururdu. Birbirlerine pek cevap vermezler, biri susunca diğer ne anlatmak isterse onu anlatırdı. Hukuktan atılmaydı Zekeria, birinci sınıf. Konu hakkında hiç konuşmazdı.
Kanal8’de Survivor’ın özetleri vardı. Oradaki Acun’dan gıcık kapıyordu. Spor muhabiri olan bu adam gerektiğinde her türlü mücadeleye giriyor, kimseden korkmuyordu. Ünsüzler takımının lideriydi. Rakiplerinin sinirlerini hep bozuyor, durmaksızın tartışıp, herkesi kışkırtıyordu. Özetleri izlerken Sabri “Delikanlı adam bu kadar laf ederse sonunda yumruğu patlatır ağa” dedi. Zekeria ise yine bağımsız başka bir şeyler söyledi. Özetler bitmek bilmiyor, program bir türlü başlamıyordu ve vantilatör her zamankinden daha çok ses çıkartıyordu.
Ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta
ıı.
Sesin vantilatörden değil de gökyüzünden geldiğine bir saat kadar sonra ikna oldular. Çünkü artık sanki hava yırtılır gibi bir ses de geliyordu ve evde o sesi çıkartabilecek teknolojik altyapı yoktu.
Kanal8’de Survivor başlamıştı. Ünsüzlüler, gönülsüzlere karşı dokunulmazlık oyunu oynuyorlardı ve üstünlük ezici bir şekilde ünsüzlerdeydi. Acun yine yarışma boyunca rakiplerini manipüle ediyor ve her türlü çirkefliğe başvuruyor; sunucu tarafından uyarıldığı zaman ise “Mehmet Ali Bey, ben ne yaptım? Yarışıyorum ve kazanmak istiyorum…” diye başlayan uzun cümleler sıralıyordu. Acun’u daha fazla kafası kaldırmadı Sabri’nin ve kumandaya uzandı.
BBCTürk’e bastı Sabri. Altyazı da “Darbe oluyor” yazıyordu. Boğaz köprüsü asker tarafından tutulmuş; Avrupa’dan, Anadolu’ya geçişler tanklar tarafından engelleniyordu. Başkanlık sarayı ise hava kuvvetleri tarafından kaldırılan F-22 tarafından bombalanıyordu.
Kanal8’e bastı Sabri. Ünsüzler takımından Acun ve Demet Akalın birbirilerine sarılmış, dokunulmazlık kazandıkları için ağlıyorlardı.
Flash TV’ye bastı Sabri. Yine klasik müzik konseri vardı.
BBCTürk’e bastı Sabri. Başkan Skpe’dan bağlanmış, “Sokağa çıkın, bu başkanlık sistemin karşı paralellerin bir hareketi” diyordu. “Halkımızı meydanlara davet ediyorum!” Başkanın yüzü bembeyazdı, kravatı ise ilk kez asimetrikti.
Zamanyoluna bastı Sabri. Kahraman ordu yönetime el koydu, Başkanlık zulmü bitti diye haberleri sevinçle sunuyordu muhabir. Halk sokaklara çıkmadı, kimse Başkanı dinlemiyor diye vurguluyor ve halkın memnuniyetinden bahsediyordu.
TRT’ye bastı Sabri. Komutanın biri hiç anlamadığı bir şeyler söylüyordu. Nato, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği falan. Komutanın önündeki bardakta kırmızı bir şey vardı. “Sence şarap mı yoksa vişne suyu mu?” diye sordu Zekeria’ya. Zekeria, “Zamanyolu’nu açsana, neler oluyor izleyelim”, dedi. Sabri yerinden ok gibi fırladı, kumandayı Zekeria’ya fırlattı ve “Ben dışarı çıkıyorum” dedi.
ııı.
Altında kot pantolonu, üstünde beyaz atleti ve elinde Türk bayrağı ile yola çıktı Sabri. Tek değildi, sokaklar kaynıyordu. Köprüye mi yoksa havaalanına mı gideceğine karar veremedi. Hiç tanımadığı insanlarla konuştu ve onlara karıştı. Sonra siyah çarşaflı bir kadının sürdüğü kamyonun arkasına atladılar. Yol boyunca slogan attılar. “Ordu kışlaya!”, “Tam bağımsız Türkiye!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!”, “Başkanlık kurtuluşumuzdur!”  vs, vs, vs…
Ana arterler tanklar tarafından tutulduğu için; tek yön, dar bir sokağa girdi kamyonu kullanan teyze. Park eden arabalara sürtmemek için uğraşıyorken karşısında tek sıra dizilmiş tankları görünce frene asıldı. Dorsedeki herkes birbirinin üstüne düşmüştü. Birbirlerini kaldırırlarken tank komutanı megafondan bağırmaya başladı gayet binbaşı bir buyurganlıkla “Evinize gidin! Sizi uyarıyorum! Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim!” Herkes kamyondan indi ve yol boyunca attıkları sloganlara devam ettiler. Sabri sağına soluna baktı ve yerden üç tane taş aldı. Tank komutanı o esnada emir verdi. “Sür tankı üzerlerine!”
Tank üzerlerine gelirken Sabri en öndeydi. Elinde taş ile tankın üzerine koşmaya başladı ve ilk tankın orta boşluğuna kendini attı. Tank birkaç saniye üzerinde durdu. Sonra devam etti. Sabri’ye bir şey olmamıştı. Ayağa kalktı Sabri ve ikinci tankın üzerine koştu. Yine tank üstüne gelirken orta boşluğa attı kendini. Yine bir şey olmadı ona. Tank geçince koşmaya devam etti ve tankları sürün, emrini veren komutana doğru fırlayıp elindeki ilk taşı attı. Ağzından vurdu komutanı dişlerini döktü. Sonra ikinci taşı fırlattı Sabri. Yine kafasından vurdu. Üçüncü taşı fırlattı hemen arkasından. Yine tam isabet. Davut gibiydi mübarek! Son taşı attıktan sonra üçüncü tankın çok yakınında olduğunu fark etti ve ara boşluğa tam atlayamadı. Sol kolunun biraz üstünde geçti tank. Sabri orada bayıldı.
ıv.
Sabri üç gün sonra ayıldığından sol kolu alçıdaydı, sağ kolu ise yatağa kelepçeliydi.

Uyanır uyanmaz yargılandı; vatana ihanet ve cinayetten idamına karar verildi. Daha kolu iyileşmeden idam ettiler Sabri’yi. Aynı mezarı kırk yaşında bir üniversite öğrencisi ile beraber paylaştı; ne kefenlendiler, ne cenaze namazları kılındı, ne de bir mezar taşları oldu.

Hiç yorum yok: