30 Aralık 2015 Çarşamba

BENİ GÖR ya da NAMAZMATİK

BENİ GÖR ya da NAMAZMATİK

1.
Atanamamış ve tutunamamış bir makine mühendisi olan Servet gecenin bir yarısı çalışma masasında umutsuzca oturuyordu. Çekmecesini kurcaladı amaçsızca. Bir uhu buldu. Azı kullanılmış, çoğu kalmış. Kapağını açmaya çalıştı uhunun, köpük gibi dışarı taşmıştı birazı. Parmakları acıdı açarken ama açtı. Birkaç damla uhu damlattı masasının üstüne. Sonra da kırmızı kaleminin arkası ile uhuyla oynamaya başladı. Yukarı aşağı, aşağı yukarı, aşağı yukarı… Sünmekte olan uhuyu odaklanmış izlerken de bir fikir geldi Servet’in aklına. Bir makine. Servet’e hem bu dünya da, hem de öteki dünyada cenneti yaşatacak; kullananlara ise sadece diğer tarafta cenneti garantileyecek bir makine. Namazmatik!
2.
Transformers aklına geldi Servet’in, Matrix’in son filminin son sahnelerinde bir şeyler. Çok çizgi roman okurdu Servet ve sayısız çizgi romanda robot giyen insanlar görmüştü. Namazmatik böyle bir şey olacaktı. Robot evin köşesinde duracak ve ona binecektin; kolunu, bacağını, vücudunu ve kafanı saracaktı. Navigasyonu sayesinde otomatik olarak kıbleyi bulacak, kulaklıkları kulağına takacaktın. Sureler okunmaya başlayacaktı, sen de tekrar edecektin… Rükû, secde, selam, kamet; hepsini robot yapacaktı.
Fikir harikaydı, geliştirmeye çok müsaitti. Karışık notlar aldı sarı yapışkanlı kağıtlara ve hepsini duvarına yapıştırdı. Yapıştırırken de “Bunları hemen deftere geçmeli yoksa annem atar valla” diye içinden sıkıntı ile geçirdiyse de anneye çok takılmadan konuya döndü.
Birinci kağıtta “namaz süresi” yazıyordu. Sonra deftere geçerken namaza ne kadar süre ayıracağını makinaya girersin. Zammı sureleri ona göre seçer; diye notunu geliştirmişti.
İkinci kağıtta “Abdest sorunu” yazmış ve deftere; namazdan daha zor geleni abdesttir, makinaya otomatik abdest aldırma özelliği eklemeli. Oto yıkamalardaki su püskürtme yöntemi ile. Hem sudan da tasarruf edilir. Hem iğne ucu kadar kuru yer kalmaz, alta da damlayan suların tahliye için bir depo konulabilir, diye ekledi
Üçüncü kağıtta “adaptör” yazıyordu. Deftere; elektrik kesintisi durumunda insanlar namazlarından kalmasın diye en az üç vakitlik içinde pil mutlaka olmalı, diye eklemiş sonra da; üstte de güneş enerjisi panellerinden de eklerim, yazıp sonunda da gülücüklü smiley eklemişti.
Her şeyi deftere geçtikten sonra uyudu Servet. Sabah erken kalktı ve çizimlere başladı. Salonda cik cik öten muhabbet kuşunun yanına gitti, onu ellerine aldı, balkona çıktı ve kuşu azat etti. Sonra da uzun uzun gökyüzüne baktı, sanki “Beni gör!” dercesine.
3.
Bir adamın her işi rast gider mi? Servet’in gitti. Sanki otuz yıllık şansızlıkların karması ona şans olarak dönmüş gibiydi. Odasından hiç çıkmadan çalışıyor; yemeği bile annesi ile yemiyor, ekmek arası bir şeyleri masasında atıştırıyordu. Almak istediği tüm pahalı malzemeler inanılmaz ucuzlamıştı. Devlet desteği almak için Sanayi Bakanlığına gitti, projesini okumadan tıkır tıkır parasını ödediler. Parası için sıra beklerken bir kız ona yer verdi, Dilşad. Çok güzel bir kızdı. Servet’i annesi ve halası beraber büyütmüş –hala, babanın beylik silahı ve son-  ve Dilşat hem annesine hem de halasına çok benziyordu. Birbirlerine numaralarını verdiler. Dilşad’ın da bir projesi vardı. Haşaratla mücadele ile ilgili. Servetle uzun uzun konuştular önceleri; Servet Dilşad’ın yanında daha da bir zekiydi. Verdiği fikirlerle onun da projesinin hızlanmasına yardımcı oldu.
Bir yandan da Namazmatik’in çalışmaları su gibi akıyordu, hatta şelale gibi. Singapur’dan sipariş ettiği ürünler bir buçuk ay sonra gelmesi gerekirken, bir buçuk gün sonra kapısındaydı. Hem de kargo ücreti almamışlardı. Piyasa biraz borcu vardı ama kimsenin ondan ödemesi gibi bir talebi yoktu. Düşünebiliyor musunuz, kredi kartı borcu için banka dahi aramıyordu. Sigaraların bulunduğu kutunun üstünde A4 kağıda “Lütfen veresiye teklif etmeyiniz” yazan bakkal, Servet ne alsa “Abi boşver, nasılsa halledersin” deyip gönderiyordu.
Atölye aşamasına geldiğinde apartmanın bodrumunu kullanmak istediğini söylediği kurmay emekli albay apartman yöneticisi; o gece bodrumu bizzat, şahsen, kendi elleri ile boşaltmış ve temizlemişti.
4.
Atölyede bir çekyatta uyuyordu artık Servet. Bir sabah uyandığında başında onu izlerken Dilşad’ı gördü. İlk kez bir sabah uyandığında bir yabancı bir kadın görüyordu. Oturdu ve bir şiir yazdı, Dilşad kahvaltı hazırlarken. Öğlen bir şiir daha yazdı, akşam bir şiir daha; tam bir mühendis disiplininde. Tüm şiirlerine bayıldı Dilşad. Daha sonra bu yazdığı şiirler kitap oldu Servet’in. Şiir çevirilince pek bir şeye benzemez ama Servet’in şiirleri öyle olmadı. Yedi kıtada herkes çok sevdi şiirlerini. İlkokul kitaplarına hatta sözlüklerdeki örnek cümlelere girdi şiirleri. Şiirlerinden esinlenerek romanlar, tiyatro oyunlar ve filmler yapıldı.
Proje işleri çok denk gidince kenara biraz para koymuştu Servet. Eskiden beri hobisi olan borsaya biraz para yatırdı. Eskiden de borsa da sanal paralar ile oynar, sanal olarak batardı ama para gerçek olunca her şey değişti. İlk bir ayın sonunda yüzde dört yüz üç kar etmişti. İkinci ayda ise hemen hemen aynı oranda. İşin güzel kısmı buna çok zaman ayırmıyordu da. Sadece yemek yerken ve Dilşad’la beraber gelecek hayalleri kurarken. Annesi Dilşad’ı çok sevmişti. Annesi ilk kez Servet dışında birini sevmişti.
Dilşad’ın anne ve babası öğretmendi. Onlar da Servet’i çok sevdiler ve aynı anda “Verdik gitti” dediler daha istemeden. Servet ise tanışmaya gittiği yemekten sözlü olarak ayrılmıştı. Düğün iki taraf için de angarya olduğundan nikahı bir hafta sonra kıydılar ve Dilşad atölyeye gelin geldi. Balayı planlarını ertelediler, çünkü yapılması gereken çok şey vardı.
Dünya hafız şampiyonuyla bir otobüste yerine bilet basarken tanıştı Servet. Laf lafı açtı, adam diğer gün atölyeye geldi ve kayda girdiler.
Aynı haftanın bir çarşamba sabahı Dilşad elinde gebelik testi ve çift çizgi olmasına rağmen sanırım hamileyim, dedi. Servet’in bilime inancı yüksekti. Ben eminim ki hamilesin, dedi. Çok mutlu oldular tabi. Servet daha önce hiç düşünmemişti ama baba olmak için çok hazırdı. Hemen kazandığı para ile müstakil iki ev tuttular Dilşad’ın ailesinin oturduğu muhitten. Bir evde Dilşad, Servet ve bebek kalacaktı, yan evde ise Servet’in annesi yaşayacak ve atölye olacaktı. Giderlerken emekli kurmay albay daha önce hiç selam vermediği bakkala sarılıp ağladı.
5.
Yeni ev beraberinde enerji ile geldi. Dilşad’ın hamileliği sorunsuz ilerlerken Namazmatik de bebek gibi gelişiyordu. Bir erkek çocukları oldu. Babasını adı olan Vahdet’i tercih ettiler. Vahdet bebek, atölyede Namazmatik’ler beraber büyüdü. Annesi yıkayacağı zaman Namazmatik’e saklanıyordu falan; bir sürü çekirdek aile komiklikleri.
6.
Neyse hikaye böyle uzadı gitti, daha fazla kafa açmayacağım. Servet’in hayatında her şey denk gitti. Ne istese oldu. Harika bir hayat sürdü; dünyanın gezilecek her yerini gezdi, tadılabilecek tüm zevklerini tattı. Mesela gitti altmış yaşındayken yirmi yaşında bir kıza aşık oldu, kız da ona aşık oldu. Ne Dilşad, ne Vahdet, ne annesi, ne kız tarafı, ne de sivil toplum örgütleri, ne feministler ne de mahalleli; kimse bu durumu yadırgamadı. Kıza da bir ev bir, atölye açtı. Üç gün orada, dört gün burada yaşadı gitti. Mesela Vahdet otuz yaşında başbakan oldu. Mesela Eurovision’a yeniden katılmaya başladık ve her sene biz kazandık. Mesela Türkiye Avrupa birliğine girdi. Mesela… mesela… mesela…
7.
Ama Namazmatik ise hiç tamamlanamadı. Uğraştırdı duydu. Hani “Beni gör” diyerek saldığı muhabbet kuşu var ya. Onu da azat olduktan üç dakika sonra bir karga öldürdü.

Hiç yorum yok: