Belki
Delirmiştim de ama Bu İyi Bir Delirimdi
“Liseye geçene kadar
iyi bir öğrenciydim ama lise birle birlikte feci bir sallanmıştım. Yeni okul
kabus gibiydi. İki dolmuş yapıyordum, bir dönem geçmişti ve henüz dolmuşta hiç
oturamamıştım; üstüne üstülük gidiş geliş yol iki buçuk saatimi alıyordu. Okula
gittiğim gibi ise kabus büyüyor; dersler kafama zerre girmiyor; ergenlik,
hormonlar canıma okuyordu. Geriye fönlü saçları ile iri bir cüceye benzeyen,
soluk yeşil takım elbiseli müdür muavini bana takmıştı; sınıf tekrarı yapan,
façacı, çekik gözlü esmer tip de; sinir ilaçları kullanan, kompleksli, babamın
üç aylık maaşından daha pahalı cep telefonu kullanan zengin çocuğu da. Mütemadiyen
birileri beni aşağılıyordu. İsyan edesim vardı ama isyana takatim yoktu. Tüm
bunlar yetmezmiş gibi bir de aşık olmuştum. Bir kurtuluş umuduyla açıldığım;
saatçi bir baba ile konsomatris bir annenin büyük kızı olan Zeynep bana o ana
kadar yaşadığım acıların en büyüğünü yaşatmış; hem dalga geçmiş, hem de erkek
arkadaşına beni sınıfın ortasında dövdürmüştü. Bir tek apolitik aktivist İsmail
Hakkı ile aram iyiydi ama o da eylem eylem dolanmaktan pek okula uğramıyordu.
Telefonun alarmı
çalmaya başlayınca içimden, ‘Kabus gibi güne merhaba’, diyerek bir sabah
uyandığımda, yüzümü yıkamadan oturduğum kahvaltı masasında; babam Bülent Kayabaş’a,
annem ise Nilgün Belgün’e benziyordu. Sesleri eski sesleriydi ama yüzleri
değişikti; babamı artık bir tek onda kalan yirmi yıllık demode ekoseli
kravatından, annemi ise ozon lekesi olmuş çiğ pembe pijamasından tanıdım. Okula
gitmek istemiyorum hastayım, dedim ama inanmadılar. Annem ağzından köpükler
çıkara çıkara bağırdı bana, Nilgün Belgün’ü hiç böyle asabi görmediğim için çok
şaşırdım. Çaresiz giyinip evden çıktım.
Dolmuş durağına doğru
yürürken durum farksızdı. Bülent Kayabaş kılıklı simitçiden bir simit aldım ve
Bülent Kayabaşlarla ve Nilgün Belgünlerle dolu dolmuş durağında beklemeye
başladım. İçimde tarifsiz bir korku ve kaygı vardı ama zaten dün de bundan pek
farklı değildim. Kabustur nasılsa birazdan uyanırım derken okula girdim. Şimdi
tam hatırlamıyorum ama önemli bir gündü. Soluk yeşil takım elbisesiyle kısa bir
Bülent Kayabaş konuşma yapıyordu. Takım elbisesinden bana takık müdür muavini
olduğunu kestirdim. Bir yandan heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatırken bir
yandan da beni kesiyordu. Eskisi kadar ürpertici değildi ama bakışları. Bülent
Kayabaş sağolsun.
Sıraya girmek istediğim
an ise iş daha korkunç bir hal aldı. Hangi sıra bizim sınıfındı
kestiremiyordum. 9-E ye gidiyordum, baştan beşinci sıra bizim olmalıydı ama
müdür muavini kaç dakikadır konuşuyorsa tüm sıralar karışmıştı. Yanlış sırada
durmak da istemezken kırık kolu ile bana gülümseyen birini gördüm. Zaten okulda
bana sadece tek kişi gülümserdi, İsmail Hakkı. Ne oldu koluna, dedim ama ne
olduğunu kestirebiliyordum, ne eylemi diye sormadan; eşcinseller için yürürken
Çevik Kuvvet daldı, dedi. Normalde hemen ne o eşcinsel misin?, diye sormam
gerekirdi ama İsmail Hakkı’nın birilerini hakkını araması için mağduriyeti kendisinin
yaşaması gerekmezdi.
O gün öyle geçti.
Birkaç saat sonra duruma alıştım da. Zaten herkes bana yabancıydı. Eskiden
korktuğum tiplerin hangileri olduğunu Bülent Kayabaşlar içerisinden seçemediğim
gibi Zeynep’in hangi Nülgün Belgün olduğunu da çıkartamıyordum, stresim
otomatik olarak azalmıştı. Eve dönerken kalabalıktan o kadar da rahatsız
olmadım. Hem tüm kadınların Nilgün Belgünleşmesi muhteşem bir durumdu, çünkü
Nilgün Belgin her yaşında güzeldi.
Eve gittiğimde amcam
bize gelmişti, babama zaten çok benzerdi ve annem evde dışarıda giyilen
kıyafetleri ile evde oturulmasını nükleer tehdit gibi algıladığından, amcama
babamın eşofmalarından birini vermişti. Babamla amcamı ayırt etmem artık
imkansızdı. Denemek için sırayla ikisini de baba diye hitap ettim. Hiç ters
tepki vermediler. Diğer gün kahvaltıdan kalktığımda ikisi de bana harçlık verdi
ve hangisi ne kadar verdi ayırt edemedim. İlk kez bir gün sonra dolmuştayken
delirmiş olabileceğim aklıma geldi. Belki delirmiştim de ama bu iyi bir
delirimdi.
İnsanları
birbirlerinden ayırabilmek için çok dikkatli olmalıydım artık. Hani bir
duyusunu kaybedenlerin diğer duyuları gelişirmiş ya; aynen bende de öyle oldu.
Herkes müdür muavinim abuk subuk takım elbiseler giymiyordu ki.
Yürüyüşlerinden, ses tonlarından, saatlerinden, ayakkabılarından, tokalarından,
takılarından; hatta takıntılarından insanları ayırmaya ve sınıflandırmaya
başladım. Hatta zamanla herkesle iletişime geçebileceğim bir tavır geliştirdim.
Saygılıydım, samimiydim ve temkinliydim. Hiç tanımadığım bir Nilgün Belgün ile
de; çok yakın olduğum bir Nilgün Belgün ile de aynı tavırda konuşarak iletişime
geçebiliyordum. Zaten erkeklerle iletişim hep daha kolaydır, o zaman fark ettim
ki zaten tüm erkekler birbirlerine ‘Abicim’ diyordu.
Okul bitti ve İsmail
Hakkı’nın babasının sigorta şirketinde işe girdim. Sigortacılık tam bana
göreydi, yeni geliştirdiğim iletişim tarzım sayesinde - saygılı, samimi ve
temkinli - güzel iş yapar, az kazanır hale geldim. İsmail Hakkı’nın babasını
tanıyınca İsmail Hakkı’nın isyanına hak vermemek elde değildi. İki sene o
sigorta ofisinde köle olarak çalışıp işi öğrendim. Bir sabah babam artık
evlensen, dedi. Tüm kadınlar benim için aynıydı ve ben de Nilgün Belgünlerden
maddi durumu iyi bir aileden gelen biri tanesi ile sevgili oldum ve evlendik.
Kayınbabamın da desteği ile kendi sigorta ofisimi açtım ve devamını
biliyorsunuz. Çok çalıştım. Gerçekten çok çalıştım.
Sözlerimi burada
bitirirken; bugün bu ödülü, Yılın Sigortacısı Ödülünü, almamda yardımcı olan
tüm Bülent Kayabaşlara ve Nilgün Belgünlere teşekkürü borç biliyorum; iyi ki
varsınız”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder