28 Mart 2013 Perşembe

Emekli Bürokrat


Yere sağlam basarak yürüyen adamlar vardır, hani adımları herkesten daha çok ses çıkartır. Kaç yaşında olurlarsa olsunlar sandalyede dimdik otururlar. Sesleri biraz toktur; buyurgan, samimiyetsiz tavırları vardır. İşte emekli bürokrat Tunç Güryokuş bu türün en elit örneklerinden biridir. Ömrü yurt dışında, konsolosluklarımızda çalışarak ve ülkemizi temsil ederek geçmiş bir vatanseverdir. Milli bayramlarımızdan bir gün önce balkonuna yirmi metrekare büyüklüğündeki Türk bayrağını açar, bayramdan sonraki gün hava kararınca toplar. Alt komşusu sırf bu yüzden üç gün evin içinde kırmızı loş  bir ışıkta oturur ama yapacak bir şey yoktur. Tunç Güryokuş'la tartışılmaz, hele bazı konular hiç tartışılmaz.
                                  
Emekliliğinin ilk yılı çıkmadan bir sabah eşi Mehtap Güryokuş’un kendisinden önce uyanmadığını hissedince bir terslik olduğunu anladı. Nabzına kontrol etti, hayat arkadaşı ölmüştü. Sakince 112’yi arayıp eşinin öldüğünü, acele etmelerine gerek olmadığını söyledi. Ambulans sadece on dakika sonra geldiğinde Tunç Güryokuş tıraşını olmuş, takım elbisesini giymiş ve saçlarını taramıştı.

Devlet töreni yapıldı. Tabutu askerler taşıdı. Emekli askerler, emekli bürokratlar ve emekli milletvekillerden oluşan bir kalabalık defne katıldı. Çoğunun cenazeye katılma sebebi yarın bir sıra kendilerine geldiğinde kendi cenazelerinin kalabalık olmasını istemeleriydi. Az konuşuldu ama çok fısıldandı. Herkes; “Bahar nerede”, “Bahar’ın haberi var mı?” diye birbirine sordu durdu. Ama kimse Tunç Güryokuş’a soramadı. Yurt dışı görevleri farklı özellikle katar insana. Mesela daha iyi duyarsınız, bir kokteylde on metre ilerinizde konuşulanları duymaya çalışa çalışa gelişir bu yetenek. Dudak okuyabilirsiniz. Hem de birkaç dilde. Eşinin cenazesinde hep aynı kelimeyi duyup durdu: “Bahar”

Bahar Amerika’da otoban üzerindeki restoranların birinde eşiyle beraber çalışmaktaydı. Babasının zoruyla, babasının izinden gitmişti. Özel bir üniversitede uluslararası ilişkiler bitirdi ve o yaz iki aylık bir dil kursu için Amerika’ya gitti. Yirmi iki ay dönmedi. Orada Adrian ile tanıştı. Birbirlerini çok sevmeselerde  adını koyamadıkları başka şeyler buldular birbirlerinde ve evlendiler. Tunç Güryokuş evlendiğini öğrendiği gün evlatlıktan reddetti ve reddi miras davası açtı. Hiçbirine şaşırmadı Bahar. Annesinin öldüğünü de yirmi iki ay sonra öğrendi. Mezarını ziyaret edip tekrar Amerika’ya döndü, babasının yanına uğramadı.

Yalnızlığının ilk günlerinde Tunç Güryokuş günlerini kitap okuyarak, haber kanallarını izleyerek, politikacılara kızarak, açık oturumlara telefonla katılarak ve başka isimlerle gazetelerin internet sayfalarındaki haberlerin altına yorum göndererek geçirdi. Pantolonu hep ütülüydü. Kendi işlerini kendi hallediyor, kimseyle gerektiğinden bir kelime bile fazla konuşmuyordu. Sonra bir gün canı tıraş olmak istemedi.

“Mehtap Hanım yaşasaydı da beni bir günlük sakalla görseydi keşke” diye içinden geçirdi. O gün karısını özlediği ilk gündü. Elinde kumanda haber kanallarını gezip durdu. Gündem durağandı. Ne Türkiye’de ne Dünya’da yaprak kıpırdamıyordu. “Bir son dakika haberi olsa da neşemizi bulsak”, dedi ama o gün haber niteliği taşıyan hiçbir şey olmadı.

Yine böyle son dakika gelişmesi olmayan bir gün aklına bir fikir geldi. Emekli bir bürokrattı, yıllarca elçiliklerde çalışmıştı, yüksek risk grubundaydı. Eski gazetelerden özenle harfleri kesti ve kendi kendine bir tehdit mektubu yazdı. Sonra da polisi arayıp durumu haber etti. Emniyet müdürü olayla şahsen ilgilendi ve eve kadar geldi. Akla hemen yasa dışı örgütler geldi. Tunç Güryokuş eski günlerdeki gibi önemli bir adam olmuştu. Çevresindekilere şüpheli listesini verirken bir yandan da vatanını ne kadar sevdiğinden ve ölümden zerre korkmadığından bahsediyor; herkes saygı, hatta hayranlıkla onu dinliyordu. Dışişleri Bakanı ile telefonla bile görüştü.

Emniyet müdürü hemen üç koruma verdi. İkisi evde duruyor, üçüncü apartmanın girişinde bekliyordu. Sekiz saatte bir nöbet değiştiriyor ve Tunç Güryokuş ne derse emir adlediyorlardı. Çayını bile koruma polisler demledi. Zaten Tunç Güryokuş’da anıdan bol bir şey yoktu. Yaşlılık ve aylar süren sessizlikten olsa gerek anlattıkça anlattı. Macar Büyükelçisine ettiği küfrü, Gana’da kendisine hediye edilen zenci kızları, Belçika Konsolosuna soktuğu lafı hatta İngiltere’de bir davette Kraliçe Elizabeth’in  burnunda tatak olmasını...

Bir hafta sonra korumalar ikiye, bir ay sonra bire düştü. Son  koruma da gittiğinde Tunç Güryokuş elinde kumanda haber kanalını izliyordu. Aylar sonra aynı numarayı bir kez daha çekti, hatta arabasının camlarını da kırdı. Bu sefer ne emniyet müdürü geldi ne de bakan aradı. Bir koruma verdiler o kadar. O da hiç hoşsohbet değildi, cep telefonuyla oynayıp duruyordu.

Tunç Güryokuş bir gün bitirdiği gazeteyi sıkıntıdan tekrar okurken bir ilan gördü. “Yatılı çalışacak Rus hizmetçiler”. Hemen aklına yattı. Zaten Rusça da biliyordu.

Hiç yorum yok: