Ceyda'nın yalnızlığı zirvedeki yalnızlıktı. Tanıdığı, hatta tanıdıklarının tanıdığı herkesten daha güzel ve zekiydi. Etrafındaki küçük insanlar kıskançlıkla bakarlardı ona. Ceyda'nın yanında herkes kendini çirkin ve aptal hissederdi. Kimse onunla fotoğraf çektirmek istemez, en basit konuyu bile konuşmaktan kaçarlardı. Bilirlerdi ki, Ceyda yanılmaz.
Sıradanlaşmak için çok çabalardı zavallı Ceyda. Bir keresinde sırf kendi güzelliğini bastırmak için bahçivan tulum, topuklu ayakkabılar ve halka küperler ile dışarı çıktı. Diğer gün tüm şehir Ceyda gibi giyiniyordu.
"İnsanlar benden kaçsa da ben insanlık için bir şeyler yapmalıyım" diye düşündü Ceyda. Belki böylelikle yalnızlığımı giderebilirim.
Yalnızlığın pençesini ensesinde hissettiği soğuk bir gecede yalnız kızımız Ceyda sokaklarda yürüyorken elinde lcd televizyonla koşan bir adam gördü. "Bu saatte kim elinde televizyon ile koşabilir ki? Hırsız olmalı bu adam," diye içinden geçirdi. Sonra koşarak adamı yakaladı ve dövmeye başladı. İki sert tekme ile adam kendini yerde buldu. Ceyda hırsızın gözlerinin içine bakarak sordu; "Neden?". Adam şaşkınlık ve göz yaşları içerisinde " Annem çok hasta onun tedavisi için para lazımdı. Ondan çaldım. Param olsun daha yenisini alacaktım onlara, ben iyi bir insanım." dedi.
Ceyda saf değildi. "Götür o zaman beni annenin yanına." dedi. Baktı ki hırsız kem küm ediyor Ceyda'nın aklına daha parlak bir fikir geldi. Herkes hırsız yakalar, herkes iyilik yapar. Ben yaptığım işte bir farklılık yaratmalıyım diye düşündü ve hırsızın gözlerine baktı. "Şimdi burada bir tarih yazılacak. Sende bu anın canlı tanığı olacaksın. Gözlerin ela mı senin?"
Ceyda makyaj malzemelerini çıkarttı ve hırsıza iddialı makyaj yaptı. Daha sonra da abiye bir kıyafet giydirdi. Hırsız korkudan itiraz edemiyor, başına geleceklerden korkuyor ve yalvarıyordu. Ceyda ise hırsız her ağzını açtığında bir tokat atıyor ve " Biraz daha yalvar ki, daha al yanakların olsun; sana kırmızı çok yakışıyor." diyerek hırsız aşağılıyordu.
Hırsızı süsleyen Ceyda büyükçe bir kutu buldu ve "Lütfen içine giriniz ve sessiz olunuz." dedi. Hırsız çaresiz Ceyda ne dese yapıyordu. Hırsızı paketleyen Ceyda uzun zamandır hissetmediği bir huzur hissetti. Yalnızlığına çare bulmuştu. Hırsız paketlemek.
Karakolun bahçesine giren Ceyda kolluk kuvetlerine hırsızı teslim etti. " Yarın gece bu saatlerde, başka bir hırsızla görüşmek üzere, esen kalın" diyerek evinin yolunu tuttu.
Hayat artık Ceyda için daha çekilebilir bir hal almıştı. Her gece bir, iki hırsız paketliyordu. Gecelerin kontrolü artık hırsızların elinden kayıyordu. İstanbuldaki suç oranı düşüyor, insanları bir huzurdur almış gidiyordu. Mutlu insanlar görüyorduk otobüslerde, vapurlarda.
Bir gece Ceyda yaklaşık iki metre boyunda, eski güreşçi olduğu kulaklarının ezikliğinden belli, izbandut gibi bir adam gördü. Altı tane diz üstü bilgisayarı üst üste koymuş sakin sakin yürüyordu. Ceyda'yı görmemezlikten gelerek kurtulacağını sanacak kadar devekuşu beyinli bir adamdı. Ceyda izbandutun yanına yaklaşarak "İzbandut, rum korsanı demektir; korsan ise gemilere saldıran deniz haydutu. Kulaklarının ezikliğinden güreşle uğraştığını anlıyorum, ellerindeki altı dizüstü bilgisayardan ise güreşi bıraktığını ve kendine kanunsuz bir kariyer çizdiğini. Benden kaçmak yerine görememezlikten gelmeyi tercih etmenden de aptal olduğun çıkarımını yapabilirim.". İri yarı hırsız Ceyda'nın gözlerine bakarak, " Ne diyon sen bacım?" dedi.
İzbandutun sözünü bitirdiği ile tekmeyi ense köküne yemesi bir oldu. Yediği tekme ile dizleri üstüne çöken adama bakan Ceyda her zamanki gibi sorusunu sordu, "Neden?"
Bu soruya genelde verilen cevap aynıdır. Kimse hırsız olduğunu kabul etmez; paraya çok ihtiyacı olduğu için yaptığını ve eline para geçer geçmez ödeyeceğini söyler. Bu sefer aldığı cevap ise şaşırtıcıydı. "Çilingir diye biri türedi sokaklarda haberin yok mu? O hırsızlıkla değil kapıları açmakla ilgileniyor. Üst sokağa bak istersen tüm kapılar açık. Ben aslında ilaç mümessiliyim ama kapıları açık görünce dayanamadım. Pişmanım abla".
Ceyda şaşkındı. " Bana abla deme!" diyerek bir tokat aşketti. "Kaç doğumlusun sen?". İzbandut şaşkın "Ben öyle demek istememiştim saygıdan abla" dedi. Ceyda bir yandan çilingiri düşünerek " Kusura bakma senin makyajını biraz hızlı yapacağım, şu çilingir meselesi kafamı karıştırdı." diyerek izbandutun makyajına başladı.
Makyajını bitirip abiyesini giydiren Ceyda izbandutu paketleyip karakola götürdü. Zaten başkomiser ve memurlar karakolun bahçesinde tören dizilişi ile Ceyda'yı bekliyorlardı. "Rahat arkadaşlar!" diyerek kolluk kuvvetlerini rahat olmaya sevkeden Ceyda izbandutu teslim ettikten sonra başkomisere sordu,"Bu çilingir ne ayak?". Komiser, "Manyağın biri Ceyda Hanım. İşi gücü yok herhalde.Yalnız mıdır, piskopat mıdır bilemiyorum. Kapıları açıyor ama hırsızlık yapmıyor. Şehrin tüm çilingirlerini içeri aldım bu adam o gece yine bir sokak dolusu kapı açtı. Ellerinden öper artık bu işte.". Ceyda mağrur bir ifade ile " Bakarız." dedi ve karanlık sokakta kayboldu.
--
Çilingirin hikayeside Ceyda'nın hikayesinden çok farklı değildi. O da çok iddialı bir dış görünüşe ve karşısındaki herkese kendini aptal hissettirecek zekaya sahipti. O da çok çabaladı sıradanlaşmak, sosyalleşmek için. O da başaramadı. O da yalnız gecelerde çıldıracak gibi oldu, o da yalnızlığına bir çözüm buldu. Ceyda'dan tek farkı seçtiği yoldu. Ceyda kendini iyiliğe adamıştı, çilingir ise kötülüğe. Ceyda insanların mutluluklarını, çilingir ise zaafları izlemekten hoşlanıyordu.
İkisi de önceleri gecenin esirleriydi ve ikisi de geceyi kendilerine esir etmeyi başarmışlardı. Şimdi ise yolları kendilerine esir ettikleri gece de kesişti.
---
Çilingir, Ceyda'nın işini zorlaştırmıştı. Öyleki her gece yirmi hırsız yakalamaya başlamıştı. Hırsızlar aptaldırlar, yakalamak zor değildi ama yirmi kişiye birden makyaj yapmak yıpratıcıydı. Tabiki Ceyda buna da bir çözüm buldu.Hırsızları ip gibi diziyor ve her birinin bir ötekine makyaj yapmasını sağlıyordu. Artık bir kutuya iki hatta üç hırsızı sığdırmak zorunda kalıyordu. Ceyda sineklerden kurtulmanın yolunun bataklığı kurutmak olduğunun farkındaydı.
Gece şehre çöktüğünde, Ceyda yine sokaklarda yürüyordu; bu sefer hırsızları yakalamak için değil, çilingiri yakalamak için. Hırsızları gördüğünde eskisi gibi makyaj yapmıyor sadece " S..tir git lan!" diyerek kovalıyordu. Yalnızdı Ceyda, hemde hiç olmadığı kadar...
Geceleri kendinden çalan çilingirin peşinde aylar geçirdi Ceyda ve her geçen gün İstanbulda suç oranı arttı. Komşu şehirlerden hırsızlar aktı ve yaşanamamazlığı biraz daha arttı dünyanın en güzel şehrinin.Mutsuz insanlar görür olmuştuk otobüslerde, vapurlarda.
Çilingirin peşinde geçirdiği bir gecenin sonunda, güneşin doğmasına az bir zaman kala, Ceyda evinin yolunu tutmuş hüzüyle beraber yürüyordu. Eve varmasına az bir mesafe kala ise onunla gözgöze geldi. Afrika'nın ücra bir köşesinde karşılaşmış iki misyoner gibiydiler ya da İzlanda da futbol oynamaya gelmiş iki Kongolu sporcu. Birbirlerini görür görmez tanıdılar. Çilingir, Ceyda'nın gözlerinin içine bakarak, "Sanırım ikimiz içinde zor ve yalnız bir geceydi, deniz kenarında bir kahvaltıya ne dersin?"
O kahvaltı ikisininde hayatını değiştirdi ve bir daha hiç ayrılmadılar. Her dakikasını berbar geçiren sıkıcı çiftlerden oldular. Yanlızlıkları bitti sonunda.
Geceler macera başlamadan önceki haline döndü. Ne kapıları açacak bir çilingir vardı ne de hırsızları paketleyecek bir Ceyda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder