2 Aralık 2016 Cuma

Dur okuyucu!

Siz hiç iki sincabı kavga ederken gördünüz mü? Hem de birbirlerine ağza alınmayacak küfürler ederken. Ve bu da yetmezmiş gibi dövenin diğerine… neyse ben bu sabah camlarındaki karları kürediğim arabam ısınsın diye içinde beklerken bunları gördüm. Halüsinasyon mu diye kontrol etmek için değil de, arkadaşlara gösterir ve belki haber kanallarına satarım diye telefonumla kayıt da ettim. Ofisteki arkadaşlarıma gösterdim çay makinasından çayımı aldıktan hemen sonra. Tabi inanmadılar ve feyk dediler. Zaten onları oldum olası samimiyetsiz bulduğum için…
Dur okuyucu! bu başka hikaye… Şu basketbollu olanı anlatacaktım.
Salak saçma bir gazete o pazar günü promosyon olarak basketbol topu veriyordu. 8. sınıfa gidiyordum, boyum kısaydı ve uzamıyordum. Okuldaki boy sırasında ise her ay bir sıra geriliyordum ve kızların en uzunu olan şişko Nuran’la yan yana gelmeme sadece birkaç kişi kalmıştı. Uzamak için bildiğim tek şeyi yapmaya çalışıyor ama kendimi tutamıyordum. Rüyalar, rüyalar…
Sabah kalktım ve gazete ile verilen topu alıp, sektire sektire eve geldim. Ebeveynlerim evin içinde de topu sektirip hayali şutlar sokmama kahvaltıdan sonra sadece on dakika kadar katlanabildiler ve çarkıma tükürmekle tehdit edip, ders çalışmam için beni odama gönderdiler. O kadar sık ders çalışmam için odama gönderiliyordum ki, odamda geçirdiğin sürenin sadece %3’ünde ders çalışsam sene sonunda hem sözlü, hem de matbu bir teşekkür alırdım.
Bir süre annemin küfrü üzerine düşünüp anlamlandıramadıktan sonra sinirlerim bozuldu. Kıpkırmızı oldum. Tipik bir sinir krizi hali. Ellerimin titremeye başladı, durduramadım. Aklıma nedense Süphaneke geldi. Okumaya çalıştım ama okuyamadım; hepten karıştı, birbirine girdi. Bari daha çok batmayım diye sustum ama ellerimin titremesi durmuyordu. Başım dönmeye başladı, sandalyemden kalktım ve bir adım attım. Sanki yer kırıldı gibi hissettim, sonra da kendimi yerde buldum. Kalkmaya çalıştım ve zar zor doğrulup kendimi yatağa attım. Başım çatlıyordu sanki. Kulaklarımdan alev çıkıyordu desem çok abartmış olmam. Vücudum bu kadar ısıya dayanamadı ve ter bastı. Ama böyle bir terleme de yok. Üstümdeki tişörtüm sırılsıklam olurken bayılmışım.
Sanırım on beş dakika sonra uyandım.
Gözlerim yaşlı koşarak olanları anneme anlattım.
Annem bahar bahar patik örüyordu. 4 tane şiş vardı elinde ve bana baktı. Sonra kanepe kestiren babama baktı. Sonra bir imlek attı. Sonra tekrar bana baktı. Sonra sigarasından bir nefes aldı ve kahvesinden bir yudumla nefesini birleştirdi. Tekrar babama baktı ve Kalk da çocukla biraz top oynayın, dedi.
Babam annemin öyle her sözünü dinleyen bir adam değildi ama ne olduysa Tamam tamam, dedi ve kalkıp üstüne eşofmanlarını giydi. Ben de odama geçip; şort ve tişörtümü giydim. Babam futbol sever diye plastik topumu alıp kapının önüne çıkmıştım ki, babamı sabah gazetenin verdiği basket topu ile gördüm. İster istemez biraz şaşırdım. Babamın basketbol hakkında hiçbir şey bildiğini zannetmiyordum. Daha önce konu hakkında hiç konuşmamıştı. Benim okulda biraz da olsa oynamışlığım vardı. Teke tek oynarsak babamı ilk kez yenmenin tadını çıkartabilirdim. Zaten son birkaç yıldır kendisinden pek haz etmiyordum.
Potalara doğru yürürken babam topu sektirmeye başladı ve babamın belki de ilk kez basket topunu eline aldığını o zaman anladım. Çok kötüydü. Topu sektirirken bazen ayağına çarpıyordu ve top arabanın altına kaçıyor, o zaman da Hadi koç şu topu al, diyordu. Potalara doğru giderken çok heveslenmiştim. Kazanacaktım! Boyum babamdan kısa olsa da, bu kazanmama engel değildi. Potalara vardığımızda ise manzara şöyleydi. Bir potada benden büyük ve uzun abiler basket oynuyorlardı. Hepsinin spor ayakkabıları renkli ve pahalıydı; çok sıkı bir maç yaptıkları belli oluyordu; kıskandım, çok eğleniyorlardı. Diğer potada ise kimse yoktu.
Babam topu aldı bir şut attı, potaya bile değmedi. Ben bir şut attım, potaya değdi ama sayı olmadı. Babam attı, potaya değmedi, ben attım, potaya değdi ama sayı olmadı. Babam attı, potaya değdi ama sayı olmadı ve ben şut attım; sayı oldu. Çok sevindim. Babamı yenebilirdim. Baba maç yapalım mı?, dedim; Yapalım kerata, dedi ve maça başladık. Tek attım girmedi, ilk hücum babamındı. Birkaç stepsle karışık bir şut attı ve sayı oldu.
Şans ya! Başka bir şey değil. Neyse sustum ve sıra bana geldi. Turnikeye girerken babam omuz attı ve yere düştüm. Faul!, dedim; Babam ise Basketbol bu erkek oyunu! Kalk kalk!, dedi ve oynamaya devam etti.
Erkek oyunu olan futboldu, bu basket daha nazik ve elit bir oyundu ama bunu babama anlatmamım imkanı yoktu.
Babam omuz ata ata pota altına girdi ve üç dört ribaunt olarak bir sayı daha aldı. Sinir olmuştum yine ve yine ateş basıyordu ki bir ses duyduk.
Tünaydın! – sesli harfleri uzunca söyledi- Ne kadar güzel bir öğleden sonra değil mi? Bir maça ne dersiniz? Adam en az 1.90’dı. Yani babamdan çok uzundu ve çok atletik duruyordu. Oğlu da benden en az 20 santim uzundu; bir kere sarışındı, ikiye ayırdığı saçları ile bizden daha çok bir Hollandalıya benziyorlardı. Ayakkabılarının toplam ederi ise bizim birkaç aylık mutfak masrafımızdan fazlaydı. İkisinde de kolsuz tişörtler, uzun basketçi şortları vardı. İkisinin de başında ve kollarında ter bandı vardı. Babam bir yutkundu, sonra da Tamam, dedi.
Tamam mı? Baba ne tamamı? Tiplere baksana! Adamlar bizi yer. Sen top sektiremiyorsun, benim ise okuldaki lakabım ‘cüce irisi’ Ne tamamı ya!, diye içimden çemkirdim. Tüm bunlar yetmezmiş gibi yeni rakiplerimiz ısınma hareketleri yapmaya başladılar. Isınma hareketi yapandan korkacaksın. Babam daha önce potaya gelmenin verdiği ev sahipliği hissi ile bizim topla oynamaya rakiplerimizi ikna etti. Hala içimdedir o topla oynayamamak.
Maç başladıktan beş dakika sonra durum 10-0’dı. Bir şut dahi çekemedik. Yediğimiz bloklar onur kırıcıydı.
10. sayıyı yedikten sonra babam topu eline aldı. Bana pas atar gibi yaptı ama adamın burnunu topu tüm kuvveti ile attı. Adam yere düştü başını da yere çarptı. Adamın kafası çift yönlü kanıyordu, tişörtü o kadar çok kan oldu ki; biraz korktuk, babam özür diledi ve hemen bir taksi durdurup adamı bindirdi, Ben de geleyim falan dedi ama gitmeye niyeti olmadığı belliydi. Adam ve çocuğu taksiyle uzaklaştıktan sonra da biz gülmeye başladık. Hem de bildiğin kötü adam kahkahaları ile. Babam elini omzuma attı ve eve galip edası ile girdik. Babam olanları annene anlatma demedi ama ben de anlatmadım.
Dur okuyucu! Bu hikaye böyle bitecek sandın ama böyle bitmedi.

Adam bize taktı, hem de feci taktı. Hem maddi hem manevi dava açtı. Geceleri evimizin önünde kendi gibi sarışın uzun arkadaşları ile sabahlara kadar oturdu, geceleri telefon açtı ve küfürler savurdu, annemin kimliğini çalıp naylon şirket kurdu, dedemin eski Toros arabasını çizdi, bizim evde uyuşturucu madde üretiliyor diye polisi yanlış ihbarlarda bulundu, halamı faceten ekleyip kendine aşık etti ve yüzüstü bıraktı, babamın çalıştığı şirketi batırıp babamın işsiz kalmasını sağladı, posta kutumuza tehdit mektupları attı, benim adıma feyk sosyal medya hesapları açıp gay pornosu görüntüler yayınladı, hava sıcaklığının sıfırın altına düştüğü ilk gecelerde kapımızın önüne su döküp donmasını sağlayıp düşmemize çalıştı, babamın ve benim vesikalık resimlerimiz ile en aptalca şiirleri yazıp posta gazetesinde yayınlattı, halamı tekrar kendine aşık etti ve yine yüzüstü bıraktı, cep numaralarımızı eskort numarası diye internet sitelerine yazdı ve kartvizitler bastırıp yollara attı- benim adım evde evrim, babamın adı sınırtanımaz zülayhaydı-, babamın adına saçma sapan bankalardan kredi kartı başvuruları yaptı, evimize her gece dışarıdan yemek sipariş etti, ispatlayamıyorum ama muhtemelen eniştemi öldürdü –kalp krizi-, yaz geceleri açık olan penceremizden içeri fare attı, bir şekilde evimizin haşaratlar tarafından işgal edilmesini sağladı, drone ile evimizi gözetledi, misafirlerimizin ayakkabılarını çaldı… Sonra bir gün yüreği soğudu.

Hiç yorum yok: