Siz hiç iki sincabı kavga ederken gördünüz mü? Hem de
birbirlerine ağza alınmayacak küfürler ederken. Ve bu da yetmezmiş gibi dövenin
diğerine… neyse ben bu sabah camlarındaki karları kürediğim arabam ısınsın diye
içinde beklerken bunları gördüm. Halüsinasyon mu diye kontrol etmek için değil
de, arkadaşlara gösterir ve belki haber kanallarına satarım diye telefonumla
kayıt da ettim. Ofisteki arkadaşlarıma gösterdim çay makinasından çayımı
aldıktan hemen sonra. Tabi inanmadılar ve feyk dediler. Zaten onları oldum
olası samimiyetsiz bulduğum için…
Dur okuyucu! bu başka hikaye… Şu basketbollu olanı
anlatacaktım.
Salak saçma bir gazete o pazar günü promosyon olarak
basketbol topu veriyordu. 8. sınıfa gidiyordum, boyum kısaydı ve uzamıyordum.
Okuldaki boy sırasında ise her ay bir sıra geriliyordum ve kızların en uzunu
olan şişko Nuran’la yan yana gelmeme sadece birkaç kişi kalmıştı. Uzamak için
bildiğim tek şeyi yapmaya çalışıyor ama kendimi tutamıyordum. Rüyalar, rüyalar…
Sabah kalktım ve gazete ile verilen topu alıp, sektire
sektire eve geldim. Ebeveynlerim evin içinde de topu sektirip hayali şutlar
sokmama kahvaltıdan sonra sadece on dakika kadar katlanabildiler ve çarkıma
tükürmekle tehdit edip, ders çalışmam için beni odama gönderdiler. O kadar sık
ders çalışmam için odama gönderiliyordum ki, odamda geçirdiğin sürenin sadece
%3’ünde ders çalışsam sene sonunda hem sözlü, hem de matbu bir teşekkür alırdım.
Bir süre annemin küfrü üzerine düşünüp anlamlandıramadıktan
sonra sinirlerim bozuldu. Kıpkırmızı oldum. Tipik bir sinir krizi hali.
Ellerimin titremeye başladı, durduramadım. Aklıma nedense Süphaneke geldi.
Okumaya çalıştım ama okuyamadım; hepten karıştı, birbirine girdi. Bari daha çok
batmayım diye sustum ama ellerimin titremesi durmuyordu. Başım dönmeye başladı,
sandalyemden kalktım ve bir adım attım. Sanki yer kırıldı gibi hissettim, sonra
da kendimi yerde buldum. Kalkmaya çalıştım ve zar zor doğrulup kendimi yatağa
attım. Başım çatlıyordu sanki. Kulaklarımdan alev çıkıyordu desem çok abartmış
olmam. Vücudum bu kadar ısıya dayanamadı ve ter bastı. Ama böyle bir terleme de
yok. Üstümdeki tişörtüm sırılsıklam olurken bayılmışım.
Sanırım on beş dakika sonra uyandım.
Gözlerim yaşlı koşarak olanları anneme anlattım.
Annem bahar bahar patik örüyordu. 4 tane şiş vardı elinde ve
bana baktı. Sonra kanepe kestiren babama baktı. Sonra bir imlek attı. Sonra
tekrar bana baktı. Sonra sigarasından bir nefes aldı ve kahvesinden bir yudumla
nefesini birleştirdi. Tekrar babama baktı ve Kalk da çocukla biraz top oynayın,
dedi.
Babam annemin öyle her sözünü dinleyen bir adam değildi ama
ne olduysa Tamam tamam, dedi ve kalkıp üstüne eşofmanlarını giydi. Ben de odama
geçip; şort ve tişörtümü giydim. Babam futbol sever diye plastik topumu alıp
kapının önüne çıkmıştım ki, babamı sabah gazetenin verdiği basket topu ile
gördüm. İster istemez biraz şaşırdım. Babamın basketbol hakkında hiçbir şey
bildiğini zannetmiyordum. Daha önce konu hakkında hiç konuşmamıştı. Benim
okulda biraz da olsa oynamışlığım vardı. Teke tek oynarsak babamı ilk kez
yenmenin tadını çıkartabilirdim. Zaten son birkaç yıldır kendisinden pek haz
etmiyordum.
Potalara doğru yürürken babam topu sektirmeye başladı ve
babamın belki de ilk kez basket topunu eline aldığını o zaman anladım. Çok
kötüydü. Topu sektirirken bazen ayağına çarpıyordu ve top arabanın altına
kaçıyor, o zaman da Hadi koç şu topu al, diyordu. Potalara doğru giderken çok
heveslenmiştim. Kazanacaktım! Boyum babamdan kısa olsa da, bu kazanmama engel
değildi. Potalara vardığımızda ise manzara şöyleydi. Bir potada benden büyük ve
uzun abiler basket oynuyorlardı. Hepsinin spor ayakkabıları renkli ve
pahalıydı; çok sıkı bir maç yaptıkları belli oluyordu; kıskandım, çok
eğleniyorlardı. Diğer potada ise kimse yoktu.
Babam topu aldı bir şut attı, potaya bile değmedi. Ben bir
şut attım, potaya değdi ama sayı olmadı. Babam attı, potaya değmedi, ben attım,
potaya değdi ama sayı olmadı. Babam attı, potaya değdi ama sayı olmadı ve ben
şut attım; sayı oldu. Çok sevindim. Babamı yenebilirdim. Baba maç yapalım mı?,
dedim; Yapalım kerata, dedi ve maça başladık. Tek attım girmedi, ilk hücum
babamındı. Birkaç stepsle karışık bir şut attı ve sayı oldu.
Şans ya! Başka bir şey değil. Neyse sustum ve sıra bana
geldi. Turnikeye girerken babam omuz attı ve yere düştüm. Faul!, dedim; Babam
ise Basketbol bu erkek oyunu! Kalk kalk!, dedi ve oynamaya devam etti.
Erkek oyunu olan futboldu, bu basket daha nazik ve elit bir oyundu
ama bunu babama anlatmamım imkanı yoktu.
Babam omuz ata ata pota altına girdi ve üç dört ribaunt
olarak bir sayı daha aldı. Sinir olmuştum yine ve yine ateş basıyordu ki bir
ses duyduk.
Tünaydın! – sesli harfleri uzunca söyledi- Ne kadar güzel
bir öğleden sonra değil mi? Bir maça ne dersiniz? Adam en az 1.90’dı. Yani
babamdan çok uzundu ve çok atletik duruyordu. Oğlu da benden en az 20 santim
uzundu; bir kere sarışındı, ikiye ayırdığı saçları ile bizden daha çok bir
Hollandalıya benziyorlardı. Ayakkabılarının toplam ederi ise bizim birkaç aylık
mutfak masrafımızdan fazlaydı. İkisinde de kolsuz tişörtler, uzun basketçi
şortları vardı. İkisinin de başında ve kollarında ter bandı vardı. Babam bir
yutkundu, sonra da Tamam, dedi.
Tamam mı? Baba ne tamamı? Tiplere baksana! Adamlar bizi yer.
Sen top sektiremiyorsun, benim ise okuldaki lakabım ‘cüce irisi’ Ne tamamı ya!,
diye içimden çemkirdim. Tüm bunlar yetmezmiş gibi yeni rakiplerimiz ısınma hareketleri
yapmaya başladılar. Isınma hareketi yapandan korkacaksın. Babam daha önce
potaya gelmenin verdiği ev sahipliği hissi ile bizim topla oynamaya
rakiplerimizi ikna etti. Hala içimdedir o topla oynayamamak.
Maç başladıktan beş dakika sonra durum 10-0’dı. Bir şut dahi
çekemedik. Yediğimiz bloklar onur kırıcıydı.
10. sayıyı yedikten sonra babam topu eline aldı. Bana pas
atar gibi yaptı ama adamın burnunu topu tüm kuvveti ile attı. Adam yere düştü başını
da yere çarptı. Adamın kafası çift yönlü kanıyordu, tişörtü o kadar çok kan
oldu ki; biraz korktuk, babam özür diledi ve hemen bir taksi durdurup adamı
bindirdi, Ben de geleyim falan dedi ama gitmeye niyeti olmadığı belliydi. Adam
ve çocuğu taksiyle uzaklaştıktan sonra da biz gülmeye başladık. Hem de bildiğin
kötü adam kahkahaları ile. Babam elini omzuma attı ve eve galip edası ile
girdik. Babam olanları annene anlatma demedi ama ben de anlatmadım.
Dur okuyucu! Bu hikaye böyle bitecek sandın ama böyle
bitmedi.
Adam bize taktı, hem de feci taktı. Hem maddi hem manevi
dava açtı. Geceleri evimizin önünde kendi gibi sarışın uzun arkadaşları ile
sabahlara kadar oturdu, geceleri telefon açtı ve küfürler savurdu, annemin
kimliğini çalıp naylon şirket kurdu, dedemin eski Toros arabasını çizdi, bizim
evde uyuşturucu madde üretiliyor diye polisi yanlış ihbarlarda bulundu, halamı
faceten ekleyip kendine aşık etti ve yüzüstü bıraktı, babamın çalıştığı şirketi
batırıp babamın işsiz kalmasını sağladı, posta kutumuza tehdit mektupları attı,
benim adıma feyk sosyal medya hesapları açıp gay pornosu görüntüler yayınladı,
hava sıcaklığının sıfırın altına düştüğü ilk gecelerde kapımızın önüne su döküp
donmasını sağlayıp düşmemize çalıştı, babamın ve benim vesikalık resimlerimiz
ile en aptalca şiirleri yazıp posta gazetesinde yayınlattı, halamı tekrar
kendine aşık etti ve yine yüzüstü bıraktı, cep numaralarımızı eskort numarası
diye internet sitelerine yazdı ve kartvizitler bastırıp yollara attı- benim
adım evde evrim, babamın adı sınırtanımaz zülayhaydı-, babamın adına saçma
sapan bankalardan kredi kartı başvuruları yaptı, evimize her gece dışarıdan
yemek sipariş etti, ispatlayamıyorum ama muhtemelen eniştemi öldürdü –kalp krizi-,
yaz geceleri açık olan penceremizden içeri fare attı, bir şekilde evimizin
haşaratlar tarafından işgal edilmesini sağladı, drone ile evimizi gözetledi, misafirlerimizin
ayakkabılarını çaldı… Sonra bir gün yüreği soğudu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder