13 Eylül 2016 Salı

eniştemi seviyorum

Eniştemi Seviyorum
-Ryan Giggs’e-
1990
Bir adam düşünün; hem halamla, hem de teyzemle farkı zamanlarda evlendi. Ve ikisini de sevdi, ikisine de on numara kocalık yaptı. Halam ve teyzem ise adama çok kötü davrandılar; duygularıyla oynadılar ve aldatıp boşadılar. Eniştem ise hiç çirkinleşmedi, hep efendiliğini korudu; üstüne üstlük nafakalarını da ödüyor. Allah bağışlasın; halamdan da, teyzemden de birer kızı var. Çok iyi bakar kızlarına, her hafta sonu alır gezdirir, ihtiyaçlarını görür; elinden geldiğince yokluklarını hissettirmez. Bir insanı birkaç sıfatla anlatmaya kalmak her zaman eksik kalır ama eniştem çalışkandır, naiftir, bilgilidir ve romantiktir. Bir de çok atletiktir. Koşar gibi yürür, yetişemezsin.
Sabahlar erken kalkar ve gazete dağıtır, sonra hemen koşarak iş yerine gider. Bir matbaada ayak işlerine bakar ve öğlen yemeğini çıkartır; eniştem tüm evliliklerinde yemekleri kendi yapmıştır. Akşamüstü gibi işi bitince telgrafhaneye gider ve düğünlere gidecek telgrafları alıp, düğün salonlarına götürür, eğer salonda eksik varsa garsonluk yapar; gece de evde tespih dizerek yaşamaya çalışır. Kolay değil, iki nafaka artı evliliği yürütmek. Sağ olsun beni de sever. Ama herkesi sever benim eniştem; teyzem ve halamdan başka düşmanı yoktur. Onlar da arkasından kötü çalışmaya çalışırlar ama konuşamazlar ‘Siz bilmezsiniz o nasıl bir adamdır’ falan derler. Fenalığını sınıflandırmazlar. Zaten ailece ilişkimizi kestik ikisiyle de.
Sanırım belli ettim, ben de severim eniştemi. Arada telefonda konuşuruz, birbirimize fıkra anlatırız, eniştem fıkra konusunda belki de en büyük arşive sahiptir. Bana yıllardır fıkra anlatıyor, daha hiç aynı fıkrayı iki kez anlatmadı. Kaç zamandır da akşam çaya çağırıyordu, bir fırsat buldum ve dün akşam gittim.
Tahmin ettiğim gibi yerde gazete sermiş, ucuna bağdaş kurup oturmuş, tespih diziyordu. Çöktüğüm gibi yanına iki tane Yıldırım Akbulut fıkrasını üstü üste patlattı. Ama yok böyle bir şey. Gülmekten tespihin tanelerini divanın altına uçurdum. Sanırım daha vasıfsız bir başbakan daha gelmez ülkeye –geldi- adam tam Özal’ın piyonu ya. Eniştem bir yandan gülerken bir yandan da taneleri topladı ve dizmeye devam etti. Dizerken de kanaviçe öğreneceğinden bahsetti. Temel prensip olarak tespit dizmekten çok farkı yokmuş ve bu aralar çeyizlerde çok popülermiş. Yeni nesil kızlar çok uğraşmadıkları için satın alıyorlarmış ve parası çok iyiymiş. Çalışmaya başladım, dedi ve bana bir örnek getirdi; ben bu işlerden hiç anlamam ama sevdim açıkçası. Çiçekler vardı renk renk.
Başka bir adam kanaviçe yapacağını söylese ve çalışmalarını gösterse garipserdim ama eniştem yapacağını söylerse kesin yapar; bilirdim de. Matbaada çalıştığından çok okur eniştem, temel eğitimi olmadığından entelektüel biri sayılmaz ama benim tanıdığım en bilgili insanlardan biridir. Bir de ilginçtir ölüler hakkında konuşmayı sever yaşayanlardan ziyade.
Bu sene çok değer öldü, diye cümleye başladı ve Cemal Süreya’yı kaybettik, dedi. Ben tanımıyordum, Büyük şair be evlat, dedi; Öldü ya değeri şimdi anlaşılır. Sen de herkes gibi şimdiden sonra öğrenirsin. Sonra Sabri Dino’nun intiharından bahsetti. Bence ölmedi, dedim. Çok borcu varmış, bence köprüden atlamadı, kaçtı. O kaleci, dedi; Kaleciler asla kaçmazlar. Hele Sabri Dino asla zorluklardan kaçacak bir adam değildir, dedi. Sonra bir iki Sabri Dino maçı anısı anlattı peş peşe.
Zaman su gibi akıp gidiyordu. Kalktı, çayımızı koydu; yanına da bisküvi getirdi. Bir yandan çayını içti, bir yandan tespih dizmeye devam etti; diğer yandan da ölüler hakkında konuşmaya kaldığı yerden devam etti.
Çetin Emeç’i anlattı bir süre, bir süre de oradan laf nasıl geçti bilmiyorum ama sohbet Greta Garbo’nun İsveç doğumlu olduğuna geçti; sonra söz bir şekilde yine daha önce hiç adını duymadığım öykücü Sergey Dovlatov’a geldi, en son olarak da göreceksin bu ülkede Bahriye Üçok’un heykeli dikilecek diyerek bitirdi. Çaylarımız da bitmişti, kalkmak istedim. Otur biraz daha ne güzel sohbet ediyoruz, dedi. Gerçekten çok güzel sohbet ediyorduk. Seviyorum bu adamı ya.
Haziran başında seyyar tezgahında kot pantolon satmaya kalkmış ama zabıtaya enselendiğimden tüm malımı ve tezgahımı kaybetmiştim. O günden beri de çalışmıyor, aylak aylak geziyordum. Öyle öğüt verip kafa şişiren bir adam değildir eniştem. Ama lafın arasında benden patron olmayacağını, başkasının yanında çalışmamın daha doğru olacağını söylediğini şimdi hatırlıyorum. Hatta ne ara söyledi onu bile hatırlamıyorum. Başkasının yanında çalışan iflas etmez; de demişti ama bunu Zonguldak maden işçilerinin grevinden bahsederken mi, yoksa Metaş işçilerinin grevinden mi bahsederken söylemişti hatırlamıyorum. Elimde olsa eniştemin yanına kasetçalar ile girer ve o konuşurken ben kaydederdim. Unutuyor insan.
Misafirperverliği gereği ilk sortimi engellese de ikinci kalkış girişimime bir şey demedi eniştem. Beraber kapıya doğru yürüdük.  Tam ben çizmelerimi giymeye çalışırken ve eniştem de yılbaşına mutlaka beraber girmemiz gerektiğini söylerken kapı çaldı. Gayri ihtiyari kapıyı ben açtım. Gelen ablamdı. Elinde Kuran vardı. Komşuya okumaya gitmişti. Eniştem, Ne o hanım hatmi duble mi ettiniz?, dedi. Ablam dilini çıkarttı enişteme ve bana sımsıkı sarıldı. Bunu saymıyorum, gele gele Perşembe akşamını mı buldun, haftaya kesin yemeğe geliyorsun, dedi. Tamam ablacım, dedim; elime bir poşet tutturdu, anneme ver, dedi; içinde birkaç tane yün vardı. Tamam, dedim ve evden çıktım.

Yerde bir karış kar vardı. Yürürken kart kurt sesler çıkartıyordu. Yol boyu hep eniştemle olan muhabbetimizi düşündüm. Benim eniştem çok kral adam ya.

Hiç yorum yok: