Silikon Hırsızları
2066 yılında çok sıcak
bir akşamüstü Ajda Pekkan nihayet ölmüştü. Her ölüm acıdır tabi ama bu haber
ülkeyi yasa da boğmadı. Hatta sevindi insanlar. Onun yaşlanmazlığı ve üstüne
üstlük ölümsüzlüğü sinir bozucuydu. Diğer gün herkes aynı minvalde sohbetler
etti; “Herkes ölecek, her canlı ölümü tadacaktır; bak Ajda bile öldü”, “Bu
dünya kimseye kalmaz, bak Ajda’ya da kalmadı”, “Uzaylı ya da üç harfli
değilmiş, hemen facebook resmimi Ajda yapayım”… Bir tevekkül çöktü ülkeye,
sanki fonda ney sesi vardı.
Çok sürmedi ama. Bir
hafta sonra eskisi gibi hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamaya devam ettik. Yavru
kedilerin birbiriyle güreştiği videolar hala çok izleniyordu. Ülkenin fonunda
ise eskisi gibi elektrikli bağlama ile söyleyenin ne söylediği anlaşılmayan
hareketli bir şeyler çalıyordu.
Eski asker ve daha
eski yoga eğitmeni olan ve artık çalışmayıp vatandaşlık maaşı ile geçinen ağır alkolik
arkadaşım Öner kapımı çaldığında ayıktı. “Yarım saat sonra zengin olacağız, iş
kıyafetlerini giy gel, arabada bekliyorum” deyip gitti. Benim gibi dikkat
sorunları olan bir badanacı için yarım saat sonra zengin olacağı bir gece işi
yoktur ama çok sorgulamadan giyinip çıktım. Son yirmi yıldır nakde sıkışıktım.
Öner’i ayıkken pek sevmediğimi arabasına bindiğim an hatırladım.
Durumu muhteşem bir
şekilde özetledi Öner. Daha iyisi olamaz, daha net anlatılamazdı. “Ajda’nın
mezarını açıyoruz, silikonlarını alıyoruz ve nette satıp zengin oluyoruz”
Plan gerçekten de
muhteşemdi. Mezarlık evime çok yakındı ve hiç gergin değildik. Yol boyunca
konuşmadık ama sessizliğimiz gergin bir sessizlik değildi. Mezarın yanına kadar
gittik, kürek getirmiş Öner, yavaş yavaş kazdık; zaten taze kazıldığından olsa
gerek çok çabuk açtık. Zaten Ajda’yı pek derine gömmemişler. Kefeni açmakla
uğraşmadık, aslında üryan kalsın istemedik; sadece üst kısmını yırttık.
Muhteşem gözleri ile bize çipil çipil bakıyordu.
Devamı iğrenç. Şu kadarını
bilin; işimiz yarım saatten uzun sürdü ve ikimizin de eli eşit miktarda
kirlendi. Ben sağı aldım, Öner solu. Ajda'ya göre değil bize göre sol.
Dönüş yolu boyunca ise
güldük, ortada gülünecek hiçbir şey olmamasına rağmen, insan gibi değil, hayvan
gibi güldük. Sadece seslerimizi birine dinletseniz iki vahşi hayvanın çiftleştiğini
ya da dövüştüğünü zannederdi. İnanılmaz gergindik.
Arabadan inip eve
giderken ikimizin de diyaframı kasılmış, iki büklüm yürüyorduk. Öner’in benim
aksime harika bir gelecek planı vardı. Ayakkabı boyama dükkanı açacaktı ve
içeride büyük memeleri olan derin dekolteli kızlar çalıştıracaktı. Eski bir filmde
görmüş. “Batarsam da batarım, Nebahat Çehre hala yaşıyor nasılsa”, dedi. “Onun
silikonu yok”, dedim; “Var”, dedi, sesimi yükseltip “Yok!”, dedim; o “Var!”
diye bağırdı; o bağırınca ben daha yüksek sesle bağırdım “Yok!” Böyle bağıra
bağıra eve girdik. İkimizin de üstüne çok balyoz gibi ağır bir öfke çöktü. Daha
bilgisayarı açıp silikonların gerçek olduğunun ispatı olan videoyu internete
nete yükleyemeden polis kapıyı kırarak içeri girip “Al, al, al, al!” diye
bağırmaya başladı.
Tamam, kabul masum
değildik ama çok dayak yedik; 2066 Türkiye’sine yakışmayan görüntülerdi bunlar.
Çok da ceza aldık. Ajda’yı öldüren İrem isimli şarkıcı eskisi olan kadın bile
bizim kadar ceza almadı. Oysa duruşmalarda takım elbise de giymiştik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder