7 Mayıs 2015 Perşembe

Silikon Hırsızları

Silikon Hırsızları

2066 yılında çok sıcak bir akşamüstü Ajda Pekkan nihayet ölmüştü. Her ölüm acıdır tabi ama bu haber ülkeyi yasa da boğmadı. Hatta sevindi insanlar. Onun yaşlanmazlığı ve üstüne üstlük ölümsüzlüğü sinir bozucuydu. Diğer gün herkes aynı minvalde sohbetler etti; “Herkes ölecek, her canlı ölümü tadacaktır; bak Ajda bile öldü”, “Bu dünya kimseye kalmaz, bak Ajda’ya da kalmadı”, “Uzaylı ya da üç harfli değilmiş, hemen facebook resmimi Ajda yapayım”… Bir tevekkül çöktü ülkeye, sanki fonda ney sesi vardı.

Çok sürmedi ama. Bir hafta sonra eskisi gibi hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşamaya devam ettik. Yavru kedilerin birbiriyle güreştiği videolar hala çok izleniyordu. Ülkenin fonunda ise eskisi gibi elektrikli bağlama ile söyleyenin ne söylediği anlaşılmayan hareketli bir şeyler çalıyordu.

Eski asker ve daha eski yoga eğitmeni olan ve artık çalışmayıp vatandaşlık maaşı ile geçinen ağır alkolik arkadaşım Öner kapımı çaldığında ayıktı. “Yarım saat sonra zengin olacağız, iş kıyafetlerini giy gel, arabada bekliyorum” deyip gitti. Benim gibi dikkat sorunları olan bir badanacı için yarım saat sonra zengin olacağı bir gece işi yoktur ama çok sorgulamadan giyinip çıktım. Son yirmi yıldır nakde sıkışıktım. Öner’i ayıkken pek sevmediğimi arabasına bindiğim an hatırladım.

Durumu muhteşem bir şekilde özetledi Öner. Daha iyisi olamaz, daha net anlatılamazdı. “Ajda’nın mezarını açıyoruz, silikonlarını alıyoruz ve nette satıp zengin oluyoruz”

Plan gerçekten de muhteşemdi. Mezarlık evime çok yakındı ve hiç gergin değildik. Yol boyunca konuşmadık ama sessizliğimiz gergin bir sessizlik değildi. Mezarın yanına kadar gittik, kürek getirmiş Öner, yavaş yavaş kazdık; zaten taze kazıldığından olsa gerek çok çabuk açtık. Zaten Ajda’yı pek derine gömmemişler. Kefeni açmakla uğraşmadık, aslında üryan kalsın istemedik; sadece üst kısmını yırttık. Muhteşem gözleri ile bize çipil çipil bakıyordu.

Devamı iğrenç. Şu kadarını bilin; işimiz yarım saatten uzun sürdü ve ikimizin de eli eşit miktarda kirlendi. Ben sağı aldım, Öner solu. Ajda'ya göre değil bize göre sol.

Dönüş yolu boyunca ise güldük, ortada gülünecek hiçbir şey olmamasına rağmen, insan gibi değil, hayvan gibi güldük. Sadece seslerimizi birine dinletseniz iki vahşi hayvanın çiftleştiğini ya da dövüştüğünü zannederdi. İnanılmaz gergindik.

Arabadan inip eve giderken ikimizin de diyaframı kasılmış, iki büklüm yürüyorduk. Öner’in benim aksime harika bir gelecek planı vardı. Ayakkabı boyama dükkanı açacaktı ve içeride büyük memeleri olan derin dekolteli kızlar çalıştıracaktı. Eski bir filmde görmüş. “Batarsam da batarım, Nebahat Çehre hala yaşıyor nasılsa”, dedi. “Onun silikonu yok”, dedim; “Var”, dedi, sesimi yükseltip “Yok!”, dedim; o “Var!” diye bağırdı; o bağırınca ben daha yüksek sesle bağırdım “Yok!” Böyle bağıra bağıra eve girdik. İkimizin de üstüne çok balyoz gibi ağır bir öfke çöktü. Daha bilgisayarı açıp silikonların gerçek olduğunun ispatı olan videoyu internete nete yükleyemeden polis kapıyı kırarak içeri girip “Al, al, al, al!” diye bağırmaya başladı.


Tamam, kabul masum değildik ama çok dayak yedik; 2066 Türkiye’sine yakışmayan görüntülerdi bunlar. Çok da ceza aldık. Ajda’yı öldüren İrem isimli şarkıcı eskisi olan kadın bile bizim kadar ceza almadı. Oysa duruşmalarda takım elbise de giymiştik.

Hiç yorum yok: