13 Mayıs 2015 Çarşamba

Kopmayan Kaşar Peyniri Sünmesi

Kopmayan Kaşar Peyniri Sünmesi

İlişkiler hakkında konuşmayı seviyordum; kıyafetler hakkında, burçlar hakkında, evcil hayvanlar hakkında, çocukluk anılarım hakkında, diziler hakkında, şarkıcılar hakkında, adlarını bile doğru telaffuz edemediğim yabancı şarkıcılar hakkında, sosyetikler hakkında; konuşmayı seviyordum, özellikle skandallar hakkında, aldatılma hikayeleri hakkında… Konuşmaya bayılıyor, konuşmalara doyamıyordum. Dinlemeyi ise pek sevmiyordum. Dinleyemiyordum da. Üç cümle psikolojik sınırım vardı, sadece üç cümle. Biri üçüncü cümleyi aşarsa hemen algılarımı kapatır ne anlatacağıma yoğunlaşırdım.
Ama insanlar dinlenilmek de istiyordu. Önce kız arkadaşlarım birer birer terk ettiler beni ve arkamdan müzevir? dediler. Kızlar kızları çekemez; hele biraz güzel, üstüne üstlük benim gibi bıcır bıcırsanız arkadaşsızlık kaderinizdir.
Erkek arkadaş konusunda elbette şanslıydım. Hep elimde birkaç alternatifim oldu, telefon kapağını sevmediğim için de, gülerken gözlerinin altı asimetrik kırıştığı için de terk ettiğim sevgililerim oldu. İlişki ilerleyince derin sessizlikler içeren bir etap başlıyor ya, ben oralarda çok bunalıyordum; ondan hiçbir ilişkim çok uzun sürmedi. Yoksa tüm sevgililerim beni dinlediler, ilgi dağılmasın diye dekolteler verdim. Pişman değilim. İlişki ödün vermek demektir.
İşte bu ara Basri ile tanıştım. Sessiz, zengin, yakışıklıca ama ezikti. Hiç konuşmazdı hatta. Soru sorulunca bile lafı ağzından kerpetenle alırdınız, başı önde utangaç bir şeydi. Yanımdan da ayrılmazdı. Acırdım ona. Gel, derdim gelirdi; git, dediğim gibi de giderdi. Onunla her yere giderdim. Yanımda sevgilim varken bile ondan rahatsız olmazdım. Ben sevgililerimden herhangi biri ile biraz yaramazca şeyler konuşurken hatta öpüşürken Basri masada öyle başı öde otururdu. Her şeyi konuşabilirdim yanımda o varken, utanmazdım ben Basri’den. Annem de eve gelmesine bir şey demez, herkesler de Basri için; kalbi temiz, çok iyi çocuk, derdi. Elbette Basri ile baş başayken de anlattıkça anlatırdım; Basri de dinledikçe dinlerdi.
Bir Ağustos çöktü bana. Depresyona en maniğine girdim. Sokağa çıkasım, alışveriş yapasım, magazin programı izleyesim, müzik dinleyesim, dizi izleyesim, Arzu’nun sevgilisini, sevgilisinin en yakın arkadaşı ile aldatmasından sonra gelişen olayları öğrenesim bile gelmedi. Antidepresanları içip öyle oturuyordum. Tabi Basri beni yalnız bırakmıyordu; ona şimdi zerresini bile hatırlamadığım şeyler anlatıp duruyordum. Basri ise kuzu kuzu beni dinliyordu.
Boşlukta olduğumdan mı, depresyonun altında ezildiğimden mi, aldığım ilaçların etkisinden mi, yoksa kaderden mi bilemiyorum bir başka türlü şeyler hissetmeye başladım Basri’ye doğru ve aramızda bir bağ oluşmaya başladı. Tam anlamı ile tensel bir bağ, bir çekim. Uhuyla oynayan çocuğun, uhudaki kaşar peyniri sünmesini keşfetmesi gibi. Bana dokunduğunda sünüyordu Basri. Koparmak, etimden ayırmak zor oluyordu ve benim canım hiç yanmıyordu. Onun canı yanıyor muydu hiç sormak aklıma gelmedi. Koptuğu yerden istersem tekrar bağlanıp kendime yapıştırabiliyor ve sündürebiliyordum. Ne kadar geç kopartırsam, o kadar uzun sünüyordu. Elini tutardım bazen dakikalarca, elimi yavaş yavaş çekerken avcunun avcuma yapıştığını hissederdim; bazen on bazen yirmi santim sünerdi Basri. Ensesinden tutardım, elimi çekerken ensesi uzardı; yanaklarını avcumun içine alırdım, elimi çekerken yanakları şişer inanılmaz komik gözükürdü. Bu fizik ötesi durumumuz esnasında susardık. Öyle büyüleyiciydi ki; benim bile nutkum tutulurdu. Bir kere öpüştük, dudakları dudaklarıma yapıştı.
O sonbahar kopartmak gelmedi içimden onu. Merak ettim ne kadar kaynaşabileceğini, ben kopartmazsam zaten onun ayrılası hiç yoktu. İki mevsim ve bir ayı beraber geçirdik. Güneş yeniden çıkıp iliklerimi ısıtınca yeniden yaşam enerjisi doğdum. Ne dedikodular kaçırdım meraktan delirmek üzereydim. Sıyrılmak istedim Basri’den ama çok geçti. Kopmuyordu. Eski sevgililerimden rica ettim, onu tutup benden ayırmalarını ama hiçbirinin gücü yetmedi; zaten onlarda da beni sevmemişmiş, hiç de umurumda değildi. Belki Basri istese ayrılabilirdi; hatta artık bir tek o isterse ayrılabilirdik ama o bu durumdan çok memnundu. Birkaç aya ben de durumu kabullendim, benimsedim, alıştım ve sevdim.

Şimdi evliyiz Basri’yle. Tıpa tıp aynı bir eşofman takımımız var, her sabah yarım saat koşuya çıkıyoruz; ikinci hamileliğimden sonra doğum kilolarını bir türlü atamadığımdan spora ağırlık veriyoruz. Çocuklarımızın adı Ali ve İbrahim. İsimlerini elbette ben koydum.

Hiç yorum yok: