Kopmayan
Kaşar Peyniri Sünmesi
İlişkiler hakkında konuşmayı seviyordum; kıyafetler
hakkında, burçlar hakkında, evcil hayvanlar hakkında, çocukluk anılarım
hakkında, diziler hakkında, şarkıcılar hakkında, adlarını bile doğru telaffuz
edemediğim yabancı şarkıcılar hakkında, sosyetikler hakkında; konuşmayı
seviyordum, özellikle skandallar hakkında, aldatılma hikayeleri hakkında…
Konuşmaya bayılıyor, konuşmalara doyamıyordum. Dinlemeyi ise pek sevmiyordum.
Dinleyemiyordum da. Üç cümle psikolojik sınırım vardı, sadece üç cümle. Biri
üçüncü cümleyi aşarsa hemen algılarımı kapatır ne anlatacağıma yoğunlaşırdım.
Ama insanlar dinlenilmek de istiyordu. Önce kız
arkadaşlarım birer birer terk ettiler beni ve arkamdan müzevir? dediler. Kızlar
kızları çekemez; hele biraz güzel, üstüne üstlük benim gibi bıcır bıcırsanız
arkadaşsızlık kaderinizdir.
Erkek arkadaş konusunda elbette şanslıydım. Hep
elimde birkaç alternatifim oldu, telefon kapağını sevmediğim için de, gülerken
gözlerinin altı asimetrik kırıştığı için de terk ettiğim sevgililerim oldu.
İlişki ilerleyince derin sessizlikler içeren bir etap başlıyor ya, ben oralarda
çok bunalıyordum; ondan hiçbir ilişkim çok uzun sürmedi. Yoksa tüm sevgililerim
beni dinlediler, ilgi dağılmasın diye dekolteler verdim. Pişman değilim. İlişki
ödün vermek demektir.
İşte bu ara Basri ile tanıştım. Sessiz, zengin,
yakışıklıca ama ezikti. Hiç konuşmazdı hatta. Soru sorulunca bile lafı ağzından
kerpetenle alırdınız, başı önde utangaç bir şeydi. Yanımdan da ayrılmazdı.
Acırdım ona. Gel, derdim gelirdi; git, dediğim gibi de giderdi. Onunla her yere
giderdim. Yanımda sevgilim varken bile ondan rahatsız olmazdım. Ben
sevgililerimden herhangi biri ile biraz yaramazca şeyler konuşurken hatta
öpüşürken Basri masada öyle başı öde otururdu. Her şeyi konuşabilirdim yanımda
o varken, utanmazdım ben Basri’den. Annem de eve gelmesine bir şey demez,
herkesler de Basri için; kalbi temiz, çok iyi çocuk, derdi. Elbette Basri ile
baş başayken de anlattıkça anlatırdım; Basri de dinledikçe dinlerdi.
Bir Ağustos çöktü bana. Depresyona en maniğine
girdim. Sokağa çıkasım, alışveriş yapasım, magazin programı izleyesim, müzik
dinleyesim, dizi izleyesim, Arzu’nun sevgilisini, sevgilisinin en yakın
arkadaşı ile aldatmasından sonra gelişen olayları öğrenesim bile gelmedi.
Antidepresanları içip öyle oturuyordum. Tabi Basri beni yalnız bırakmıyordu;
ona şimdi zerresini bile hatırlamadığım şeyler anlatıp duruyordum. Basri ise
kuzu kuzu beni dinliyordu.
Boşlukta olduğumdan mı, depresyonun altında
ezildiğimden mi, aldığım ilaçların etkisinden mi, yoksa kaderden mi bilemiyorum
bir başka türlü şeyler hissetmeye başladım Basri’ye doğru ve aramızda bir bağ oluşmaya başladı. Tam anlamı ile
tensel bir bağ, bir çekim. Uhuyla oynayan çocuğun, uhudaki kaşar peyniri
sünmesini keşfetmesi gibi. Bana dokunduğunda sünüyordu Basri. Koparmak, etimden
ayırmak zor oluyordu ve benim canım hiç yanmıyordu. Onun canı yanıyor muydu hiç
sormak aklıma gelmedi. Koptuğu yerden istersem tekrar bağlanıp kendime
yapıştırabiliyor ve sündürebiliyordum. Ne kadar geç kopartırsam, o kadar uzun
sünüyordu. Elini tutardım bazen dakikalarca, elimi yavaş yavaş çekerken avcunun
avcuma yapıştığını hissederdim; bazen on bazen yirmi santim sünerdi Basri. Ensesinden
tutardım, elimi çekerken ensesi uzardı; yanaklarını avcumun içine alırdım,
elimi çekerken yanakları şişer inanılmaz komik gözükürdü. Bu fizik ötesi
durumumuz esnasında susardık. Öyle büyüleyiciydi ki; benim bile nutkum
tutulurdu. Bir kere öpüştük, dudakları dudaklarıma yapıştı.
O sonbahar kopartmak gelmedi içimden
onu. Merak ettim ne kadar kaynaşabileceğini, ben kopartmazsam zaten onun
ayrılası hiç yoktu. İki mevsim ve bir ayı beraber geçirdik. Güneş yeniden çıkıp
iliklerimi ısıtınca yeniden yaşam enerjisi doğdum. Ne dedikodular kaçırdım
meraktan delirmek üzereydim. Sıyrılmak istedim Basri’den ama çok geçti.
Kopmuyordu. Eski sevgililerimden rica ettim, onu tutup benden ayırmalarını ama
hiçbirinin gücü yetmedi; zaten onlarda da beni sevmemişmiş, hiç de umurumda
değildi. Belki Basri istese ayrılabilirdi; hatta artık bir tek o isterse
ayrılabilirdik ama o bu durumdan çok memnundu. Birkaç aya ben de durumu
kabullendim, benimsedim, alıştım ve sevdim.
Şimdi evliyiz Basri’yle. Tıpa tıp aynı bir eşofman
takımımız var, her sabah yarım saat koşuya çıkıyoruz; ikinci hamileliğimden
sonra doğum kilolarını bir türlü atamadığımdan spora ağırlık veriyoruz.
Çocuklarımızın adı Ali ve İbrahim. İsimlerini elbette ben koydum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder