Olof
Olof Olof Palme Parkı
Bir bir grup sahipsiz
çocuktuk yıkılması an meselesi olan gecekonduların arasında. Elektriği kaçak
çeker, gelen zabıtaların kafalarına taş atar, analarına avratlarına küfür ederdik.
Hatta bir keresinde babam elindeki ekmek bıçağını boynuma dayayıp “O dozer
gitmezse evladımı keserim!” diye bağırmıştı. Kesmezdi bilirdim ama çok yine de
çok korkmuştum.
Babalarımızın
çalışmaları gereken yorucu işleri, annelerimizin ise izlemeleri gereken
televizyon programları vardı. Babalarımız annelerimizi döverken ağlar,
komşularımızda çıkan aile facialarını ise çekirdek çitleyerek izlerdik. Bizim
sokakta her şey tatlıya bağlanırdı. Mesela dayım yıllar önce yüksek
promilliyken bacağından bıçaklamış olduğu hurdacı Ekrem ile beraber at yarışı
kuponu yapabilir; annem, babamın ilk eşi olan Secide ile gün arkadaşı
olabilirdi. Bizde kimse acısını nefretini içine atmadığından hiçbir şey
birikmezdi. Zaten gelen parayı da haftasında yediğimizden paramız da
birikmezdi.
İlkokulu bitireceğimiz
senenin baharında havanın güzelleşmesi ve bizden profesör olmayacağının belli
olmasıyla beraber; çalışma hayatına başlamamıza karar verdi annelerimiz. Olof
Palme Parkı'nda ben baskülcü oldum, Buğra simitçi, Erhan ayakkabı boyacısı.
Tespih gibi dizilir kazandığımız birkaç kuruşla da Buğra’nın bize gelişine
sattığı simitleri yeyip eve beş parasız döner ve ana babamızın ruh haline göre;
ya azarımızı işitir ya da dayağımızı yerdik. Ama çok güzel dayak yerdik; ne bir
yerimiz kanar ne de bir yerimiz morarırdı. Dayak iyi gelirdi bize, hiç şikayet
etmezdik.
Parkın ortasına parke
döşedi belediye okulun bitmesine yakın. Neden olduğunu anlamadık tabi. Ben açık
hava mescidi, dedim; Buğra buraya ev yapacaklar, dedi; Erhan ise Buğra ne ters
adamsın, ev yapacak olsalar parke en son yapılır, ayakkabılarınızı çıkartın da
basın; parkeleri kirletmeyin, dedi. O parkeler bir süre öyle boş boş durdu.
Müşteri yokken, ki genelde olmazdı zaten, ayakkabılarımızı çıkartıp parkede
kayıyorduk. Bazen de çöpte bulduğumuz kola kutularını ezip dokuz aylık oynuyorduk.
Sonra okullar kapandı,
ana babamızdan sağlam karne dayaklarımızı yedik. Hatta babam beni döve döve
okula götürüp kaydımı almaya bile kalktıysa da okulda yetkili kimse
olmadığından döve döve eve geri döndük. Hatta ve hatta babam daha önce hiç
benim okuluma gelmediği için yolu uzattı ve attığımız her adım bana tekme tokat
olarak geri döndü. Hiç unutmam o gün akşam yemeğinde salçalı makarna yedik.
Okulların kapanması ile
beraber de ilk Alamancı toprağa düştü. Jöleli saçları, aynalı güneş gözlükleri,
buz mavisi kot pantolonları, askılı tişörtleri, ince sakal tıraşları, altın zincirleri ve itici
aksanlarıyla çevrelerine kötü enerji yaymaya başladılar. Olof Palme Parkı'nın en
genç esnafları olarak biz de parkta yerlerimizi aldık. İşler biraz arttı. Buğra
hemen sigaraya başladı, tekel 2000, daha iki binli yıllara çok vardı ama tekel
gününün ilerisinde bir markaydı. Akan günlerde birkaç Alamancı omuzlarında
kocaman kasetçalarları ile parka geldiler. Kendi aralarında Alamanca
konuştukları için ne dediklerini anlamadık ama çok eğlendikleri belliydi.
Anamıza küfrediyorlar ondan gülüyorlar, dedi Erhan. Biz de şüphelenmedik değil.
Gıcık ola ola, gıpta ede ede izledik onları. Yabancı şarkılar dinleyip dans
ettiler parkenin üstünde. Sonra bir tanesi cebinden bere çıkarttı. Bu sıcakta
bere takınca gülmeye başladık. Mal la bunlar, dedim duyacaklarını bile bile.
Bizim güldüğümüzü duyunca bize baktılar. Biz de meydan okurcasına gözlerine
gözlerine baktık. Sonra bize bakmayı bıraktılar ve kendi hallerinde takılmaya
devam ettiler.
Şarkı gittikçe
hızlandı, şarkı hızlandıkça Alamancılar daha da bir tepinmeye başladılar ve en
sonunda kafasında bere olan bebe amuda kalktı ve kafası üzerinde dönmeye
başladı. Undebah! Undebah!
Hayır zaten onlarla
aramızda tonlarca fark vardı ama bu kadarı da fazlaydı. Biz üç arkadaşın
sırtına sanki dünyadaki tüm fakir çocukların hüznü işte o an bindi. Sustuk, bir
kelime bile etmedik, sonra da evlerimize doğru yürüdük. Anne babamız neden
erken geldiğimizi bile sormadı. Biz o akşam yaşlandık.
Diğer günler eski
neşemiz kalmamıştı. Yaz bitse de Alamancılar gitse diye gün sayıyordum. Her
akşam aynı manzara karşımızdaydı. O bebe beresini çıkarttığı an sanki biri
matkapla kafatasıma delikler açıyordu.
Bir akşam Buğra; bu
akşam eve gitmeyelim, parkta duralım size sürprizim var dedi. Hiç doğum
günü kutlanmamış, yaş pastanın mumlarını üflememiş, hediye alınmamış çocuklardık. Sürpriz bizde genelde başa gelen kötü şeyler için
kullanılırdı. Tamam, dedik ve bekledik. Bereketsiz berbat bir gündü zaten. Hiç iş
yapamamıştık. Üç simit yemiştim. Sadece ikisinin parasını Buğra'ya ödeyebilmiştim. Hava
karardı, park iyice boşaldı. Sonra Buğra ayağa kalktı ve beni izleyin oğlum,
deyip parkeye doğru koşmaya başladı. Sağını solunu kontrol etti, baktı izleyen
kimse yok, Alamancılar gibi dans etmeye başladı. Yemin ederim hepsinden daha
iyiydi. Çalan şarkıları da ezberlemişti, bir yandan söylüyor, öte yandan dans
ediyordu. Erhan'la beraber biz de parkeye koştuk, onun yanında el
çırpıyorduk. Sonra Buğra simit tezgahına
koştu ve tezgahı başında taşırken araya koyduğu simit gibi yastığı alıp yere
koydu, amuda kalktı ve kafası üstünde dönmeye başladı. Bir kez döndü, iki kez
döndü, üç kez döndü, dört kez döndü ve un çuvalı gibi yere düştü. Buğra
ağlıyordu ama kollarını kaldırıp göz yaşlarını silemiyordu. Yandım Allah!
Yandım Allah!
Erhan: Çıt çıt çıt çıt
(daktilo sesi) sigortasız birçok işte sömürüldü. Çıt çıt çıt. Daha sonra biri zihinsel engelli üç çocuğu olan kendinden üç yaş büyük ve sekiz yaş çirkin bir Alamancı bir kadınla sırf İsveç'e gitmek için evlendi. Çıt çıt çıt çıt. Sömürülmeye Alamanya’da devam
ediyor. Çıt çıt çıt.
Buğra: Çıt çıt çıt çıt.
O gün felç oldu. Sadece tek elini kullanabiliyor. Çıt çıt çıt çıt. Devletin
verdiği sakat maaşı ve akülü arabasıyle Olof Palme Parkı’nın etrafında sattığı
sarma sigaralar ile geçimini sağlıyor. Çıt çıt çıt.
Ben: Çıt çıt çıt. Hayat
bana ayrıcalık yapmadı, herkes davrandığı kadar kötü davrandı. Çıt çıt çıt çıt.
Park bekçisi oldum. Tabiki Olof Palme’de. Çıt çıt çıt.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder