Senede dört gün, ölüm
Ben Sena’yı her gördüğümde
aşık olurum. İncecik dudaklarından dünyaya yayılan tatlı gülümsemesine, kısık
gözlerinden insanlığa saçılan bakışlarına, duruşuna, yürüyüşüne, edasına,
havasına; varlığına. Sena’yı gördüğüm her günün gecesi, ben Sena’yı rüyamda da
görürüm. Bana hep güzel şeyler söyler, daha önce hiçbir kadının söylemediği ve asla
söyleyemeyeceği. O rüyalarımın sabahlarında hep mutlu uyanırım, gülümsemem hiç
düşmez yanaklarımdan. Sena’lı hayaller kurarım bütün gün; zaman akar ve yavaş
yavaş azalır Sena’nın etkisi üzerimden. Ben hiç azalmasın isterim ama Sena buna
hiç izin vermez. Haftada bir ararım; yalvarırım, yakarırım, yalanlar söylerim,
acil durumlar yaratırım, çirkinleşirim, ağlarım, çok ağlarım ama Sena benimle
her mevsim sadece bir kez buluşur. Beni reddederken de hiç kalbimi kırmaz; hep
beyaz yalanlar söyler, sadece onun söyleyebileceği muhteşem yalanlar. Biri bana
en sevdiğim mevsimi sorsa ben hep gelecek mevsimi söylerim. Sena yaşama
umudumdur.
Her buluşmamıza bir farklı
gelir Sena. Bazen sarışın bazen kumral genelde de esmer. Saçının modeli de hep
farklıdır ama hepsi çok yakışır Sena’ya. Hep beyaz giyinir, biraz da gök
mavisi. Hep topuklu ayakkabılar girer, adımları bir metronom gibi ritim verir
dünyaya. Oturur, karşılıklı bir şeyler içeriz; çay, kahve, falan filan. Biz baş
başa otururken ben kimseyi görmem; ne garsonları ne de etrafımızdakileri. Göz yaşlarının
seslerini duyarım bazen ya da bana öyle gelir; ağlayan çocuklar ve kadınlar. Dönüp
bakmam, ben sadece Sena’ya bakarım.
Ben bir mevsim bu
buluşmaya hazırlanırım; anılarımı anlatırım hiç yaşamadığım, hayallerimi
anlatırım boyumu aşan. Sena bazen beni dinler, bazense dinler gibi yapar; ela
gözleri ele verir Sena’yı.
“Biraz da sen anlat,
yalvarırım biraz da sen anlat Sena!”, derim. Her seferinde başka bir şehirden
bahseder bana; Trabzon, Hatay, Niğde ya da
Manisa. Otellerden bahseder önce, sonra nasıl ev tuttuğundan. Yeni evini
anlatır uzun uzun. Emlakçılar, badanacılar ve hamallar her şehirde aynıdır. Bir
de çok soru soran komşu yaşlı teyzeler. Bazen hemşire olur Sena, bazen öğretmen,
bazense dişçi. Dulum demez hiç; kocam mühendis, Irak’ta çalışıyor, der.
Konuşacaklarımız
tükenir; susar, birbirimizin gözlerine bakarız. Bu anlarda ben hiç ağlamam,
Sena’nın ise gözleri dolar. Sena ağlarsa tüm yalnızlar ağlar. Cihanda en güzel
Sena güler, en güzel de Sena ağlar. Saatine bakar sonra ve “Keşke öldürmeseydin”
der. Ne zaman keşke öldürmeseydin dese artık kalkacağını anlarım. Öldürmesem seni
öldürecekti, derim. Her seferinde kısık sesle “Keşke”, der ve dakikalardır
gözlerini parıldatan o damla yaş şakaklarından süzülür. “Peşimdeler hala,
vazgeçmiyorlar”, der. Ben susarım; yapabileceğim bir şey yok, ellerim kollarım
bağlı; bilir. Sonra gardiyan bağırır, “Ziyaret saati bitti!” Göz yaşlarının
sesleri artar. Ben dönüp kimseye bakmam. Sena’nın yanağına süzülmüş o damladan
başka hiçbir şeye bakmam.
Paran var mı?, derim. “Param
var, asıl senin paran var mı?”, diye sorar. Benim de param var, derim. İkimiz de
bu konuda hep birbirimize yalan söyleriz. “Görüşürüz”, der ve kalkar; ben de görüşürüz,
derim ve gelecek mevsim görüşürüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder