ÖDÜN
Çişim geldiği için
gecenin köründe saya söve sıcak yatağımdan kalkıp tuvalete giderken, onu
salondaki üçlü koltuğun ortasında otururmuş gördüm. Daha önce hiç görmediğiniz
birini gecenin köründe salonunuzda karanlıkta otururken görürseniz korkarsın
ama ben hiç korkmadım. Gittim çişimi yaptım sonra elimi yıkamadan salona geçip
adamın karşısına oturdum. İçimden bir his her şey rüya dedi ama ben olmadığından
emindim. İçimdeki his daha önce Sena da seni seviyor demiş ve beni fena madara
etmişti.
Korkmamamın bir sebebi
de karşımdaki adamın çok yaşlı olmasıydı. Hemen önünde yürümek için kullandığı
bir şey vardı. Hani çok yaşlılar kullanır, artık baston ya da koltuk değneği
bile kullanamayanlar için. Tam önlerinde dört ayaklı durur. Büyük bir pazar
arabası ya da tabure gibi. İşte ondan vardı. Yürümekte zorlanan biri evime nasıl
girmişti bilmiyordum ve soracak daha önemli sorularım vardı.
Aynı anda bir şeyler
dedik ama ben yaşına hürmeten sustum ve sözü ona bıraktım. “Eğer on gün boyunca
internetin mi yoksa suyun mu gitsin diye sorsam hangisini seçerdin?” dedi.
Malum biz z kuşağıyız, internet bizim için her şey. Hem on gün yıkanmasam da
olur. Tuvalete de benzinliğe giderim. Zaten su değil, kola içerek yaşıyorum.
“Sular gitsin” dedim. Yavaşça doğruldu ve çok ağır adımlarla kapıya doğru
yürüdü, kapıyı ben açtım, zorlanır diye “Berhudar ol evladım” dedi ve çıkıp
gitti.
Ben de gidip yattım.
Sabah, daha doğrusu öğlene doğru kalktığımda bir yüzümü yıkayayım dedim ama
sular gerçekten kesikti. Gece gördüklerim rüya mıydı, değil miydi bilemedim ve
zaten herkes beni bir garip bulduğundan daha fazla ilgi çekmemek için kimseye
de anlatmadım. On gün suyumuz gelmedi. Önce mahallenin su sorunu çözüldü, sonra
sokağın, sonra apartmanın, sonra bizim cephenin en sonda da bizim evin derken
tam on gün. İşte o on gün benim için çok garipti. İlk gün akşamüstü susadım ve
kola aldım, kapağında bedava çıktı. Bedavayı içtim, yine bedava çıktı, onu
içtim yine bedava çıktı ve bu tam on sürdü; bakkal da olayı hiç garipsemedi.
Biraz kirlendiğimi hissettiğim an dayım geldi ve beni alıp hamama götürdü.
Hamam harikaydı, pek kimse yoktu; saunası, şok havuzu, kesesi, masajı derken
yenilendiğimi hissettim. Üçüncü gün sabah telefonuma bir mesaj gelmiş, tabi ben
öğlen okudum. Bir hafta sınırsız internet ve konuşma. Beşinci gün yıllardır
izlemek istediğim ama bir türlü kısmet olmayan Kaptan Tsubasa’nın çizgi filmine
denk geldim televizyonda. Hem de özel gösterimmiş, ben sıkılana kadar devam
etti. Yedinci gün okulun en güzel kızıyla facebookta tam yedi saat konuştuk ve
süper geçti. Sekizinci gün alt komşumuz en sevdiğim yemek olan lahana dolması
getirdi. Dokuzuncu gün okulun en güzel kızı ile sinemaya gitmek için sözleştik.
Onuncu gün yaptığım bahis kuponu tuttu ve tam on gün dolacakken önce borulardan
hor hor sesler, sonra da sular geldi.
Suların gelmesi ile
hayatım rutine döndü. Son aldığım kolanın kapağında tekrar deneyiniz yazıyordu.
Okulun en güzel kızı ile sinemaya gittik ama bana o kadar da güzel gelmemeye
başladı benden de pek hoşlanmışa benzemiyordu. Kazandığım son para ile büyük
bir kupon yaptım, tutsa kendi arabamı alacaktım ama bir maç bile tutmadı.
Aradan birkaç mevsim
geçti ve bu sefer erkenden kalkıp ehliyet sınavına gitmem gerekiyordu. Araba
sürmesini bilen biri için çok büyük eziyettir ehliyet sınavı. Zaten kursa
sadece ilk gün kayıt olurken parasını vermek için gitmiştim ve verdikleri
kitapçığı gece şöyle bir gözden geçirmiştim. Çoğu şeyi biliyordum; ilk yardım
ve trafiğim iyiydi, motora karşı zaten çocukluktan beri ilgim vardı.
Direksiyonum zaten vardı, lise sonda okula bile araba ile gidip geliyordum.
Böyle kendimi telkin ede ede uyumuşum; uyandığımda sınavın başlamasına yarım
saat vardı ve okul şehrin diğer yakasındaydı. Uçmam lazımdı. Yüzümü bile
yıkamadan arabaya atladım.
Bizim sokaktan çıktım,
sola Selin Caddesine döndüm; önümde en az on araba vardı ve yetmezmiş gibi
kırmızı ışık yanıyordu; yeşile dönmesi için de seksen saniye vardı. Evrene bir
küfür savurdum ve dikiz aynasına bakınca arka koltuğun ortasında oturan, o gece
bizim salonda beliren ihtiyarı gördüm. “Küfretme evladım, kötülüğü çağırır”
dedi. İstemsizce “Özür dilerim” dedim. Açıkçası ihtiyardan ilk gördüğüme
nazaran daha çok korkuyordum, yapabildiklerini görmüştüm. “Yeşil yanmasını
ister misin?” dedi. Yüzünde çocukça bir gülümseme vardı. Dişlerinin olmadığını
o zaman fark ettim. Temiz tıraşlıydı ve saçları astsubay modeli kesilmişti. Ak
sakallı dede modeli olmadığı hem dış görünüşünden hem de tavırlarından
belliydi. “Evet” dedim ve daha kırk saniye olmasına rağmen çat diye yeşil
yandı. Selin Caddesi boyunca gittim ve sağa Nazlı Caddesine dönecekken yine
kırmızı ışık vardı, ihtiyar gülümseyerek “Yeşil?” dedi, ben de “Lütfen” dedim
ve bu sefer elli beş saniye olmasına rağmen yeşil yandı. Cadde boyunca devam
ettim, sağa Leyla Caddesine dönecekken kırmızı yanıyordu ve yüz saniye vardı,
bu sefer ihtiyar sormadan ben “Lütfen” dedim ve yeşil yandı. Caddenin Selena
Caddesi ile kesiştiği yerden sola dönecektim
bu sefer ikimizde konuşmadan yetmiş saniye olan kırmızı yeşile döndü.
Artık okula yaklaşmıştım, birkaç dakika vardı ama ben okulun tam yerini
bilmiyordum. Nasılsa birilerine sorarım diye düşünmüştüm ama sınav başlamak
üzereydi. İhtiyar durumumu anladı ve “Soldan Kıvılcım Sokağa gir, ilk değil
ikinci sağda göreceksin” dedi. Okulu gördüm ama park yeri yoktu “Şu kırmızı
tempra çıkacak” dedi ve tempra bir anda çıktı. Park ettim ve inip koşmaya
başladım; okulun bahçesinde kimse yoktu, sınav başlamıştı ama arkadan ihtiyarın
sesini duydum “Koş koş! Alacaklar sınava”. Gerçekten de ne girişteki polis ne
de gözetmenler hiç sorun çıkartmadan aldılar. Üstüne üstlük güler yüzlüydüler.
Sırama oturdum, birkaç
derin nefes aldım ve sorulara baktım. Durum berbattı. Hiçbir şey yapamıyordum; tüm
sorular kazıktı. İlk on beş dakika trafikten sadece üç soru çözebilmiştim.
Sonra motora baktım, vaziyet aynıydı. İlk yardım biraz daha iyiydi. Gözetmen son on beş dakika,
dediğinde ben sadece on beş soruyu çözebilmiş, bir o kadarını da sallamıştım. Kalan
sürede de yardım için ihtiyara enerjimi gönderdim ve sağıma soluma baktım,
biraz kıpraştım ama göremedim. Gözetmen bir ilkokul öğretmeni anaçlığıyla benim
gözlerime bakınca utanıp soru kitapçığına biraz daha gömüldüm. Sınav bittiğinde
sonuç açıklanınca bizimkilere nasıl rezil olacağımı düşündüm. Arkadaşlar da,
babam da çok dalga geçecekti.
Yüzüm beş karış okuldan
çıktım ve arabaya doğru yürüdüm. Arabaya
atladım ve eve doğru giderken yine kırmızı ışık yandı; dikizden baktım, ihtiyar
yoktu. Oysa söyleyecek iki çift lafım vardı, kırmızıya aldırmadan bastım
geçtim. Daha pek gitmemişken vişne çürüğü, piç kasa bir BMW içindeki birkaç
serseri beni sıkıştırmaya başladı. Makas atıyorlar, sağlıyorlar, hareket
çekiyorlar, camı açıp küfrediyorlardı. Bir türlü kurtulamadım. Malum ehliyetsizim
polisi de arayamıyorum; derken bir anda kafam attı ve bunlar beni sollarken
tamponuna dokunup bunları yoldan çıkarttım. Bunlar gitti elektrik direğine
oradan da başka bir arabaya vurdular; ben de sağa doğru savruldum ve kaldırıma
çarptım. Adamlar tam beni haşat edeceklerdi ki, biraz dövebildiler,
çevredekiler beni kurtardı; polis gayet geç geldi ve ehliyet ruhsat sorusunun
sadece yarısını cevaplayınca beni karakola götürdü. Tüm suç üzerime kalmıştı ve
ehliyeti olmayana polis kesinlikle inanmıyordu. Kemerimi ve ayakkabı
bağcıklarımı çıkarttırıp beni ite kaka ve saya söve nezarete attılar. Umduğum
kadar karanlık değildi. Gözlerimi kapattım bir küfür savurdum. Gözlerimi
açtığımda onu yanımda göreceğimi biliyordum. Öyle de oldu, “Küfretme evladım,
kötülüğü çağırır. Seni çıkartmamı ister misin?” dedi. Yine önünde o yürümek
için kullandığı büyük pazar arabası vardı.
Suların on gün
kesilmesi karşılığında süper bir hafta geçirmiş; birkaç kırmızı ışığın yeşile
dönmesi, bir park yeri ve yol tarifi karşılığında hayatımın en korkunç birkaç
saatini yaşamıştım. Nezaretten çıkışın bedelini hesaplayamıyordum. “İstemem”
dedim. Dişsiz ağzıyla bir kahkaha attı ve “Öğreniyorsun” deyip, yavaş yavaş
yürüyerek kayboldu. Kayboldu dediysem tamamen değil; yine arada sırada girer
yine hayatıma, oynar benimle. Genelde reddederim, bazense bir şeyi çok istersin
ve olacaklara katlanmayı göze alırsın ya. O zamanlarda da kabul ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder