19 Temmuz 2014 Cumartesi

Ödün

ÖDÜN

Çişim geldiği için gecenin köründe saya söve sıcak yatağımdan kalkıp tuvalete giderken, onu salondaki üçlü koltuğun ortasında otururmuş gördüm. Daha önce hiç görmediğiniz birini gecenin köründe salonunuzda karanlıkta otururken görürseniz korkarsın ama ben hiç korkmadım. Gittim çişimi yaptım sonra elimi yıkamadan salona geçip adamın karşısına oturdum. İçimden bir his her şey rüya dedi ama ben olmadığından emindim. İçimdeki his daha önce Sena da seni seviyor demiş ve beni fena madara etmişti.

Korkmamamın bir sebebi de karşımdaki adamın çok yaşlı olmasıydı. Hemen önünde yürümek için kullandığı bir şey vardı. Hani çok yaşlılar kullanır, artık baston ya da koltuk değneği bile kullanamayanlar için. Tam önlerinde dört ayaklı durur. Büyük bir pazar arabası ya da tabure gibi. İşte ondan vardı. Yürümekte zorlanan biri evime nasıl girmişti bilmiyordum ve soracak daha önemli sorularım vardı.

Aynı anda bir şeyler dedik ama ben yaşına hürmeten sustum ve sözü ona bıraktım. “Eğer on gün boyunca internetin mi yoksa suyun mu gitsin diye sorsam hangisini seçerdin?” dedi. Malum biz z kuşağıyız, internet bizim için her şey. Hem on gün yıkanmasam da olur. Tuvalete de benzinliğe giderim. Zaten su değil, kola içerek yaşıyorum. “Sular gitsin” dedim. Yavaşça doğruldu ve çok ağır adımlarla kapıya doğru yürüdü, kapıyı ben açtım, zorlanır diye “Berhudar ol evladım” dedi ve çıkıp gitti.

Ben de gidip yattım. Sabah, daha doğrusu öğlene doğru kalktığımda bir yüzümü yıkayayım dedim ama sular gerçekten kesikti. Gece gördüklerim rüya mıydı, değil miydi bilemedim ve zaten herkes beni bir garip bulduğundan daha fazla ilgi çekmemek için kimseye de anlatmadım. On gün suyumuz gelmedi. Önce mahallenin su sorunu çözüldü, sonra sokağın, sonra apartmanın, sonra bizim cephenin en sonda da bizim evin derken tam on gün. İşte o on gün benim için çok garipti. İlk gün akşamüstü susadım ve kola aldım, kapağında bedava çıktı. Bedavayı içtim, yine bedava çıktı, onu içtim yine bedava çıktı ve bu tam on sürdü; bakkal da olayı hiç garipsemedi. Biraz kirlendiğimi hissettiğim an dayım geldi ve beni alıp hamama götürdü. Hamam harikaydı, pek kimse yoktu; saunası, şok havuzu, kesesi, masajı derken yenilendiğimi hissettim. Üçüncü gün sabah telefonuma bir mesaj gelmiş, tabi ben öğlen okudum. Bir hafta sınırsız internet ve konuşma. Beşinci gün yıllardır izlemek istediğim ama bir türlü kısmet olmayan Kaptan Tsubasa’nın çizgi filmine denk geldim televizyonda. Hem de özel gösterimmiş, ben sıkılana kadar devam etti. Yedinci gün okulun en güzel kızıyla facebookta tam yedi saat konuştuk ve süper geçti. Sekizinci gün alt komşumuz en sevdiğim yemek olan lahana dolması getirdi. Dokuzuncu gün okulun en güzel kızı ile sinemaya gitmek için sözleştik. Onuncu gün yaptığım bahis kuponu tuttu ve tam on gün dolacakken önce borulardan hor hor sesler, sonra da sular geldi.

Suların gelmesi ile hayatım rutine döndü. Son aldığım kolanın kapağında tekrar deneyiniz yazıyordu. Okulun en güzel kızı ile sinemaya gittik ama bana o kadar da güzel gelmemeye başladı benden de pek hoşlanmışa benzemiyordu. Kazandığım son para ile büyük bir kupon yaptım, tutsa kendi arabamı alacaktım ama bir maç bile tutmadı.

Aradan birkaç mevsim geçti ve bu sefer erkenden kalkıp ehliyet sınavına gitmem gerekiyordu. Araba sürmesini bilen biri için çok büyük eziyettir ehliyet sınavı. Zaten kursa sadece ilk gün kayıt olurken parasını vermek için gitmiştim ve verdikleri kitapçığı gece şöyle bir gözden geçirmiştim. Çoğu şeyi biliyordum; ilk yardım ve trafiğim iyiydi, motora karşı zaten çocukluktan beri ilgim vardı. Direksiyonum zaten vardı, lise sonda okula bile araba ile gidip geliyordum. Böyle kendimi telkin ede ede uyumuşum; uyandığımda sınavın başlamasına yarım saat vardı ve okul şehrin diğer yakasındaydı. Uçmam lazımdı. Yüzümü bile yıkamadan arabaya atladım.

Bizim sokaktan çıktım, sola Selin Caddesine döndüm; önümde en az on araba vardı ve yetmezmiş gibi kırmızı ışık yanıyordu; yeşile dönmesi için de seksen saniye vardı. Evrene bir küfür savurdum ve dikiz aynasına bakınca arka koltuğun ortasında oturan, o gece bizim salonda beliren ihtiyarı gördüm. “Küfretme evladım, kötülüğü çağırır” dedi. İstemsizce “Özür dilerim” dedim. Açıkçası ihtiyardan ilk gördüğüme nazaran daha çok korkuyordum, yapabildiklerini görmüştüm. “Yeşil yanmasını ister misin?” dedi. Yüzünde çocukça bir gülümseme vardı. Dişlerinin olmadığını o zaman fark ettim. Temiz tıraşlıydı ve saçları astsubay modeli kesilmişti. Ak sakallı dede modeli olmadığı hem dış görünüşünden hem de tavırlarından belliydi. “Evet” dedim ve daha kırk saniye olmasına rağmen çat diye yeşil yandı. Selin Caddesi boyunca gittim ve sağa Nazlı Caddesine dönecekken yine kırmızı ışık vardı, ihtiyar gülümseyerek “Yeşil?” dedi, ben de “Lütfen” dedim ve bu sefer elli beş saniye olmasına rağmen yeşil yandı. Cadde boyunca devam ettim, sağa Leyla Caddesine dönecekken kırmızı yanıyordu ve yüz saniye vardı, bu sefer ihtiyar sormadan ben “Lütfen” dedim ve yeşil yandı. Caddenin Selena Caddesi ile kesiştiği yerden sola dönecektim  bu sefer ikimizde konuşmadan yetmiş saniye olan kırmızı yeşile döndü. Artık okula yaklaşmıştım, birkaç dakika vardı ama ben okulun tam yerini bilmiyordum. Nasılsa birilerine sorarım diye düşünmüştüm ama sınav başlamak üzereydi. İhtiyar durumumu anladı ve “Soldan Kıvılcım Sokağa gir, ilk değil ikinci sağda göreceksin” dedi. Okulu gördüm ama park yeri yoktu “Şu kırmızı tempra çıkacak” dedi ve tempra bir anda çıktı. Park ettim ve inip koşmaya başladım; okulun bahçesinde kimse yoktu, sınav başlamıştı ama arkadan ihtiyarın sesini duydum “Koş koş! Alacaklar sınava”. Gerçekten de ne girişteki polis ne de gözetmenler hiç sorun çıkartmadan aldılar. Üstüne üstlük güler yüzlüydüler.

Sırama oturdum, birkaç derin nefes aldım ve sorulara baktım. Durum berbattı. Hiçbir şey yapamıyordum; tüm sorular kazıktı. İlk on beş dakika trafikten sadece üç soru çözebilmiştim. Sonra motora baktım, vaziyet aynıydı. İlk yardım biraz  daha iyiydi. Gözetmen son on beş dakika, dediğinde ben sadece on beş soruyu çözebilmiş, bir o kadarını da sallamıştım. Kalan sürede de yardım için ihtiyara enerjimi gönderdim ve sağıma soluma baktım, biraz kıpraştım ama göremedim. Gözetmen bir ilkokul öğretmeni anaçlığıyla benim gözlerime bakınca utanıp soru kitapçığına biraz daha gömüldüm. Sınav bittiğinde sonuç açıklanınca bizimkilere nasıl rezil olacağımı düşündüm. Arkadaşlar da, babam da çok dalga geçecekti.

Yüzüm beş karış okuldan çıktım ve arabaya doğru yürüdüm.  Arabaya atladım ve eve doğru giderken yine kırmızı ışık yandı; dikizden baktım, ihtiyar yoktu. Oysa söyleyecek iki çift lafım vardı, kırmızıya aldırmadan bastım geçtim. Daha pek gitmemişken vişne çürüğü, piç kasa bir BMW içindeki birkaç serseri beni sıkıştırmaya başladı. Makas atıyorlar, sağlıyorlar, hareket çekiyorlar, camı açıp küfrediyorlardı. Bir türlü kurtulamadım. Malum ehliyetsizim polisi de arayamıyorum; derken bir anda kafam attı ve bunlar beni sollarken tamponuna dokunup bunları yoldan çıkarttım. Bunlar gitti elektrik direğine oradan da başka bir arabaya vurdular; ben de sağa doğru savruldum ve kaldırıma çarptım. Adamlar tam beni haşat edeceklerdi ki, biraz dövebildiler, çevredekiler beni kurtardı; polis gayet geç geldi ve ehliyet ruhsat sorusunun sadece yarısını cevaplayınca beni karakola götürdü. Tüm suç üzerime kalmıştı ve ehliyeti olmayana polis kesinlikle inanmıyordu. Kemerimi ve ayakkabı bağcıklarımı çıkarttırıp beni ite kaka ve saya söve nezarete attılar. Umduğum kadar karanlık değildi. Gözlerimi kapattım bir küfür savurdum. Gözlerimi açtığımda onu yanımda göreceğimi biliyordum. Öyle de oldu, “Küfretme evladım, kötülüğü çağırır. Seni çıkartmamı ister misin?” dedi. Yine önünde o yürümek için kullandığı büyük pazar arabası vardı.


Suların on gün kesilmesi karşılığında süper bir hafta geçirmiş; birkaç kırmızı ışığın yeşile dönmesi, bir park yeri ve yol tarifi karşılığında hayatımın en korkunç birkaç saatini yaşamıştım. Nezaretten çıkışın bedelini hesaplayamıyordum. “İstemem” dedim. Dişsiz ağzıyla bir kahkaha attı ve “Öğreniyorsun” deyip, yavaş yavaş yürüyerek kayboldu. Kayboldu dediysem tamamen değil; yine arada sırada girer yine hayatıma, oynar benimle. Genelde reddederim, bazense bir şeyi çok istersin ve olacaklara katlanmayı göze alırsın ya. O zamanlarda da kabul ederim.

Hiç yorum yok: