9 Ocak 2013 Çarşamba

XX - XY


Salgın önce Londra Heathrow Havalimanında görüldü ve oradan tüm dünyaya çok kısa bir sürede yayıldı. Dört ay içerisinde sekiz yüz milyon kişi öldü. Geri kalan hemen herkes de taşıyıcıydı. Dış dünyaya kapalılığıyla ünlü Kuzey Kore, Tibet, Nepal hatta Antartika’da bile hastalığın izlerine rastlandı. Bilim adamları virüse basit bir isim verdiler. XX- XY.

Virüsün çalışma ve yayılma mantığı insanlık kadar eskiydi. Bir çocuğun ya da bitkinin oluşması için gerekli olan dişi ve erkek organdır. Virüs için de aynı şey gerekliydi. Sadece erkeklerin ya da sadece kadınların bulunduğu ortamlarda virüs yayılamıyordu. Erkeklerin bulunduğu ortamdaki bir kadın ya da kadınların bulunduğu ortamdaki bir erkek ise orada bulunan herkesin hızla ve acıyla ölmesine yol açabilirdi.

Şehirler, ülkeler ikiye bölündü; kadınlar ve erkekler diye. Anneler oğullarından, babalar kızlarından ayrılmak zorunda kaldılar. Büyük olduğu varsayılan aşkların büyük kısmı hayatta kalma güdüsüne yenildi; küçük bir kısmı çiftlerin gizlice buluşmalarıyla sonuçlanan intiharlara. Ama ne olursa olsun insan yine uyum sağladı ve hayatta kalma refleksi her şeyin önüne geçti. Farklı şehirlerde hayatlarını idare ettirdiler. Hiçbir şey eskisi gibi değilse de, çok da farklı değildi.

Hayatta kalabilebilen insan hemen ikinci adımı düşündü, soyun devamlılığını. Bu sperm bankaları yoluyla  aşılabilecek bir çözüm değildi. Sadece kız çocuk doğurabilen anneler hayatta kalabiliyordu. Eğer çocuk erkekse; doğumdan hemen sonra hem anne, hem bebek, hem de doğuma yardımcı olmuş herkes virüse teslim oluyordu.  Ve bu da en fazla yüz yıl sonra erkek neslini tükeneceği anlamına geliyordu...

Kadınlar erkeklerden spermlerini istediler. Erkeklerin bir kısmı bunu kabul ettiyse de bir kısmı reddetti. Eşcinsellik artık kaçınılmaz bir gerçek olmuştu. Şehir efsaneleri, virüsü eşcinsel bilim insanlarının yaydığı fısıldadı ve bir şekilde buna inandı. İnsanların çoğu hem eşcinsellerden nefret ettiler, hem de eşcinselliğe yenik düştüler. Bunalıma giren birçok erkek gizlice kadınların şehrine girip kalabalıklara doğru koşarak bir intihar bombacısı gibi davrandılar. Benzer delilikleri kadınlar da yaptılar. Sınırlar çizilince kutuplaşma kaçınılmaz oluyordu. Virüsün ortaya çıkışının on beşinci yılında Üçüncü Dünya Savaşı ya da diğer adıyla Birinci Cinsiyet Savaşı başladı. Savaş herkesin öngördüğü gibi güçlü olduklarından dolayı erkek zaferi ile sonuçlanmadı. Erkeklerin gücüne kadınlar cesaretleri ile cevap verdiler;  bazı şehirleri erkekler, bazı şehirleri kadınlar fethetti ama bir galip çıkmadı. Onlarca milyon kişi daha öldü o kadar.

İki tarafın askerleri birbirileriyle savaştıysa da, bilim insanları da virüsle savaştı. Virüsün altmışıncı yılında kadın ve erkek bilim insanlarının ortak çalışmaları sonucu bir çözüm bulundu ve kalan insanlar aşılanarak sorun bir yıldan kısa bir süre sonra aşıldı. Şehirler birleştiğinde en genç erkek altmış iki yaşındaydı. Genç kızlar olgun hatta yaşlı erkekleri sevip, evlendiler. İnsanlığın beğenisi otuz yılda değişmişti; artık saçları seyrek ve karbeyazı  erkekler seksi sayılıyordu. Cinsiyetler arası çatışmalar ise yüz yıl kadar daha sürdü; ta ki başka bir virüs ortaya çıkana kadar.

Hiç yorum yok: