Tanrılarının genel duyurularını apaçık yaptığı ve herkesin satranç oynayabildiği bir yerdi Haharmitka. Onun dışında her şeyi bizim dünyamıza benziyordu. İnsanların bir kısmı ibadet ediyor, bir başka kısmı isyan ediyor, bir başka kısmı kalbinin temiz olduğuna inanıyordu. Evler, arabalar, ağaçlar, hayvanlar… Hemen her şey bizim gezegenimizle aynıydı. Ve elbette ki Haharmitka’da hiç ateist yoktu.
Soğuk bir yaz gecesi, gökyüzünü altı renkli gökkuşakları sardı. Bu tanrılarının mesajı var demekti. Herkes evinden çıktı ve gökyüzüne baktı. Kimisi sevinçle, kimisi korkuyla ama hepsi heyecanla. Tanrıları Haharmitka’da kulları ile direk temas yolunu seçmiş olsalar da bunu pek sık yapmazdı. Herkes hazır olunca konuşmaya başladı.
“ Bir kurban istiyorum!”
Sonra gökkuşakları gitti. Hava ılıdı, herkes şaşkınlıkla birbirine bakarken tekrar gökkuşakları gökyüzünü sardı ve
“ Kırk yedi gün sonra”
Gökkuşakları tekrar gitti, hava ılıdı...
Hahamitka’nın yöneticileri düşünmeye başladılar.
Önce intihar eğilimleri, delileri ve ağır hasta olanlarını; sonra da değerli bir şey vermeleri gerektiğini düşündüler; en güzellerini ya da en zekilerini. Yine karar veremediler. Bir kişi diyordu tanrıları. Ya o doğru bir kişiyi bulamazsalar ve tanrı gazabını gösterirse. Haharmitka tarihinin en zor zamanlarını geçiriyordu. İnsanlar ne düşünebileceklerini bile düşünemiyorlardı. Okullar ve devlet daireleri süresiz tatildi. Küçük esnaf kan ağlıyor, çocuklar hariç kimse gülmüyordu.
Derken gökyüzünü altı renkli gökkuşakları bir kez daha sardı.
“ Satranç!”
Tanrıları tek kelime edip gitmişti. Herkes bir önceki seferdeki gibi sözünü tamamlar diye beklediler ama tamamlamadı. Tanrıları muhtemelen çok meşguldü.
İnsanlar bu kez biraz daha sakindi. En azından ellerinde bir ipuçları vardı. Liderler, en zekilerle beraber tam dört gece fikir alışverişinde bulundurlar ve diğer gün tüm ana haber bültenleri şu haberle açıldı.
“ Tanrıların isteği üzerine Haharmitka genelinde satranç yarışması düzenliyoruz. Turnuva tek maçlı eleminasyon sistemi ile gerçekleşecek ve birinci ile sonuncu tanrımıza kurban olarak ikram edilecektir. Turnuvaya katılım zorunludur. Katılmayanlar öldürülecektir.”
Halk hem sevindi, hem şaşırdı. Çoğu nasılsa ne birinci ne de sonuncu olurum, diye düşündü, turnuvalar başladı. Kazananlar kazananlarla, kaybedenlerle oynadılar; vakit dar, insan çoktu. Turnuvaya katılmayı reddeden yüz küsur kişi öldürüldü ve onlar için sadece aileleri üzüldü.
Beklenenin aksine çok heyecanlı maçlar oldu. Kazananlar havuzunda kimisi tanrılarının her an kendilerini izlediğini düşündüğü için tüm zekasını ortaya koyup kazanmak istiyordu; kimisi ise sonunda ölüm de olsa en zeki olduğunu göstermek çabasındaydı. Kaybedenler havuzunda durum daha karışıktı. Çoğu kaybeden bir maç kazanıp bu ortamdan sıyrılmak istiyor, yeteneksizlikleriyle telaşları harmanlandıkça kaybetmeye devam ediyorlardı. Kimisi tanınmak, kimisi isyan, kimisi de intiharına araç bulmak için kaybettikçe kaybediyordu. Nasıl iki kazanmak isteyen kişinin oyunu heyecanlıysa, iki kaybetmek isteyenin oyunu da benzer heyecanı barındırıyordu.
Tanrılarının verdiği tarihe bir gün kala finaller oynandı. Haharmitka’nın en iyi santranç oynayanı Furdos isimli bir pilot, en kötü oynayanı Bilmet isimli bir veteriner hekimdi. İkisinin de yüzünde bir gülümseme vardı.
Tanrılarının söylediği vakit geldi ama gökyüzünü altı renkli gökkuşakları sarmadı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder