İlk kez aynadaki aksimden korktum bu gece. Eskiden acır gözlerle, biraz da sempati ile baktığım o adam şimdi serseri mayın gibi. Küçük gözleri daha bir donuk, yüzü daha bir kızarık. Ne yapacağını daha önce de bilemezdim ama bu sefer geç kalmaktan çekiniyorum.
Yatağını yine toplamamış, nevresimi kirden kuru çamur rengini almış. Yerde, baş ucunda, sehpada dolu küllükler. Kokunun sebebini şimdi daha iyi anlıyorum. Annesi ağlayarak “ Emanet edecek kimsem de yok” demiş ve ölmüştü. Annem iyi olmasa da kalbi temiz bir insandı.
Kalktım, küllükleri döktüm, nevresimleri makinaya attım, camları açıp odayı havalandırdım; korkarak tekrar aynaya baktım, ifadesizce beni izlemeye devam etmesiyle ürperdim. Kötü de olsa arkadaşları vardı eskiden, şimdi yapayalnız ve artık eminim ki; kötü arkadaşlar, yalnızlıktan iyiydi. En azından bizim için.
Sağa sola çaresizce bakınırken banyoda diş fırçasını gördüm. Pas tutmuş dişlerine, çürük kokan ağzına baktım; canım yandı, içim acıdı. Eğer bir son kullanma tarihi varsa; geçiş yıldönümü birkaç kez sessizce kutlanmış macunu fırçaya sürdüm ve dişlerini zımparalamaya başladım. Midesi kalktı, kusmaya çalıştı, günlerdir açtı, kusamadı. Sonra aynadan bana ergenliğinden beri bu kadar safını görmediğim bir öfke ile baktı. Bakışlarımı kaçırmaya çalıştım, başaramadım.
Bana bakmadığı bir an sessizce cep telefonunu karıştırmaya başladım. Mesaj kısmı bomboştu, Son aranan numaralarda ise alt sokaktaki tavuk dönerci ve ev sahibesi Sevim Hanım vardı. Cevapsızlarda ise rehbere kayıtlı olmayan bir numara beş gün önce aramıştı. Gözüme tanıdık geldi o numara, anımsayamadım; her an yakalanabilirdim, şükür yakalanmadım.
Kalktı ve ışığı söndürdü, muhtemelen beni görmemek için. Sevindim, bu gecenin onunla göz göze gelmek için doğru zaman olmadığı aşikardı. Karanlıkta birkaç sigara içti. Çakmağı alevinden ve çektiği derin nefeslerde sigaranın alevinden, karanlığı delen duygusuz bakışlarını görebiliyordum. Kaçacak bir yerim olsa o gece kaçardım.
Gün ışımaya yüz tuttuğunda ikimizde uyumamıştık. O bir an dalar gibi olunca ben nefesimi tutup, parmak uçlarımda yürüyerek yine telefonu aldım. Kaybedecek bir şeyi olmayan bir insanın cesareti ile o cevapsız numarayı aradım. Telefonun ilk üç çalışında kalbin yerinden çıkacak gibiydi, dört ve beşte daha sakindim. Altından sonra ise bir karamsarlık ruhumu sardı. Telefonu kimse açmadı. Bir daha aradım, bir sigara içtim, bir daha aradım; en son kez bir daha aradım. Sonra makinaya attığım nevresimleri sabah güneşine astım. Cüzdanımı açtım, az param vardı. Kahvaltılık bir şeyler almaya çıktım. Nevresimleri emanet ettiğim sabah güneşi beni de ısıttı, güzelce bir çay demlemenin hayali ile anahtarı kapıya takıp çevirdim.
İçerideki manzara her şeyi özetliyordu. Ayna paramparça ve yerdeydi. Dört parçaya bölünmüş cep telefonu da ayna parçacıkları ile beraber yatıyordu. Gittim çay koydum, çayımdan ilk yudumu alana kadar hiçbir şey düşünmedim, ilk yudum boğazımı ısıntınca da kendimi daha iyi hissettiğimi fark ettim. Aksimin aksi bakışlarını üzerimde hissetmemek güzeldi.
7 kasım kastamonu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder