Nasıl
Yaşayacağımı Sen Mi Göstereceksin
-show me how to live, klip cover-
-Vanishing Point filmine bir saygı duruşu-
Okul gergin bir yerdir ama okulun ilk günü en gergin gündür.
Kimseyi tanımıyorsunuzdur. Bina yenidir, sıralar yenidir, yüzler yenidir, öğretmen
yenidir. E yeni olan her şey sana yabancıdır. İlk ders bitip teneffüs zili çaldığında
sınıfta kimse ne yapacağınızı bilemez. Hemen herkes dışarı çıkar ve bir anda
bir grubun parçası olursunuz. Biraz tesadüfi, biraz sezgisel, biraz da şansla
belki geri kalan ömrünüzün en iyi arkadaşlıkları başlar.
Recep, Samet, Kadir ve Ulvi'nin yaşadığı da tıpa tıp aynı
durumdu. Linçten sonra İstanbul sokaklarına beraber karıştılar. Uzunca bir süre
yürüdükten sonra hepsi kendilerini Kadir'in arka camında "nasıl
yaşayacağımı sen mi göstereceksin" yazan; beyaz, çelik jantlı, 96 model Şahin’inde
buldular. Dört gün boyunca hiç durmadan arada şoför değiştirerek Anadolu
topraklarında araba sürdüler. Paraları yoktu; benzin ve yemek için bazen gasp
yapmak zorunda kaldılar, bazen de onları tanıyan pompacılar "Lafı mı olur
abi, içimizi soğuttunuz siz!" diyerek para istemediler. Çoğu da direnmedi.
Onlar da hiç para almadı.
Linçten sonra işledikleri suçlardan dolayı polis daha da bir
peşlerindeydi.
Kaçma psikolojisinden yavaş yavaş çıkmışlardı üstelik;
Anadolu'yu gezen bir grup gezgin gibiydiler. Şehir tabelalarının önünde
fotoğraf çektiriyor ve polise şaşırtma olsun diye bir gün sonra instagram
sayfalarında #adımadımanadolu #cennetvatanım #anadolu #birşahindörtsüvari
#tüplüveöfkeli #sikiyosayakala #beyazsahin gibi taglerle paylaşıyorlar, bazen
yolda onları tanıyan insanlara el sallayarak farklı bir yolculuk deneyimi
yaşıyorlardı.
Sabahın körüydü ve Samet'in sabah namazı için kırsalda bir
çeşme yanında durmuşlardı. Sabahları kırsal çok soğuk oluyordu. Samet sünneti
ve farzı kıldı, Recep sadece farzı hızlı hızlı kıldı, Kadir puflayarak
sigarasını içerken, Ulvi "Allah kabul etsin arkadaşlar" dedi ve yola
devam ettiler.
Çok farklı hikayeleri olan dört genç adamdılar. Hepsi
ülkenin farklı yerlerinde doğmuş ve büyümüştü. Ulvi kaçak yollarla gittiği
Almanya'dan altı ay sonra yakalanarak sınır dışı edilmiş ve bir kelime dahi
Almanca öğrenememiş içine kapanık bir Elazığlı iken; çekik gözlü Samet,
fedakarlığı tüm arkadaşlarınca ün salmış, engelli kardeşinden başka hiç kimsesi
olmayan ve kardeşi kaybolduktan sonra hafif cozutmuş bir Osmaniyeliydi. Recep
asabiyet sorunu çözülsün diye aldığı antidepresanların kendisini
aptallaştırdığını keşfedince ilacı yazan doktorun burnunu anlatılması ne yazık
ki imkansız bir uçan tekme ile kırıp aylarca hapis yatmış ve ödemesi gereken
maddi ve manevi tazminatları olan Sakaryalıyken; Kadir ise sessiz sedasız ve
kimsesiz, hayatta en sevdiği şeyi arabası olan, lider karakterli ama karakteri
ile de bir türlü barışamayan tipik Denizliliydi.
Saatte 150 km hızla giden bir tabuttaydılar ve konu bir
şekilde oy verdikleri partilere geldi. Recep "Büyük Birlik" dedi,
Samet "HDP” dedi, Ulvi “Akparti”, Kadir ise “CHP” dedi. Biraz vakit
geçtikten sonra da her dört erkek yan yana geldiğinde olduğu gibi futbol
konuşulmaya başlandı. Recep “Çok alakam yok ama ben her zaman Fenerbahçe’yi
tuttum” dedi. “Sorsanız beş oyuncu sayamam”. Samet ise “Ben Beşiktaşlıyım. Hem
de kendimi bildim bileli. Kardeşim de Beşiktaşlıydı ama futboldan hiç
anlamazdı” dedi. Derin bir sessizlik oldu Samet’in acısından sonra. Ulvi “ Ben Borussia
Dortmundluyum” deyince arabada bir kahkaha koptu. İnanın dördü de birbirinden farklı
gülüyordu. Samet kih kih’lerken, Kadir hahaha’lıyor; Ulvi puhahah’larken, Recep
ayağını bir kapana kaptırmış ayı gibi sesler çıkartıyordu. “Neden lan Borussia
Dortmund?” diye sordu Kadir. Ulvi ”Abi taraftarları çok iyi” dedi. Kadir “Bence
de taraftar takımdan önemli, Ankaragüçlüyüm, sırf taraftarından” dedi. Sonra da
bir Ankaragücü marşı söylemeye başladı.
-melodi nilüferin caddelerde rüzgar şarkısı-
“Statlarda rüzgar
Aklımda maç var
Zengin p.çlerinde
Polar var mont var
Harley davidsonlar
Ayfon 6’lar
Ananızı s.ksin
Tüm garibanlar”
Derin bir nefes ve
“Lara lara lay lay!
La la la lay lay!
Lara lara lay lay!
La la la lay lay!
Lara lara lay la
Lay la la lay!”
Araba bir anda bu marş ile inlemeye başladı. Dördü de
durmadan bu marşı söylüyorlardı. Namazından niyazında karakter olan ve ahiret
korkusundan dört gündür uyuyamayan Samet bile küfürlü kısmı en çok bağıra
bağıra söyleyendi ki; sollarından bir araba bunları sıkıştırmaya başladı.
Siyah bir şahindi araba. Camları filmli olduğu için içinde
kim olduğu belli olmuyordu ve plakası yoktu. Gölgelerinde anlaşıldığı kadar ile
iki kişiydiler. Bir kez soldan değdirdiler beyaz Şahin’e ve yoldan çıkartmaya
çalıştılar.
Kadir direksiyonu sıkı tuttu ve siyah Şahin’i o itti. Siyah
Şahin yoldan çıkar gibi oldu ama çıkmadı. Arkasından gitti bir süre beyaz
Şahin’in ve arkasından vurdu. Arabadakiler sağlam sarsıldı. Sol şeride çok sert
bir manevra ile geçti Kadir ve frene asıldı. Beyaz Şahin’e çarpmaktan son anda
kurtuldu Siyah Şahin, istemsizce öne geçti. Bu sefer Kadir arkadan yüklendi
Siyah Şahin’e ve tamponuna yapışık bir şekilde biraz gittikten sonra arkadan
hafifçe yanından geçip sağından dokundu ama arabayı yoldan çıkartmadı. Bir kez
daha denedi ama bir türlü olmuyordu. Nasıl Kadir arabasını ne kadar iyi
tanıyorsa, siyah Şahin’in sürücüsü de bir o kadar cevvaldi.
Birbirilerini birkaç kilometre ittiler ve en sonunda siyah
Şahin’in arka sol lastiği patladı. Lastik patlayınca arabanın kontrolünü
kaybeder gibi oldu. O anda Kadir solda bir kez daha vurdu ve arabayı taça attı.
Siyah Şahin önce yoldan çıktı, sonra da engebeli araziye o hızla girdiği için
üç yan takla atıp anca durabildi.
Frene asıldı hemen Kadir. Geri vitese takıp siyah Şahin’in
hizasına geldiler. Patlama falan yoktu.
“Yoldan çıkarken araba sanki birine vurdu" dedi Samet.
Kadir, "Kırsalda kim olabilir, sana öyle gelmiştir" diye cevap verdi.
Ulvi "Köpektir belki" dedi umursamazca; Recep ise "Neyse ne
boşver! Bu olay midemi bulandırdı, hızlı hareket edelim" dedi.
Dediği gibi de yaptılar. Son sürat hareket ettiler. Yeni
yeni başlayan muhabbetleri son olaydan sonra bıçak gibi kesilmişti. Hepsi bir
tedirgin ve hepsi bir gergindi. Sanki arkalarından polis arabaları kovalıyormuş
gibi bir hisse kapıldılar. Kadir direksiyondaydı ve bir çeşme bulup sağa çekti;
hepsi çömeldi ve dakikalarca hiç konuşmadılar. Arabadan Gökhan Doğanay’dan
Düştüm Dara Beladayım çalıyordu. Şarkı bitince sıra ile kalkıp aynı şarkıyı
yeniden açıyorlardı ki; polis sirenlerini duydular.
Duyar duymaz da yerlerinden fırlayıp arabaya bindiler ve
Kadir gaza asıldı. Polis arabaları arkalarındaydı ve yaklaşıyordu, Kadir ise
hızlanabildiğince hızlanıyordu. Dikizden baktığında en az 10 polis arabasının
arkalarında olduğunu saydılar. İyi model polis arabaları daha hızlı gidebilecek
olmalarına rağmen beyaz Şahin'e yaklaşmıyorlardı. Takip gibi bir şeydi
yaptıkları. “Gazımızın bitmesini bekliyorlarsa çok beklerler” dedi Recep.
Haklıydı da. En az 300 kilometrelik gazları vardı
Yarım saat kadar böyle yol aldıktan sonra, önce polis
arabaları dikizden kayboldu, ardında da sirenleri duyulmaz oldu. Arabadaki
dörtlü de polisi atlatamadıklarının farkındaydı. Kadir ayağını gazdan hiç çekmiyordu. İbre 140 ile 160 arasında gidip geliyordu.
Polisleri gerilerinde bırakmalarının üzerinden az bir zaman
geçmişti ve sağlarındaki mavi tabelada kurşunlarla delik deşik edilmiş BALA
yazısını, yolun üstünde de odundan yapılmış bir ‘BALA’YA HOŞGELDİNİZ’ tabelasını
gördüler. “Hoşbulduk” dedi Ulvi. Çok gereksiz bir hareket olmuştu Ulvi’nin şaka
girimi. Arabada kimse Ulvi’ye tepki vermedi.
Bala’ya girmelerinin üzerinde de çok geçmeden yolun
daraldığını fark ettiler, bir dakikadan da kısa süre sonra da iki buldozerin
kepçeleri ile yolu kapattığını. Halk iki buldozerin etrafındaydı ve polis
kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. Birkaç polis de silahları ile beyaz Şahin'e
nişan almışlardı.
Kadir buldozerleri görür görmez "Beyler durmuyorum!",
diye bağırdı. Aynı anda Samet, Ulvi ve Recep de; "Durma!" diye
bağırdılar. Bu dört adam, dört gün sonra ilk kez bir konuda aynı kanıya
varmışlardı. Ayağını gaz pedalına yapıştırdı Kadir.
Ve buldozere çarptılar.
Sonrası sağlam bir patlama ve büyük bir ateş topu.
Beyaz Şahin üzerine basılmış bir kola kutusu gibi ezildi.
Arabanın kaputu ise bir şahin gibi havalandı ve buldozerlerin arkasına doğru
süzülüp düştü.
Üstü başı yırtık, yüzü gözü kirli, saçları üç numara,
burnunda sümükleri yeşil yeşil kurumuş, dört beş yaşlarında, çelimsiz bir çocuk
koştu ve kaputu çeke çeke evine götürmeye başladı. Akşam işten gelecek olan
hurdacı babasına verecekti. Diğer Balalılar da itfaiyenin yangını söndürmesini
benzer kaygılarla bekliyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder