Sarı Şerit
Ege’nin adının Ege
olmasının bir Ege çocuğu olması ile zerre alakası yoktu. Hiçbir hikayesi yoktu
hatta adının Ege olmasının. Adı kadar alakasız ve hikayesiz de bir soyadı vardı
‘Aslan’. Kürt bir anne ile İç Anadolulu bir babanın yasak aşklarının yaşayan
tek meyvesiydi. Babası Siirt’de vatani görevini yaparken, bir çarşı izni
esnasında; anasının da babasının da kıçına dikenler bata bata gerçeklemişti her
şey. Sonra da Yozgat’ta geçen bir çocukluk. Acemi birliği Eskişehir olsa da;
milyonda bir ihtimalin gerçekleşmesi ile Yozgat’ta geçen bir askerlik ve tekrar
Yozgat’ta devam eden bir hayat. Ege 23 yaşındaydı ama hiç Ege’ye gitmemiş, hiç
de gitmek istememişti.
Truman Show’u izlemişti
bir akşam ana haberden sonra Show TV’de. Sonra uzun uzun düşüncelere dalmıştı.
Sonra filmi arkadaşlarına anlatmıştı da hiçbir arkadaşından istediği reaksiyonu
alamamanın kırıklığını tüm hafta hissetmişti. Zaten arkadaşlarını o seçmemiş,
coğrafya tayin etmişti. Yozgat’ta herkes sıkılıyordu ama en çok Ege sıkıyordu.
Adliyenin karşısındaki
çay bahçesinde garsonluk yapıyordu yıllardır ve yıllardır adli olaylara kulak
misafiri oluyordu. Sonra 208 kaderdaşı gibi kendini olayın için buldu, kendisi
olay oldu. Polis arabaları gelip herkes dağılıp kalabalığa karışırken Ege bir
an duraksadı. Arada sırada çay ocağına gelen polisleri, zanlıları, avukatları
düşündü. Kendini bulmaları ne kadar sürer diye kafasında bir tarttı. Güvenlik
kameraları, otobüs biletleri, cep telefonu sinyalleri, tanık ifadeleri... Vardı
biraz süresi, şansı da yaver giderse bir hafta rahat rahat saklanırdı. Sonra
kendini tarttı, hiç kaçası yoktu. Adrenalini maksimumda, enerjisi tamdı ama
ayakları gitmiyordu.
Bir sigara yaktı,
plazayı gören köşedeki elektrik lambasına sırtını yasladı. İnsanlar koşuşturup
duruyorlardı. Güzel kadınların gözyaşları makyajlarını akıtıyordu ve selfi
yapıyorlardı. Takım elbiseli adamların hepsinin elinde cep telefonu vardı ve
onlar da ya fotoğraf çekiyor ya da birilerini arıyorlardı.
Dört polis arabası
yakalayabildiğini yakalamıştı. Sonra ambulanslar geldi. Hem de ona yakın,
plazanın önü siren sesleri ile ışıkları ile yankılanıyordu. Sonra beş altı
polis arabası daha geldi. Daha siyah kıyafetleri olan zırhlı polisler plazaya
girdiler. Daha siyah kıyafetli polisler plazadan çıkınca da ambulans
görevlileri geldiler.
Polis filmlerde olduğu
gibi sarı şeridi çekti.
Plaza insanları şeridin
içinden çıkmak istemiyorlardı, biraz önce ağlayan plaza kadınları şimdi kendilerini
yerlere atıp ağlama krizlerine giriyorlardı. Ege en yakın tanığı olduğu için
adı gibi biliyordu ki, yarım saat kadar önce hiçbiri engellemeye kalkmadıkları
gibi pek umursamış gibi davranmıyorlardı. Sigarasından derin bir nefes aldı ve
“Tiyatro!” dedi Ege seslice. –önemli sayılabilecek bir not: Ege hayatı boyunca
hiç tiyatroya gitmemişti-
Polisin sarı şeridin
içindeki iyi yüzlü plaza insanlarını boşaltırken insanlar sarı şeridi
gördükleri gibi zombi gibi şeride doğru yürüyüp polislerle sohbet edip bilgi
toplamaya çalıştılar.
Herkesin elinde cep
telefonu vardı, kimisi fotoğraf çekiyor, kimisi video çekiyor, kimisi telefonun
dolan hafızasını silmeye çalışıyor, kimisi çektikleri video ve fotoğrafları
çeşitli sosyal medya hesaplardan paylaşıyor, genç bir kısmı ise sosyal medya
hesaplarının canlı yayın yapıyor ve yarım yamalak duyduklarını zamanın Reha Muhtar
haberciliği tarzında anlatıyorlardı. Ve o an çevrede gerçeği bilen sadece Ege
vardı.
Küçük adımlarla
yürümeye başladı sarı şeride doğru. Tam karşısında sarı bıyıklı bir polis
memuru vardı. Şeridin altından geçince sarı bıyıklı polis Ege’ye selam verdi,
Ege de selamını aldı. Yüzündeki ifadesizlikten ya da soğukluktan olacak ki sarı
bıyıklı polis muhtemelen Ege’yi komiser falan sandı. Yoksa üzerindekiler
gündelik kıyafetleriydi. Öyle takım falan yoktu.
Sağa sola çok bakmadan
kendinden emin adımlarla plazaya girdi Ege. Plazanın girişinde tam bir hengame
vardı. Herkes birbirine bir şeyler soruyor ve durumu anlamaya çalışıyordu.
Tarikat, sendika, terör, komünistler sözleri yankılanıyordu duvarlarda. Bazı
polisler fotoğraf çekerken bazıları ise parmak izi toplamaya çalışıyorlardı.
Merdivenlere doğru
yönelmek ile asansörü kullanmak arasında tereddüt etmişti ki Ege; tam o anda
asansörden iki güneş gözlüklü iri polis inince önce duraksadı. Onlar selam
verince selamlarını aldı ve asansöre doğru yürüdü. 27. kata bastı ve tam otomatik kapı
kapanırken mini etekli sarışın bir kadın bağırdı. “Lütfen kapıyı tutar
mısınız?” Ege asansörün arasına ayağını koyup kapıyı tuttu.
Kadın asansöre biner
binmez kendini tanıttı. “Teşekkür ederim. Ben Komiser Buket, olay yeri incelemeden,
siz peki?” dedi. Ege duraksadı. Derin bir sessizlik oldu, asansör hızla katları
çıkıyordu, sonra aklına ilk geleni söyledi “Ben de Baş Komiser Ege.
Narkotikten” asansörde derin bir sessizlik oldu. Komiser Buket olayın narkotik
bağlantısını düşünürken Ege de söylediğinin ne kadar saçma olduğunu
düşünüyordu. 27. Kata geldiklerinde Komiser Buket “Narkotik ile ilişkisi ne Baş
Komiserim?” dedi. Ege de “Bilmiyorum valla; çağırdılar geldik, göreceğiz”
derken hiç Baş Komiser gibi değil de, daha çok bir çaycı gibi konuşuyordu.
Asansörden inip beraber
odaya girdiler. Buket Komiser cesedi görür görmez “Aman Allah’ım! Bu nasıl bir
canilik?” dedi. Birkaç saniye baktıktan sonra gözlerini çekti hemen. Ege’de ise
parçası olduğu bu eser hakkında zerre bir heyecan gelişmedi. Savcı gelmeden
ceset kalkmayacak muhabbetinden başka hiçbir şey konuşulmuyordu ortamda.
Komiser Buket ile
beraber aynı asansöre binmenin verdiği manasız birliktelikten ve ortamda başka
kimseyi tanımamanın verdiği durumdan kaynaklı olarak köşede sigaralarını içmeye
başladılar. Buket Komiser muhtemele hiperaktif bir karakterdi. Bir sağa bir
sola yürüyüp duruyor, oda içerisinde sağa solu geziyor, gezerken de kolundan
tuttuğu Ege Baş Komiseri! çekiştirip bir şey anlatıyordu. Ege’nin aklı ise
savcıdaydı. Savcıyı izleyecek, sonrada selam vermeden, sadece selam alarak
uzaklaşacaktı.
Çok geçmeden bir
hareketlilik oldu. Savcı Hanım geliyor, sesleri herkesi telaşlandırdı. Asansörden
inip cesedin yanına gelene kadar sadece topuk sesleri duyuldu. Odaya girince
ise herkesin kalbi birkaç saniyeliğine durdu. Güzel bir kadın değildi belki ama
kesinlikle bir enerjisi vardı. Seyrelmiş saçlarını arkaya doğru yapıştırmıştı
ve uzun küpeleri vardı. Savcı sanki Komiser Buket’in otuz yıl yaşlanmış hali
gibiydi ve çok daha karizmatiği. Cesede yaklaştı. Göz ucuyla baktı. Sonra Buket
Komiseri ve Ege’yi parmağı ile gösterip. “Yakalayın bunları!” dedi.
Polisler bir dakikadan
daha kısa süre sonra ikisini de ters kelepçeleyip savcının önüne oturttular.
Savcı cep telefonlarını karıştırdı biraz ikisinin de. Sonra Buket’e dönüp “
Buket Fındık! Demek yedi yıldır gazetecilik öğrencisi ve blogersın ha! Ortamı güzel
çekmişsin, her ayrıntı var.” sonra Buket’in
telefonunu kurcalamaya devam etti “Bloğunu bakıyorum da, yazılarında fena
değil. Gerçekten de polise benziyorsun, polis arkadaşları kandırmana şaşmamalı.
Çantandaki açıklıktan telefonunu fark etmesem ben bile inanabilirdim. Bu gece
misafirimiz olacaksın genç bayan, belki yarın gece de. Telefonundaki
görüntüleri elbette sileceğiz, sonra da serbest kalacaksın. Sakın ama sakın
konu ile ilgili bir haber videonu ya da bloğunda bir yazını görmeyeyim.
Anlaşıldı mı? Yoksa bilirsin her suçlu olay mahalline geri döner derler”. Son cümlesini
söylerken gözleri her şeyin farkındayım dercesine Ege’yi süzüyordu.
Savcı Bukete baktı ve
tekrarladı “Anlaşıldı mı!”
Buket titriyordu,
“Anlaşıldı efendim” dedi.
“Sıra sende Ege Aslan.
Arkadaşının düğününde halay çektiğin birkaç foto. Gül ve cami resimleri üzerine
yazılı kandil paylaşımları ve sadece erkek arkadaşlarla dolu bir Facebook
sayfan var. Burada olmanın nedeni çok belli. Sen de o adamlardan birisin değil
mi?”
Ege sakince hatta
gülümsemeye kaçan bir yüz ifadesi ile “Evet” dedi
“Bu adamı neden
öldürdüğünüzü biliyorum. Tek merak ettiğim kaç kişisiniz ve nasıl organize
olduğunuz? Eğer anlatırsan az yatar çıkarsın. Hadi Ege, konuş evladım”
Ege aynı sakinlikle
“Konuşmama hakkımı kullanıyorum” dedi.
Savcı hiç şaşırmadı. “Daha
konu hakkında konuşacak zamanımız olacak Ege Arslan” dedikten sonra polislere
“Götürün bunları!” diye bağırdı ve olayın canlı şahitleri hayat kadınlarının
yanına doğru yürümeye başladı.
Ege önce Silivri
Cezaevine gitti; sonra birkaç kavgadan sonra da İzmir’e, Kemal Paşa Cezaevine
nakloldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder