Yirmisine saatler kala
Handan cep telefonundan resimlerine bakıyor ve serbest çağrışım hayaller
kuruyordu. Uykusu yoktu ama uyuyası vardı; şöyle uzun bir ve dingin bir rüya
göresi vardı. Odasında yalnızdı ve çorapları yoktu. Saatler sonra birçok farklı
sosyal medyadan, birçok bildirim alacağını bildiği için telefonunu şarja taktı.
Ayakları üşüdüğü için on beş dakika önce çıkartıp attığı çoraplarını giydi.
Eline bir kitap aldı, okumadı, canı çekmedi.
Odasında bir duvar
saati vardı, sadist tavşan Bugs Bunny’li, halası 15. yaş gününde almıştı. Sarı
yeşil üstünde “canım kankam” yazan bir kalemlik vardı kitaplığın en üst rafında,
içinde tükenmiş tükenmez kalemler olan. On altıncı yaş gününde sınıfta
yaptıkları çekilişti o hoşlandığı sarışın çocuk çıkınca oysa ne kadar çok
sevinmişti. Kalemliği aldığı günden sonra birbirlerine kanka demeye
başlamışlar, sonra da her şey gibi azalarak tükenmişlerdi. Yatağının üstündeki
bez bebek ise babasının hediyesiydi ama kaç yaş olduğunu bilemeyecek kadar
küçüktü, üç ya da dört olmalı. Çünkü babası ile iletişimleri sonra talihsiz bir
şekilde kopmuştu, insanın babasının öldüğünü ana haberde görmesi hiç hoş bir
durum değil, hele bir de üzerine yıldırım düşmüşse, hatta arada sırada internet
sitelerinde bile o görüntü dönüyorsa. ‘5 Sevgi Dili’ diye bir kitap vardı
kitaplığında. Annesi almıştı geçen sene. Kadıncağız zaten Handan’ı üç kişilik
seviyordu. Handan ise o kitabı hiç okumadı. Okumuş gibi yaptı ama annesi
üzülmesin diye, ayracı her gün onar sayfa kaydırdı ve annesine sevgi hakkında bir
şeyler anlattı, severdi Handan sevgi üzerine konuşmaları. Nasılsa annesi de
okumamıştı ve kitap muhtemelen çok dandikti. Çoraplarını çıkarttı.
Halıya takıldı gözleri.
Bu da bir hediyeydi ama kimdendi hatırlamadı, eve alınan şeyler hediye sayılmamalıydı.
Zaten artık bu pembe halıyı sevmiyordu. Mustafa Ceceli’yi de artık sevmiyordu,
paten kaymayı da. Ki onlar da bir sene önceki doğum günü hediyelerinin bir
parçasıydı. “Hediyeler ve doğum günleri” yazdı günlüğüne. Üç nokta yan yana
koymayı düşündü. Sonra vazgeçti. İki nokta üst üsteyi düşündü, sert geldi; vazgeçti.
Tek bir nokta koyup koymamayı düşündü, ona da eli gitmedi. Dört nokta koydu
sonra, sonra bir nokta daha, sonra bir nokta daha. Ve on son bir nokta daha.
Yedi nokta yan yana. Oysa Handan noktalamalar konusunda çok hassastı.
Ayaklarını üşüdü, çoraplarını giydi.
Duvarlar üstüne üstüne
gelmeye başladı Handan’ın. Keşkeler üstüne yağmaya başladı. Hava çok sıcaktı
ama Handan serindi. Yorganın altına girdi, yaz kış yorganla yatanlardandı. Yorulmuştu
bütün gün. Pastane pastane gezip kendine yaş pasta bakmıştı iş çıkışı ve hiçbir
pastayı beğenmemişti. Zaten annesi alırdı mutlaka. Yorgan Handan’a iyi geldi.
Ellerini kullanmadan, ayak başparmaklarını kullanarak çoraplarını çıkarttı ve
usulca yorganın altından atarken uyudu.
-Çoğunu unuttuğu bir
rüya gördü-
-Hatırladıkları ise
aynı boydaki sinekler ve güvercinlerdi. Buzdolabından çıkan yeşil soda şişesi
ve batmakta olan bir güneş-
Uyandığında ise sevindi
ve hemen şarjdaki telefonuna baktı. Sandığı kadar uzun uyumamıştı, sadece on
beş dakika. Ve hala yeni güne, doğum gününe, bir saat vardı. Ama enerjisi
yerine gelmişti. Yorganı üstünden attığı gibi ayakları üşüdü. Oturdu
kitaplarını saydı, sonra kaçını okuduğunu saydı. Toplam kitapların kaçta kaçını
okuduğunu hesaplarken içi sıkıldı. Rakamları değil harfleri; sayıları değil
kelimeleri seviyordu Handan. Sonra tekrar günlüğünü eline aldı. Nasıl
şövalyelerin kılıçlarının bir ismi varsa; Handan’ın günlüklerinin de bir ismi
olurdu. Hep aynı marka defterin farklı desen kapaklarını alır ve ilk sayfasına
bir merhaba yazardı. Dört önceki günlüğünün adı Hilal, üç önceki günlüğünün adı
Emine, iki önceki günlüğünün adı Ömür, bir önceki günlüğünün adı Hande ve bu
son günlüğün adı ise Neva’ydı. Yere oturdu, çorabını giydi ve yazmaya başladı…
“Vakit geçmiyor be
Neva. Zaman akmıyor. Canım sıkılıyor be Neva. Hem de çok. Hiçbir şey istediğim
gibi olmuyor. Rüyalarımı unuttuğum hızda unutmak istediğim onlarca şey var. Ama
unutulmuyor. Ayaklarımdan da çok şikayetçiyim Neva. Bir yanıyor, bir üşüyor.”
Neva’yı kapattı,
çoraplarını çıkarttı, gün döndü ve doğum günü mesajları gelmeye başladı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder