26 Haziran 2016 Pazar

yirmisine saatler kala handan

Yirmisine saatler kala Handan cep telefonundan resimlerine bakıyor ve serbest çağrışım hayaller kuruyordu. Uykusu yoktu ama uyuyası vardı; şöyle uzun bir ve dingin bir rüya göresi vardı. Odasında yalnızdı ve çorapları yoktu. Saatler sonra birçok farklı sosyal medyadan, birçok bildirim alacağını bildiği için telefonunu şarja taktı. Ayakları üşüdüğü için on beş dakika önce çıkartıp attığı çoraplarını giydi. Eline bir kitap aldı, okumadı, canı çekmedi.

Odasında bir duvar saati vardı, sadist tavşan Bugs Bunny’li, halası 15. yaş gününde almıştı. Sarı yeşil üstünde “canım kankam” yazan bir kalemlik vardı kitaplığın en üst rafında, içinde tükenmiş tükenmez kalemler olan. On altıncı yaş gününde sınıfta yaptıkları çekilişti o hoşlandığı sarışın çocuk çıkınca oysa ne kadar çok sevinmişti. Kalemliği aldığı günden sonra birbirlerine kanka demeye başlamışlar, sonra da her şey gibi azalarak tükenmişlerdi. Yatağının üstündeki bez bebek ise babasının hediyesiydi ama kaç yaş olduğunu bilemeyecek kadar küçüktü, üç ya da dört olmalı. Çünkü babası ile iletişimleri sonra talihsiz bir şekilde kopmuştu, insanın babasının öldüğünü ana haberde görmesi hiç hoş bir durum değil, hele bir de üzerine yıldırım düşmüşse, hatta arada sırada internet sitelerinde bile o görüntü dönüyorsa. ‘5 Sevgi Dili’ diye bir kitap vardı kitaplığında. Annesi almıştı geçen sene. Kadıncağız zaten Handan’ı üç kişilik seviyordu. Handan ise o kitabı hiç okumadı. Okumuş gibi yaptı ama annesi üzülmesin diye, ayracı her gün onar sayfa kaydırdı ve annesine sevgi hakkında bir şeyler anlattı, severdi Handan sevgi üzerine konuşmaları. Nasılsa annesi de okumamıştı ve kitap muhtemelen çok dandikti. Çoraplarını çıkarttı.

Halıya takıldı gözleri. Bu da bir hediyeydi ama kimdendi hatırlamadı, eve alınan şeyler hediye sayılmamalıydı. Zaten artık bu pembe halıyı sevmiyordu. Mustafa Ceceli’yi de artık sevmiyordu, paten kaymayı da. Ki onlar da bir sene önceki doğum günü hediyelerinin bir parçasıydı. “Hediyeler ve doğum günleri” yazdı günlüğüne. Üç nokta yan yana koymayı düşündü. Sonra vazgeçti. İki nokta üst üsteyi düşündü, sert geldi; vazgeçti. Tek bir nokta koyup koymamayı düşündü, ona da eli gitmedi. Dört nokta koydu sonra, sonra bir nokta daha, sonra bir nokta daha. Ve on son bir nokta daha. Yedi nokta yan yana. Oysa Handan noktalamalar konusunda çok hassastı. Ayaklarını üşüdü, çoraplarını giydi.

Duvarlar üstüne üstüne gelmeye başladı Handan’ın. Keşkeler üstüne yağmaya başladı. Hava çok sıcaktı ama Handan serindi. Yorganın altına girdi, yaz kış yorganla yatanlardandı. Yorulmuştu bütün gün. Pastane pastane gezip kendine yaş pasta bakmıştı iş çıkışı ve hiçbir pastayı beğenmemişti. Zaten annesi alırdı mutlaka. Yorgan Handan’a iyi geldi. Ellerini kullanmadan, ayak başparmaklarını kullanarak çoraplarını çıkarttı ve usulca yorganın altından atarken uyudu.

-Çoğunu unuttuğu bir rüya gördü-
-Hatırladıkları ise aynı boydaki sinekler ve güvercinlerdi. Buzdolabından çıkan yeşil soda şişesi ve batmakta olan bir güneş-

Uyandığında ise sevindi ve hemen şarjdaki telefonuna baktı. Sandığı kadar uzun uyumamıştı, sadece on beş dakika. Ve hala yeni güne, doğum gününe, bir saat vardı. Ama enerjisi yerine gelmişti. Yorganı üstünden attığı gibi ayakları üşüdü. Oturdu kitaplarını saydı, sonra kaçını okuduğunu saydı. Toplam kitapların kaçta kaçını okuduğunu hesaplarken içi sıkıldı. Rakamları değil harfleri; sayıları değil kelimeleri seviyordu Handan. Sonra tekrar günlüğünü eline aldı. Nasıl şövalyelerin kılıçlarının bir ismi varsa; Handan’ın günlüklerinin de bir ismi olurdu. Hep aynı marka defterin farklı desen kapaklarını alır ve ilk sayfasına bir merhaba yazardı. Dört önceki günlüğünün adı Hilal, üç önceki günlüğünün adı Emine, iki önceki günlüğünün adı Ömür, bir önceki günlüğünün adı Hande ve bu son günlüğün adı ise Neva’ydı. Yere oturdu, çorabını giydi ve yazmaya başladı…

“Vakit geçmiyor be Neva. Zaman akmıyor. Canım sıkılıyor be Neva. Hem de çok. Hiçbir şey istediğim gibi olmuyor. Rüyalarımı unuttuğum hızda unutmak istediğim onlarca şey var. Ama unutulmuyor. Ayaklarımdan da çok şikayetçiyim Neva. Bir yanıyor, bir üşüyor.”


Neva’yı kapattı, çoraplarını çıkarttı, gün döndü ve doğum günü mesajları gelmeye başladı…

Hiç yorum yok: