7 Nisan 2016 Perşembe

:-*

:-*

-Hasan Celal Güzel’e-
Maceraya biraz ara vermiş, bir çöp varilinin üzerinde çömelmiş hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordum. Tam iki litre su içmiştim ama dilim damağıma yapışmış durumdaydı. Sol tarafımdan iki dilenci geldi. Anneannem dilenci dediğimi duysa çok kızar, “Hayırcı onlar, hayırcı” derdi. Çoklu organ yetmezliğinden ölmek üzere olduğunda beyni hala ona fazlası ile yetiyordu “Evlen aptal oğlum evlen artık, evlen” derken de öldü, birkaç nefesi kalmış olsalarl da evlen demeye devam ederdi. Ne kadar da acı sonsözler. Birçok şey biliyorum ama insan ölünce dünya ile ilişkileri kesiliyor mu bilmiyorum. Sırf bu bilgi için bildiğim her şeyi unutmaya da razıyım.
Merhum anneannemi kızdırma pahasına, üstüne basa basa tekrarlıyorum ki; dilenci(!) çift yanıma geldi ve alçak sesle bir şeyler mırıldanıp ellerini açtılar. Dilenme ve para konusunu daha önce birçok kez düşündüğüm için karar vermem çabuk sürdü. “Allah versin, Allah versin” diyerek yüzlerine bile bakmadım. Onlar da yüzüme bakmadı. Yüzüne bakmadığım birinin yüzüme bakmadığını nasıl mı biliyorum? Biliyorum işte. Zaten hikayeye ‘maceraya biraz ara vermiş...’ diyerek başladım. Var bende birkaç numara.
Olaya gireyim o zaman, vaktim dar. Uçmalı lazerli, pelerinli maskeli biri değilim. Sadece iyi tat alabiliyorum. Kanserin tadını. Hatta tadından hangi evrede ve hangi organda olduğunu da tespit edebiliyorum, uzmanlaştım artık. Kanserli tüm hikayeler üzücüdür. Ama benim bu özelliğimi nasıl keşfettiğim o kadar da hüzünlü değil. Her şey yağmurlu bir Salı öğleden sonrası başladı…
Annemin günü vardı. Okula gitmemiş, sabah parkta çekirdek kola yapmış, sonra bir saat internet kafede counter atmış (bakmayınız: counter, saçma sapan bir oyun) ve sonra da arkadaşlarla biraz top oynamıştım. Tastamam on beş yaşındaydım. Derse girsem bu kadar yorulmazdım. Okulun dağılmasına nişanladığım eve dönüşümde de, beni iki düzine kadar kadın ayakkabısı karşılamıştı. İstemeye istemeye kapıyı çaldım. Annem sahte ve kocaman gülümsemesi ile bana devasa bir hoş geldin yavrummm, dedi ve içeri buyur etti. Ve ekledi, hadi misafirlerimize hoş geldin de…
Sol baştan başladım el öpmeye. Hayır, çeneni sürtsene; yok, illa öpeceğim, (bir ara bkz: S.Freud) dudaklarım kurumuşken sıra Yurdanur Teyze’ye geldi. Onun elini öperken de dudağıma acayip bir tat geldi. En zor kısma geldim. Daha önce hiç tadılmamış bir tadı birine anlatmak.
İlkokuldayken hiç kivi yememiş bir arkadaşımıza öğretmenimizi kiviyi; salatalık ile çileğin karışımı gibi düşün, demişti. Daha önce tadılmış iki şeyin karışımı değil ama kanser. Gurme takımı gibi; damağımda lezzet bombaları patlıyor ya da dilimde üstünde sanki bir çingene ailesi kendi kendine eğleniyor falan da demeyeceğim. Çok acayip bir tat. Biraz anlatmayı deneyeceğim ama. Bir kere ilk tattıktan sonra bu ne gibiydi diye düşünüp durdum. Eski bir tat gibi, bir çocukluk anısı gibi bir şeyi var. Öyle yeni denenmiş bir şey gibi değil. Tat değil ama etki olarak kıyaslarsak; tarhana çorbası ile suşi aklıma geliyor. Bana tadı tarhana çorbası gibi gelmişti. O kadar eski ve o kadar benden, öyle suşi gibi değil. Sonra mübareğin tadı dakikalarca dudağında kalıyor. Yalanıp duruyorsun istemsizce. Bu etki de ilk öpüşmemden sonra otobüsle eve giderken yaşamıştım. Dilim dudağımda gezmişti yol boyunca ve suratımda salak bir sırıtma vardı. Ve eklemem gereken kısım kokusu.  Var ama dudağın değmeden kokusunu alamıyorum. Sanki burnumdaki duyargaçların tetiklenmesi için dudağımın temas etmesi gerekiyor gibi. Neyse sonuna geçeyim. Pek anlayamayacağınızın farkındayım. Özlemiyorum. Bir kanser hastası olsa da öpsem gibi bir his hiç yaratmıyor. Ama olunca da kendimi tutamıyor, bu benzersiz lezzete asla hayır diyemiyorum.
İki ay sonra Yurdanur Teyze’nin kemoterapiye başladığını duydum, dört ay sonra da öldüğünü. Bu sürede iki kez gördüm onu ve her ikisinde de hem elinden hem de yanaklarından öptüm. Pankreas kanseriymiş. Pankreasın tadı biraz daha yoğundur. Aslında tüm kanserlerin tadı aynı, ben yoğunluğundan ne kanseri olduğunu anlayabiliyorum.
Ateş düştüğü yeri yakar. Ne ailemden, ne arkadaşlarımdan biri henüz kanser olmadı; ki düzenli kontrol ederim hepsini. Hep ikinci dereceden hissettim. Dayıoğlum ya da kankamın kız arkadaşının kanseri çok etkilemedi beni. Üzüldüm ama başka bir konuya zihnim çabuk geçebildi ya da sabah uyandığımda bu duygu ile uyanmadım.
Düzenli kontrol derken bazen beni kendimi elimi öperken görebilirsiniz. Tamamen kontrol amaçlı. Bir de terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Umarım kendimde tadı alabilirim. Erken teşhis süreyi uzatır.
Gel gelelim benim bu özelliğimi nasıl kullandığıma. İlk beş sene hiçbir şey yapmadım. Öyle çok düşünmedim de bu durumu. Birkaç uzaktan tanıdığı öptükten sonra, “mutlaka bir hastaneye git, seni hiç iyi görmedim” gibi şeyler söyledim. Dinleyen de oldu dinlemeyen de; keyifleri bildi ve evet hepsi öldü. Sonra ergenliğin son düzlüğünde de bir seçilmiş insan psikolojisine girdim ve bu özelliğimi en iyi şekilde kullanmakla yükümlü olduğum bilinci çöktü. İşte o zaman çok düşündüm.  Ne yapabilirim? Birkaç sene de bunu düşündüm.
Kalabalık ortamlara sızıyordum. Düğün cenaze falan hiç kaçırmıyordum. “El öpenlerin çok olsun” lafını duyup duruyordum ama çevremden taşmam lazımdı. Daha çok insanı öpmeliydim! Daha çok!
Sonra bir bahar akşamı kuruyemişçiden çıkarken takım elbiseli güler yüzlü, tonton bir adam benimle tokalaştı ve öptü. Şap şap! Ne olduğumu anlamadım. Elimi de bırakmadı, gözlerimin içine içine baktı birkaç saniye ve “Oyunuza talibim” dedim. Sonra da bir başkasını öptü, sonra bir başkasını daha, bir başkasını, bir başkasını… İşte o an bende ışık yandı.
Merkez sağda hemen kendime bir yer buldum, ki keşke solda yer bulsaydım. Gerçi konjonktür değişir oraya da geçerim. Çünkü sağcı kadınların bir kısmı ellerini bile vermiyor. Bugün partimizin olağan genel kurulu var. Her ilden delegelerimiz ve onları kiraladığı otobüslere binip kumanya karşılığı gelmiş binlerce kişi burada; bir spor salonunda tıkış tıkış ve manasızca duruyor. İki tribünü öptüm ve hoşgeldin’ledim. Kalan iki tribünü ise sigaram bittikten sonra öpeceğim. Durum çok kötü değil. On bir kanser teşhis ettim ve ne yazık ki beşi Karadeniz bölgesinden. Sabah hepsini gizli numaradan arar ve durumlarını bildiririm. Çoğu dinlemez beni. Telefon mutlaka yüzüme kapanır. Ama akıllarının bir köşesinde de yer eder. Sonrası onların bileceği şey.
Hikayenin başındaki dilencinin bana bakmadığını nasıl anladığıma gelince. Onu da başka zaman anlatayım. Görev beni bekler. Hadi hepinizi öptümmm…




Hiç yorum yok: