Devebayan
Geçen yaz tatilim
olumlu ve olumsuz yönleri kabaca aşağıdaki gibiydi.
Olumlu yönleri: Bir,
tatil tatildir. İki, çok güzel kızlar gördüm; dekolteye, çatala doydum. Üç,
turist bir kızla sabah hi’laştık dahi. Dört yok, bu kadar başka yok.
Olumsuz yönleri: Bir, çok
sıcaktı. Öyle böyle değil. Devebayan sıcağıydı. İki, yazlık dayımlarındı; annem
koltuklara uzanmama bile izin vermedi. Üç, Serdar Ortaç. Her yerdeydi. Dört,
babam hiç param vermedi. Beş, annem güneş kremi almak yerine sırtımıza zeytinyağı
sürdü. Altı, Anneanneannem de bizimleydi ve annem ikimizi aynı odada yatırttı.
Yedi, anneanneannem devebayan sıcaklarında bile üşüdüğü için hiç hırkasını
çıkartmadığı gibi odanın penceresini hiç açtırtmadı, klimayı çalıştırmadığını
eklememe gerek yok sanırım. Sekiz, her akşam çay bahçesinde okey oynadık, sıra
anneanneanneme geldiğinde taş çekip atması arasında tam iki dakika geçiyordu.
Dokuz, yüzme bilmediğim gibi bu yaz da öğrenemedim, belimin üstüne hemen hiç
gitmedim. On, sandaletlerim ayak parmaklarımın arasını yara yaptı. On bir,
sivrisinekler. On iki adam gibi sigara da içemedim. On üç, çok uykusuzluk
çektim. On dört, on beş, on altı derken asıl liste kırk dokuza kadar gidiyor
ama konu yaz tatilimin geneli değil, daha başka bir şey.
Her şey tatilin ilk
haftasının son günü başladı. Sabah kahvaltısında annem patates, patlıcan, kabak
kızartmıştı. Gece kapalı pencereli odamda uyuyamadığımdan, üstüne da kızartmayı
nefessiz götürünce balkondaki plastik sandalyeyi – şu hemen her yazlıkta, çay
bahçesinde olan, ülkemizde göt başına en az üç tane düşen sandalyelerden
bahsediyorum- gölgeye çekip inceden uyuya kalmıştım. Öyle tatlı gelmişti ki o
uyku bana. Rüya bile gördüm, rüyamda tatilim çok eğlenceliydi. Elimde kokteyl
şişesi havuz kenarında kızlarla sohbet ediyordum. Hem de İngilizce. İngilizce
bilmediğimden ne anlatıyordum hatırlamıyorum ama kızlar çok gülüyordu
şakalarıma. Benim gülüşüm bile değişmişti. Tam İngiliz gibi gülüyordum. Alevli
siyah şortum olmasa kendimi tanıyamazdım bile. Sonra kızlardan biri koluma
girdi ve kulağıma tam bir şey söyledi “Kalk hadi plaja gidelim beni kuma göm,
romatizmama iyi geliyor” Çok saçmaydı. Kız İngilizdi, neden böyle Türk gibi
konuşuyordu ki? Hem bu yaşta ne romatizmasıydı? “Hadi beni kuma gömeceksiiin!”
Böyle güzel bir kız kuma gömülür mü, plaj voleybolu oynanır? Hem neden anneanneannem
gibi konuşuyor bu dememe kalmadı, omzumdan sert bir dürtükleme ile uyandım.
Evet, ses anneanneannemindi, tatilimin her saniyesine girdiği yetmezmiş gibi
rüyama dahi sızmış, esas kızı seslendirmiş, en güzel rüyamdan uyandırmıştı
beni. Ben bir daha belki hiç İngilizce rüya görmeyecektim. Nefretle baktım
yüzüne ama o kamburlaştığından hep yere bakardı, yüzüme bakamadığı için
nefretimi okuyamadı. Kalktım ve anneanneannemin karınca adımları ile plaja
doğru yola koyulduk. Saat tam on ikiydi. Güneş tepemizdeydi.
Boş bir şezlong bulduk
ve oturduk önce. O kadar sıcaktı ki, sahilde kimse yoktu. Sadece şezlonglar ve
şezlonglara atılmış havlular. Ne bir gram esinti vardı ne de dalga.
Anneanneannem çok yorulmuştu. Bense bitmiştim. Kumlar o kadar sıcaktı ki, sanki
sandaletimin tabanı kaşar peyniri gibi eriyordu. Anneanneannem kuma sırt üstü
yattı ve “Göm beni” dedi.
“Tamam” dedim.
Anneanneannem çok
şişman değildi ama göbeği çok büyüktü, sanki hamileler gibi. Yoksa kolları ve
bacakları incecikti. Diz kapakları kalındı sadece. Sandaletimi çıkarttım ve
üstüne kum atmaya başladım ama kum çok sıcaktı, çıplak ayak basılacak gibi
değildi. Hemen sandaletimi geri giydim. Ellerimle kum atayım dedim ama ellerim
yandı. Anneanneannem ise gözlerini kapatmış yatıyor ve “Ohhh çok iyi, hadi
oğlum, kum at kollarım üşüdü” diyordu. Etrafa bakındım; solda, birkaç şezlong
ileride pembe bir kürek bana bakıyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Çölde
gibiydim, uzaklara baktığımda görüntü dağılıyordu. Sıcak tüm bildiklerim ve
gördüklerimle alay ediyordu. Yana zıplaya küreğin yanına gittim ve aldım. Kürek
de her şey gibi sıcaktı. Anneanneannemin yanına geldim ve üzerine kum atmaya
başladım.
Önce bacaklarını
örttüm, sonra dizlerini, sonra sıra kollarına geldi oradan omuzlarına, göbeği
tepe gibi duruyordu, üstüne kum attıkça kumlar göbeğinden yana akıyor üstünde
durmuyordu. Ben kum atıyordum, kumlar aşağı akıyordu. “Hadi çabuk ol!” diyordu
anneanneannem. İyice kum at, çok çok at. Ben de atıyordum. Anneanneannem ne
dediyse onu yapıyordum.
Sonra bir baktım
yanımda babam ağlıyor, öte yanımda dayım var. Önümüzde imam bir şeyler okuyor;
elime baktım, kürek daha büyük, uçları paslanmış gibi. Üçümüz ve imamdan başka
kimse yok. Yine çok sıcak. Dayım belim tutulmuş diyor, gece üstüm açık
uyumuşum. Babamınsa hali yok, yine anneanneanneme ben toprak atıyorum. Hızlı hızlı.
Yine göbeği toprağa batmamaya direniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder