19 Kasım 2015 Perşembe

DEVEBAYAN

      Devebayan
Geçen yaz tatilim olumlu ve olumsuz yönleri kabaca aşağıdaki gibiydi.
Olumlu yönleri: Bir, tatil tatildir. İki, çok güzel kızlar gördüm; dekolteye, çatala doydum. Üç, turist bir kızla sabah hi’laştık dahi. Dört yok, bu kadar başka yok.
Olumsuz yönleri: Bir, çok sıcaktı. Öyle böyle değil. Devebayan sıcağıydı. İki, yazlık dayımlarındı; annem koltuklara uzanmama bile izin vermedi. Üç, Serdar Ortaç. Her yerdeydi. Dört, babam hiç param vermedi. Beş, annem güneş kremi almak yerine sırtımıza zeytinyağı sürdü. Altı, Anneanneannem de bizimleydi ve annem ikimizi aynı odada yatırttı. Yedi, anneanneannem devebayan sıcaklarında bile üşüdüğü için hiç hırkasını çıkartmadığı gibi odanın penceresini hiç açtırtmadı, klimayı çalıştırmadığını eklememe gerek yok sanırım. Sekiz, her akşam çay bahçesinde okey oynadık, sıra anneanneanneme geldiğinde taş çekip atması arasında tam iki dakika geçiyordu. Dokuz, yüzme bilmediğim gibi bu yaz da öğrenemedim, belimin üstüne hemen hiç gitmedim. On, sandaletlerim ayak parmaklarımın arasını yara yaptı. On bir, sivrisinekler. On iki adam gibi sigara da içemedim. On üç, çok uykusuzluk çektim. On dört, on beş, on altı derken asıl liste kırk dokuza kadar gidiyor ama konu yaz tatilimin geneli değil, daha başka bir şey.
Her şey tatilin ilk haftasının son günü başladı. Sabah kahvaltısında annem patates, patlıcan, kabak kızartmıştı. Gece kapalı pencereli odamda uyuyamadığımdan, üstüne da kızartmayı nefessiz götürünce balkondaki plastik sandalyeyi – şu hemen her yazlıkta, çay bahçesinde olan, ülkemizde göt başına en az üç tane düşen sandalyelerden bahsediyorum- gölgeye çekip inceden uyuya kalmıştım. Öyle tatlı gelmişti ki o uyku bana. Rüya bile gördüm, rüyamda tatilim çok eğlenceliydi. Elimde kokteyl şişesi havuz kenarında kızlarla sohbet ediyordum. Hem de İngilizce. İngilizce bilmediğimden ne anlatıyordum hatırlamıyorum ama kızlar çok gülüyordu şakalarıma. Benim gülüşüm bile değişmişti. Tam İngiliz gibi gülüyordum. Alevli siyah şortum olmasa kendimi tanıyamazdım bile. Sonra kızlardan biri koluma girdi ve kulağıma tam bir şey söyledi “Kalk hadi plaja gidelim beni kuma göm, romatizmama iyi geliyor” Çok saçmaydı. Kız İngilizdi, neden böyle Türk gibi konuşuyordu ki? Hem bu yaşta ne romatizmasıydı? “Hadi beni kuma gömeceksiiin!” Böyle güzel bir kız kuma gömülür mü, plaj voleybolu oynanır? Hem neden anneanneannem gibi konuşuyor bu dememe kalmadı, omzumdan sert bir dürtükleme ile uyandım. Evet, ses anneanneannemindi, tatilimin her saniyesine girdiği yetmezmiş gibi rüyama dahi sızmış, esas kızı seslendirmiş, en güzel rüyamdan uyandırmıştı beni. Ben bir daha belki hiç İngilizce rüya görmeyecektim. Nefretle baktım yüzüne ama o kamburlaştığından hep yere bakardı, yüzüme bakamadığı için nefretimi okuyamadı. Kalktım ve anneanneannemin karınca adımları ile plaja doğru yola koyulduk. Saat tam on ikiydi. Güneş tepemizdeydi.
Boş bir şezlong bulduk ve oturduk önce. O kadar sıcaktı ki, sahilde kimse yoktu. Sadece şezlonglar ve şezlonglara atılmış havlular. Ne bir gram esinti vardı ne de dalga. Anneanneannem çok yorulmuştu. Bense bitmiştim. Kumlar o kadar sıcaktı ki, sanki sandaletimin tabanı kaşar peyniri gibi eriyordu. Anneanneannem kuma sırt üstü yattı ve “Göm beni” dedi.
“Tamam” dedim.
Anneanneannem çok şişman değildi ama göbeği çok büyüktü, sanki hamileler gibi. Yoksa kolları ve bacakları incecikti. Diz kapakları kalındı sadece. Sandaletimi çıkarttım ve üstüne kum atmaya başladım ama kum çok sıcaktı, çıplak ayak basılacak gibi değildi. Hemen sandaletimi geri giydim. Ellerimle kum atayım dedim ama ellerim yandı. Anneanneannem ise gözlerini kapatmış yatıyor ve “Ohhh çok iyi, hadi oğlum, kum at kollarım üşüdü” diyordu. Etrafa bakındım; solda, birkaç şezlong ileride pembe bir kürek bana bakıyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Çölde gibiydim, uzaklara baktığımda görüntü dağılıyordu. Sıcak tüm bildiklerim ve gördüklerimle alay ediyordu. Yana zıplaya küreğin yanına gittim ve aldım. Kürek de her şey gibi sıcaktı. Anneanneannemin yanına geldim ve üzerine kum atmaya başladım.
Önce bacaklarını örttüm, sonra dizlerini, sonra sıra kollarına geldi oradan omuzlarına, göbeği tepe gibi duruyordu, üstüne kum attıkça kumlar göbeğinden yana akıyor üstünde durmuyordu. Ben kum atıyordum, kumlar aşağı akıyordu. “Hadi çabuk ol!” diyordu anneanneannem. İyice kum at, çok çok at. Ben de atıyordum. Anneanneannem ne dediyse onu yapıyordum.

Sonra bir baktım yanımda babam ağlıyor, öte yanımda dayım var. Önümüzde imam bir şeyler okuyor; elime baktım, kürek daha büyük, uçları paslanmış gibi. Üçümüz ve imamdan başka kimse yok. Yine çok sıcak. Dayım belim tutulmuş diyor, gece üstüm açık uyumuşum. Babamınsa hali yok, yine anneanneanneme ben toprak atıyorum. Hızlı hızlı. Yine göbeği toprağa batmamaya direniyor.

Hiç yorum yok: