10 Ocak 2012 Salı

Çay

Öpüştük... Öpüştük... Öpüştük... Önce o başlattı, dilini dilime doladı; asla sevemedim bunu, zevk alamadım ama oyunbozanlık da yapmadım. Dillerimiz iki beceriksizin tango yapması gibi sarıldı ve çarpıştı. Uyumla harmanlanmayan tutku ne biçimsiz ve kekremsi bir şeydi...

Sonra dillerimizi dinlendirdik, dudaklarımız devam etti. Telefon çaldı, dudaklarımızı ayırmadan gözlerimi açtım ve baktım. Arayan yengemdi. Yengem beni ilk kez arıyordu, bense onu hiç aramamıştım. Normalde bu şartlarda telefonumu açmam ama dudaklarımın dinlenmesi gerekliydi. Son bir tutkulumsu öpücük verdim ve telefonu açtım.

"Efendim yenge?"
"Güral?"
"Efendim?"
"Dayını kaybettik."
"Başımız sağolsun, evde misin?"
"Evet"
"Hemen geliyorum"

Apartopar yola çıktım. Yolda dayımı düşündüm, dudağımdaki ruj kalıntılarını yaladım, dudağımı kazağımın koluna sildim. Ağzımda manasız bir çay tadı vardı ama ben bu gece hiç çay içmemiştim ki...

Hiç yorum yok: