46 yaşındaydı Serkan. Hiç evlenmemişti, hiç doğru düzgün çalışmamıştı. Askerliğini bile yarım yamalak yapmış, üç ay sonra sakat raporu alıp dönüştü. Ne sevgilisi olmuştu şu hayatta ne de yakın bir arkadaşı. Tüm gün odasında televizyon izler, camdan dışarı bakar, bol bol uyurdu.
Bir sabah annesi kahvaltıyı hazırladı ve onu çağırdı. Çok konuşmadan kahvaltılarını yaptılar, zaten çok konuşmazlardı. Annesi, “Çık da yeşil mercimek al, akşama yemeğini yapayım” dedi. Serkan uykusunu alamamıştı “ Nazik konuş benimle senin uşağın yok burada” dedi, bağırmamıştı ama ses tonu tehditkardı.
46 yaşındaydı Serkan. Hiç evlenmemişti, hiç doğru düzgün çalışmamıştı. Askerliğini bile yarım yamalak yapmış, üç ay sonra sakat raporu alıp dönüştü. Ne sevgilisi olmuştu şu hayatta ne de yakın bir arkadaşı. Tüm gün odasında televizyon izler, camdan dışarı bakar, bol bol uyurdu.
Bir sabah annesi kahvaltıyı hazırladı ve onu çağırdı. Çok konuşmadan kahvaltılarını yaptılar, zaten çok konuşmazlardı. Annesi, “Çık da yeşil mercimek al, akşama yemeğini yapayım” dedi. Serkan uykusunu alamamıştı “ Nazik konuş benimle senin uşağın yok burada” dedi, bağırmamıştı ama ses tonu tehditkardı.
Annesi bir an da çıldırdı. Zaten arada bir çıldırır kaderine, yaşadıklarına söverdi. “Sana verdiğim tüm emekler haram olsun, tüm yaptıklarım dizine gözüne dursun” diye bağırdı.
Serkan kahvaltı masasından kalktı ve kendini göstererek “Daha neyin bedduasını ediyorsun kadın. Daha ne istiyorsun benden. Daha ne kadar dibe vuracağım?” dedi ve odasına gidip televizyonu açtı.
Annesi bir an da çıldırdı. Zaten arada bir çıldırır kaderine, yaşadıklarına söverdi. “Sana verdiğim tüm emekler haram olsun, tüm yaptıklarım dizine gözüne dursun” diye bağırdı.
Serkan kahvaltı masasından kalktı ve kendini göstererek “Daha neyin bedduasını ediyorsun kadın. Daha ne istiyorsun benden. Daha ne kadar dibe vuracağım?” dedi ve odasına gidip televizyonu açtı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder