Kim komşusunu öldürmek istemez ki? Park yerinize park ederler, gürültü yaparlar, misafirleri sizin kapı zilinize basar, selam vermezler, somurtkandırlar, aptaldırlar, söz dinlemeyen şımarık çocukları vardır, asansörü gereksiz bekletirler, çöplerini zamanında çıkartmazlar, bisikletleri apartman boşluğunda durur, balkonlarından aşağıya izmarit atarlar, çirkindirler, kıskançlardır. Vesaire vesaire ve vesaire…
Ben ise komşumu yukarıdaki sebeplerin birkaçı bir yana dursun; sadece sevmediğim için öldürmek istiyorum. Heyecan için, adrenalin için, kimsenin bilmediği bir sırrı bilmek için. Üst komşum Muzaffer Beyler öyle öldürülesi insanlar değiller. Emekli esnafmış Muzaffer Bey. Suratsız eşi Neriman Hanım ise sözde ev hanımı. Motor kızları Özge ise geçen ay mafyavari tavırları olan bir dökük saçlı, kara tenli bir adam ile evlenip; defolup gitti.
Apartmanın önünde ve evlerinde kına gecesi yaptılar, bizi davet etmediler ve kulaklarımıza bütün gece tecavüz ettiler. Biri polise şikayet etmiş gürültüden dolayı, ki inanın ben değilim, polis geldi Muzaffer Bey’i alıp götürdü; yirmi dakika sonra da geri getirdi ve gürültü devam etti.
Geçenlerde apartmanın içinde, bir başka komşu ile konuşurken, ağlıyordu suratsız Neriman Hanım. Zaten meymenetsizin teki, bir de ağlarken iyice korkunç oluyor. Neyse ben kulak misafiri oldum; mafyavari damatları kızlarını yanlarına göndermiyormuş. Onların da gitmesini istemiyormuş. Üzüldüm mü kadına? Hayır. Kadına insani bir duygu beslesem öldürmeyi düşünmezdim herhalde.
Agahta Christie romanları okumakla geçmişti ergenliğim. İşleyeceğim bu cinayette Agahta Christie’nin tetikleyici bir unsur olduğunu düşünüyorum. Zehri Kim Verdi?, ne güzel bir romandı. Üç Yanlış, Üç Ceset, Ölüm Büyüsü, Şampanyadaki Zehir. Ne sürükleyici, heyecan verici romanlardı. Bir kadın olduğum için ve çok güçlü olmadığımdan; silahla, bıçakla, boğarak, döverek ya da asarak öldürme fikri hep uzak olmuştur bana. Eğer ben biri öldüreceksem muhakkak zehirlemeliyim. Her ne kadar katil ben olsam da nasıl öldüğünü ya da ölüsünü görmemeliyim. Kaynanam öldüğünde yıkanmasına şahit olmuştum da, bir ay aklımdan çıkmamıştı. Hem kadına en yakışan cinayet şeklidir zehirlemek.
Bir sabah yine her sabahki gibi erkenden kalktım ve kahvaltı için kaynattığım yumurtaları soyarken, Neriman Hanım ve Muzaffer Bey’i nasıl zehirleyeceğimi buldum. Bir akşam yemeği için onları davet etsem, yadırgar ama gelirlerdi ama zehirlendikleri anlaşılınca benim işin içinde olduğum ortaya çıkardı. Hapse düşme riskinin farkında olsam da bu kesinlikle kabul edebileceğim bir şey değil. Öyle bir cinayet işleyeceğim ki; Agahta Christie diğer taraftan bana göz kırpacak.
Yumurtaları soyarken aklıma gelen fikir ise yine yumurtalar ile ilgiliydi. Onların evine yemek sokmanın en kolay yolu o an aklıma geldi. Kandil günü onlara zehirli helva götürecektim. En iyi cinayet planı, ne kadar karmaşık gözükse de basit olandır. İyi de kandil ne zamandı?
Şansıma kandile tam bir ay vardı. Bir ay, harika bir plan için bana gerekli zamanı veriyordu. Kandil gününü hafta içine gelmesi de diğer büyük şansımdı. Hafta sonu olsa, evde tek olamazdım. İlk işim fare zehrini almak olmalıydı. Evden çıktım ve yüzümün yarısını kapatan güneş gözlüklerimi takarak gelen ilk otobüse bindim. Otobüsten hiç inmediğim bir durakta indim ve başka bir otobüse bindim. Birkaç durak da bu otobüsle devam ettikten sonra dolmuşa bindim ve bir eczanenin önünde indim. Hayatım boyunca yaşamadığım heyecanı otobüs değiştirirken yaşadım. Sanırım kimse beni takip etmemiştir ve kimse beni tanımamıştır.
Eczaneni önündeki sokakta birkaç tur attım. Etrafta banka var mı, güvenlik kamerası olan başka dükkanlar var mı uzun uzun inceledim. Sokak tehlikesiz gibi gözüküyordu. Eczaneden içeri girdim ve gayet sakin bir ses tonu ile “ Fare zehri alabilir miyim?” dedim. Eczacı yaşlı bir amcaydı. “ Burada satılmaz kızım, ilaçlamacılardan alacaksın” dedi.
Ne kadar aptaldım. Fare zehri ve eczane. Taksiye atlayıp eve gittim, banyoya girdim ve uzun uzun ağladım. Üç gün evden çıkmadım, kaybetmişliğimin ağırlını her zerremde hissetmek ne kadar korkunçtu.
Cesaretimi toplamam ve evden zehir almak için çıkmam tam on bir günümü aldı. Otobüs, dolmuş değiştirerek bu sefer fare zehrini aldım. Eve döndüğümde heyecandan sırılsıklamdım. Önümde tam on dokuz günüm vardı.
Zaman hiç akmadığı kadar hızlı akmaya başlamıştı. Planım hazırdı ve ben hayatımın en ilginç zamanlarını yaşıyordum. Korkularım çoktu, yakalanmak kadar başarısız olmaktan da korkuyordum. Ya helvayı veremezsem? Ya komşulardan biri benim onlara helva verdiğimi görürse? Ya ölmez kurtulurlarsa ve benim cinayeti işlemeye kalktığım ortaya çıkarsa? Bu sorular beynimi kemirirken kandil günü de yaklaşmıştı. Yarın kandildi.
Sabah erkenden kalktım, evde tek kalınca hemen helva yapmaya başladım. Helvayı kavururken ellerim titriyordu. Tadından farklılık olur da yemezler korkusuyla bol bol şeker attım, kuş üzümünü bol koydum. Zehri de kattıktan sonra helvam hazır olmuştu. Helvaları kaselere koydum ve evin kapısını açıp apartmanı dinlemeye başladım. Ses yoktu Muzaffer Beyler üst katımızda oturuyorlardı. Elimde tepsi koşar adım çıktım ve kapıyı çaldım. Elim zile giderken bir anlık bile tereddüt yaşamamıştım. Eli titremeden ateş eden bir katil gibiydim. Nursuz Neriman Hanım kapıyı açtı ve gözlerinin içi gülerek, “ Neden zahmet ettin tatlım?” dedi. “ Kandiliniz mübarek olsun.“ derken ki sakinliğimden ben bile korktum. Bir kase almak istedi ama ben iki kase almasında ısrar ettim. Çok olsun ki hepsini bu çirkin kadın yemesin diye düşündüm. “Kaseleri ben sana sonra getiririm tatlım, bizde boş dönmez” dediği an öleceğim sandım. Bu cinayet mahallinde ipucu bırakmak demekti. “Kasem az, daha tüm apartmana dağıtacağım, hem sizin canınız sağ olsun” derken sesim titremişti.
Neriman hanımdan kaseleri alınca koşarak eve geçtim. Helva yaparken kullandığım kaseleri, tencereyi ve kalan tüm helvayı çöp torbasına koyarak bir taksiye atladım ve şehrin öteki ucundaki bir çöp kutusuna atıp, başka bir taksiye binip eve geldim.
Şimdi daha iyiyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder