30 Aralık 2008 Salı

AYNA


I

  Kocaman evinde yalnız başına yaşayan, kırk yedi yaşında bir kadınım. Eşim beni kızımızdan dört yaş büyük bir kız için terk edeli üç yıl olmuş. Kızımın ise; ‘’Bana çok karışıyorsun anne, beni boğuyorsun’’ deyip arkadaşlarının yanına taşınmasının üzerinden bir yıl geçmiş. Her ayrıntısının birbirinden kötü geçtiği berbat bir son beş yıl yaşamışım. Makyaj masamda üzerimde sabahlığımla oturuyorum. Saat sabahın altısı, gün yeni ışıyor. Günün ilk ışıkları ile kendime bakıyorum, önümde aynam. Alnımda kırışıklıklar var. Göz altlarım çökmüş ve kırışmış, kaz ayaklarım öyle belirgin ki... Ne kadar makyaj yapsam da artık fayda etmiyor. Belki bir aydır adam gibi, doya doya yemekte yemedim. Zaten yüzümün güzelliğim gitti, bir de kilo alırsam biterim.


  Rahmetli babamın torpili ile yirmi iki yaşında başlamıştım muhabirliğe. Zor ve heyecanlı bir meslek oldu her zaman benim için. Ben de zaten heyecanına ve temposuna kaptırdım kendimi. Zor meslektir muhabirlik. Gerçi her mesleğin kendisine göre zorlukları vardır ama ben kendi yaptığım işi bilirim. Çok yıprandım ve yoruldum. Hiçbir zaman; ne magazin muhabiri oldum ne de savaş muhabiri. Mesleğimin ilk gününden bu yana meclis muhabiriyim.


  Meclis muhabirliği; bizim mesleğin hem en kolay, hem de en zor yanıdır. Kolay yanı, haber kovalaması çok zor değildir. Milletvekilleri ya mecliste, ya parti binalarında, ya da birkaç lokantada bulabilirsin. Bazen de havaalanında demeç verirler; ama bu çok sık olmaz. Çok karışık bir şehir değildir Ankara. Haber bazen kendi kendine ayağına gelir. Meclis muhabiri olmanın diğer kolay yanı ise meclisin tatile girdiği dönemlerdir. O dönemlerde vekillerden çok az haber çıkar. Biz de vekiller sayesinde kendimizi tatilde hissedebiliriz.


  Mesleğimin zor yönleri ise vekillerin siyasetçi olmayı kurnazlık ya da insan kandırma sanatı olarak görmelerinden kaynaklı tavırlarıdır. Gözlerinizin içine baka baka yalan söylerler ve pişkinliklerine alışmak zordur. Bazı vekiller gerek dokunulmazlığın verdiği güvence ile gerekse vekil seçilmiş olmanın verdiği yüksek ego ile akıl almaz davranışlarda ve söylemlerde bulunurlar. Bir milletvekilinin söylediği hiçbir sözden sorumlu olmamasının mantığını hiçbir zaman anlayamadım.


  Beğenmedikleri bir haberi yapan muhabiri, gazete sahibine şikayet etmekten de hiç çekinmezler hatta işten attırmak için ellerinden geleni yaparlar. Mesleğimin ilk yıllarında bana takan bir milletvekili olmuştu. Kovulmamamın tek sebebi, pis adamın partiden ihraç edileceğini sezen gazete patronumdu. İğrenç adamın kovulmamı istemesinin sebebi ise akşam yemeği teklifini kabul etmememdi. Altı ay başım ağrımıştı, bir daha seçilemeyince öyle sevinmiştim ki…


  Mesleğimin zor yanlarından biri de Ankara’nın karasız havasıdır. Sabahları öyle bir ayaz karşılar ki bizi kat, kat giyinir, üzerine bir pardösü giyeriz. Öğlen oldu mu ise güneş çıkar ve sizi kavurmaya başlar. Bir ceket bile ağır gelir o saatlerde. İnsanın cildi o günlük hava değişiminden mahvolur. 


  Mesleğim gereği hep siyasetle iç içe oldum. Parti tüzüklerini, anayasayı, siyasetin yazılı ve yazısız kurallarının hepsini çok iyi bilirim. Gazeteciliği ise hiçbir zaman çok iyi yapamadım. Televizyonculuğa da geçiş yapamadım, gazetede bir köşemde olmadı. Ben bu işi sevdim ama hiçbir zaman çok iyi yapamadım.


  Şimdi makyaj masamda kendime bakıyorum. Kırk yedi yaşında yüzünde kırışıklıklar olan, eski güzelliği kalmamış bir kadın görüyorum. Saçlarım eskisi kadar kuvvetli değil, her ne kadar boyatsam da eski göz alıcı sarılığını bir türlü yakalayamıyorum. Oysa ne güzel saçlarım vardı benim…


  Basın toplantılarının ve basın açıklamalarının en zor yanı; soru sorabilmek ve en güzel fotoğrafı yakalayabilmektir. Meslekteki ilk yıllarımı hatırlıyorum da fotoğrafçı arkadaşım her zaman benim arkamda olmaya çalışırdı. Hatta diğer gazetelerde çalışan fotoğrafçı arkadaşlarda benim çevremde olmak için birbirlerini ezerlerdi. Omuzlarımdan akan, uzun,sarı saçlarımla konuşma yapan siyasetçinin dikkatini mutlaka çekerdim. Ne kadar önemli bir konuşma yaparlarsa yapsınlar gözlerini benden alamazlardı. Siyasetçinin bana baktığı anlarda en iyi fotoğrafı benim arkamdaki ya da çevremdeki fotoğrafçılar çekerdi. Benim mesleğimde en iyi yaptığım iş bu idi. Dikkat çekmek.


  Hiç unutmam bir başbakanın bana soru sordurmadığı basın açıklaması yoktu. Gözleri bende olduğu için sorumu duyar ve cevap verirdi. Yirmili yaşlarım boyunca birçok politikacıyı böyle kontrolüm altına almıştım. Otuzlu yaşlarımda da durum çok farklı değildi. Şimdi ise kırk yedi yaşındayım. Artık fotoğrafçılar çevremde durmuyor, birçok toplantıda soru dahi soramıyorum. Sıradan bir muhabir bile sayılmam artık. Başarısız, kötü bir muhabirim.


  Eskisi gibi vekillerle aram iyi değil. Benim iyi anlaştığım vekillerin birçoğu artık mecliste değiller. Yeni nesilde beni hiç umursamıyor. Kovulmamamın tek sebebi haber kaynağım olan birkaç eski dost. Onlarda bu dönemden sonra seçilemezler ve patron beni kapının önüne koyar.


  Saat sabahın yedisi oldu ve makyajım anca bitti. Tam bir saattir uğraşıyorum ve akan zamanın götürdüklerini hiçbir makyaj malzemesi geri getiremiyor. Zamana yenilmek sadece benim değil tüm insanların kaçınılmaz kaderi ama ben son kozumu oynayacağım. Yarın izin günüm, Ankara’nın en pahalı kuaförüne gideceğim ve kendimi değiştireceğim. Kendimi bildim bileli omuzlarımdan dökülen saçlarımı değiştireceğim. Öyle farklı ve öyle güzel olacağım ki eski günlerdeki gibi tüm fotoğrafçı arkadaşlar benim çevremde olmak için savaşacaklar, tüm basın toplantılarından ben söz alacağım. Her şey eskisi gibi olacak.


II


  Saat sabahın beş buçuğu. Güneş henüz daha yeni doğuyor ama Ankara’yı ışıldatmaya başlamadı. Dün hayatımın en büyük hatalarından birini yapmışım; şimdi anlıyorum. Makyaj masamdaki aynaya bakıyorum ve aynadaki aksimi tanıyamıyorum. Karşımda kısa küt saçlı bir kadın var. Saçları ensesine doğru kısalıyor; kırmızı, kızıl ve siyah karışımı renkte. Gözlerinin yanına düşen saçları kaz ayaklarını kapatmış ama göz altı morlukları çok daha belirgin.


  Hem benim ne kadar çirkin bir gıdığım varmış. Eskiden gözüme bu kadar batmazdı. Yeni saçlarım hem göz atlı torbalarımı hem de gıdığımın sarkıklığını gözler önüne seriyor. Oysa kuaför yeni saç modelimin bana ne kadar yakıştığını öyle güzel anlatmıştı ki; kuaförden çıktığım an her şeyin eski günlerdeki gibi olacağını zannetmiştim. Kuaförden eve kadar gülücükler saça saça yürümüştüm. Komşum Ayten hanım beni asansörde gördüğünde önce çok şaşırmış, sonra da ‘’Gözlerime inanamıyorum, harika gözüküyorsun, yüzünün güzelliği ortaya çıkmış’’ demişti. Ne mutlu olmuştum o an. Demek ki hem kuaför, hem de Atyen bana yalan söylemiş.


  Gerçi biz kadınlar böyleyizdir. Diğer kadınlara güzel gözüktüklerini söyleriz ki aynı iltifat bize de dönsün diye. Ayten bana güzel sözler söyledikten sonra ‘’Sen zayıfladın mı Aytenciğim? Belin incecik gözüküyor’’ dememiş miydim? Demiştim; ama Ayten zayıflamış gibi gözükmüyordu, beli de her zamanki gibi kütük gibiydi. O bana yalan söylemişti, ben de ona.


  Aptal kuaförde yalan söyledi bana. ‘’Bu saç modeli çok moda, Gülben Ergen gibi oldun, senin yüzüne çok yakıştı’’ demişti. Dünyanın parasını aldı benden, hem de beni berbat gösterdi. Geri zekalı.


  Gerçi onun da çok suçu yok. Yaşlandım artık. Ne yapabilirdi ki? Adamın elinde sihirli değnek mi var? Elinden geleni yaptı işte. Estetik ameliyat mı olsam ki? Göz altı torbalarım ve gıdığım için. Meclis açılalı henüz iki ay olmadı. Şimdi izin de alamam ki. Hem korkuyorum da… 


  Yıllardır aynı makyajı yapıyordum. Şimdi bu yeni saç modeline nasıl bir makyaj gider ki? İşin bu kısmını hiç düşünmemiştim. Acil bir karar aldım ve sonucuna katlanıyorum. Saat altı oldu ve ben hala uyandığım gibiyim. Sabah dokuz buçukta havaalanında basın açıklaması var. Başbakan Amerika ziyaretinden dönecek. Erken gitmeliyim ve mutlaka soru sormalıyım. Ama hala makyajımı bile yapmadım. Ne giyeceğim ben? Bu saça nasıl bir kıyafet gider. Ne yapacağım şimdi. Buradan havaalanı nerden baksan bir saat sürer. Ya yetişemezsem, ya soru soramazsam?


  Aynadaki kadının ben olduğumu kabullenmeliyim. Ne o ağlıyor mu o kadın. O kadın benim ve ağlıyorum. Çaresizlikten ve kaybetmişlikten ağlıyorum. Ne kadar berbat bir hayat benimkisi, her geçen günüm, düne göre daha kötü gidiyor. Kızımı iki haftadır göremiyorum. Benim anneme yaptıklarımın daha fazlasınız bana çektiriyor. Annem eşim olacak o şişman aptalla evlenme demişti. Ben ise, ‘’Anne kesin bakan olacak. Önü çok açık, hem beni seviyor da’’ demiştim. Ne bakan olabildi ne de beni sevdi. Hayatı boyunca bir kez başarılı oldu ve bir ihale aldı, başarısını da genç bir sevgili ile kutladı. Sanki yıllardır ona katlanan ben değilmişim gibi.


  Ne kadar çirkin olmuş benim saçlarım. Eski halim çok daha güzeldi. Ne kadar çirkinim ben.


  Elim makyaj masamın en alt çekmecesine gitti. Çekmeceyi açtım ve elime geçen makas ile saçımın önünden bir tutam kestim. Ellerim titriyor, sanki istediği oyuncak alınmamış bir kız çocuğu gibi için için ağlıyorum. Ağladıkça göz altı torbalarım şişiyor, gözlerim şişiyor. Ben neden saçımı kestim? Şimdi ne yapacağım? Bu şekilde başbakanın basın açıklamasına gidemem ki. Beni bu kadın deli diye içeri bile almazlar. Ne kadar büyük bir aptalım ben. Ne kadar çok hata yapıyorum. Ne yapacağım şimdi? Bu saatte açık kuaförde bulamam ki, hem bulsam kuaför ne yapacak? Saçımın ön kısmını tek seferde kesmişim. Hangi kuaför beni kurtarabilir ki? Peruk mu alsam, saçlarımı kısacık mı kestirsem? Peruklu kadınlardan nefret ederim. Artık dönüş yok farkındayım.


  Elimde makasım bir yandan ağlıyorum, öte yandan saçlarımı kesiyorum. Koşarak banyoya gidiyorum. Eski eşim olacak kel kafalının evde bir makinesi vardı. Tepesinde hiç saç kalmadığında, ‘Artık berbere gitmeyeceğim. Evde sen kısaltırsın değil mi?’’diyerek yeni aldığı makineyi göstermişti bana. Saçını o makine ile bir kez kısaltmıştım. Saçı bir daha uzamadan evi terk etmişti. Banyo dolabının içinde eski, artık kullanmadığım havluların arasından buluyorum makineyi. Onun olan her eşya gibi gözümün göremeyeceği bir yere saklamışım bunu da.


  Akıl hastanelerindeki deliler gibiyim şu an. Saçlarımın azı uzun azı kısa. Sanki kafama saç kıran girmiş gibi. Banyo aynasında kendimi gördüğüm an azalmış olan hıçkırıklarım yeniden yükseliyor. Ne yapıyorum ben kendime?


  Makineyi fişe takıyorum ve çalıştırıyorum. Ellerim titriyor ama artık dönüş yok bunun farkındayım. Yavaşça saçlarımın üzerinde gezdiriyorum makineyi. Dokunduğu yerde saçların tamamını kesiyor.


  Ağlayan aksime bakıyorum. Ve artık gülüyorum…

Hiç yorum yok: