Yağsız Sebze Çorbası
“Dostlarım size bu
sabah ne anlatırsam anlatayım boş!” dedi adam. “Bir kısmınız sadece arasından
sadece duymak istediklerini duyacak, diğer kısmınız ise ihtiyacı olanları.
Yaradan mucizesini bu sabah bir kere daha gösterecek halelüyah!” Çevresindeki
insanlardan iyi giyimli olanları cılız biz sesle tekrar etti “Halelüyah” Elinde
bir kitab-ı mukaddes sabahın köründe insanlara vaaz verirken; saçları dökük,
simsiyah gömlek üstüne kar beyazı kravat ve alakasız kırmızı spor ayakkabılı,
son derece iyi kıyım bir adam da gayet büyük –eker ayran kutusundan bile-
bardaklarda çorba dağıtıyordu. Aksanında ve gülümsemesinde devasa bir
Amerikalılık vardı. “Dostlarım…” diyordu cümlelere başlarken. Dişleri diş
macunu reklamında oynayabilecek kadar beyaz ve muntazamdı. Ve tüm bunları
belirli bir uzaklıktan tek ve aç başına izliyordu İzzet. İki gündür, günde bir
simitle duruyordu ve üç simitlik bütçesi kalmıştı. O üzerinde dumanlar tüten
çorba şu an ona dünyanın en güzel besini gibi geliyordu. Ama bir yandan da
korkuyordu İzzet. Kendini aç ve kapana kısılmış hissediyordu.
Çorbayı dağıtan adam
İzzet’in başını duymadığı bir diyaloğun sonunda “… tekkeyi bekleyen, çorbayı
içer” dedi ve tam anlamı ile şöyle güldü “Haaa ha ha ha ha ha!” Kahkahalardan
cesaret alan İzzet kalabalığa doğru yaklaşırken, kalabalıktan
çok iyi giyimli ve bakımlı biri başka bir şey söyledi “Bizim çorba
Adıyamanlıların üstten eklemeli çorbası gibi değil ama, bitiyor” dedi.
Kalabalık yine çok gülünce liderleri olduğu belli olan adam “Arkadaşlar biraz
sakin lütfen” dedi ve herkes anlayışla sustu.
Kalabalığı inceliyordu
İzzet. Grubu yöneten adamla göz teması kurmaya çalışıyordu. Yok, asla böyle bir
kalabalığın içine giremez ve çorba isteyemezdi. Lider karakter bir an için
gözünü etrafını sarmış insanlardan arasına doğrulttu ve İzzet’i gördü. Birkaç
saniyelik bakışmanın ardından İzzet mahcupça başını öne eğip gözünü kaçırdığı
anda adam “Dostum bakar mısın?” dedi, “Lütfen bize katılıp Yaradan’ın bize
nasip ettiği çorbayı bizimle paylaşmaz mısın?”
İzzet bir an korku ve
çekingenlikten adım atamayınca hızlı ve kendinden emin adımlarla hemen yanına
geldi ve elini omzuna atıp ona çorbaya kadar eşlik etti. “Dostum, adın ne?”
dedi. İzzet zaten haddinden fazla heyecanlı günler geçiriyordu. İki katlı bir
bi’milyoncuda tezgahtarlık yaparak geçinen bir adam için son birkaç günde
yaşadıkları cidden aşırı fazlaydı. “İzzet” dedi sesi kısık başı öne eğikçe.
Sonra başını kaldırdığında sarışın bir kadının onu telefonu ile kaydettiğini
gördü ve tedirgin oldu. “Dostum telaşlanma” dedi adam. “Bu bir periskop yayını
ve kaydedilmiyor. Çeşitli nedenlerle kilisemizin sabah çorbasına katılamayan
dostlarımız için bu yayını yapıyoruz,
özel bir yayın bu, söyle bakalım ne çorbası istersin? Yağsız sebze
çorbası mı yoksa acılı domates çorbası mı?” Seçeneklerde tarhana olmamasını
hayatın ona asla istediği tercihleri sunmaması bağladıysa da yağsız kelimesinin
negatifliğine takılıp “Domates çorbası, lütfen”
dedi İzzet.
Çorbadan bir yudum
aldı, bir yudum daha aldı ve bir yudum daha aldı. İzzet öylesine açtı ki, çorba
bir dakikadan kısa bir süre içerisinde bitti. Bittiğini gören lider karakter
çorbayı koyan adama “Dostumuz çorbana bayıldı. Lütfen bir tane daha doldurur
musun?” dedi. Çorba gelirken de kalabalıktan birkaç adım uzağa çektiği İzzet
ile konuşmaya başladı. Gözleri İzzet’in gözlerinin üzerindeydi.
“Dostum biliyorum!
Dostum görüyorum! Dostum hissediyorum! Canının sıkıntısını, seni boğan dertleri
hissedebiliyorum. Farkındayım ki hayatının zor bir evresindesin. Hiç üzülme.
Yaradan bizleri bu zor yollara bazen gittiğimiz yönü beğenmediği zamanlarda
sokar. Söyler misin bana bu kötü günlerinden kurtulmak istemez misin? Ben
Amerika’dan geldiğimde inan senin gibiydim. Param hiç yoktu. Sokaklarda
yatıyordum; Cihangir’de, Beşiktaş’ta, Moda’da… Oralardaki o metruk boş
binalardan geceler geçirdim ben. Soğuk kış gecelerinde uyuşturucu kullanan insanlarla
koyun koyuna yattım; sadece donmamak için. Bacağıma sarılmış sokak çocukları
tiner çekerlerdi, evsiz kalmış çocukların gözyaşları ile uykum bölünürdü. Bak
şu an çorbayı dağıtan arkadaşımı görüyor musun? İste o benim o zor günlerden
kalma bir arkadaşım, o benden de dipteydi. Sonra Yaradan bana bir kapı açtı.
Yine böyle bir eylül günü dostum Pastör Erdinç ile tanıştım. Bana bugün benim sana
yaklaştığım gibi davrandı. O zaman bu kadar kalabalık da değildik. Beni bir
çorbacıya götürdü ve karnımı doyurduktan sonra seni akşam yemeğine bekliyorum
deyip elime bir adres verdi. Ben de aynı şeyleri sana söylüyorum dostum. Seni
akşam yemeğine bekliyorum. Yaratan ve Rabb İsa sayesinde tüm dertlerinden
kurtulabilirsin”
İzzet anlatılanların
sadece bir kısmını duydu, aklında ise ekmek istemek vardı, çünkü o da ekmek
olmadan doymayan karakterlerdendi ama ekmek istemeye de utandı. Adam elinde bir
kartvizit ona uzatıyorken arkadaşına bağırdı “Dostum bence senin eşsiz yağsız
sebze çorbanı da tatmalı…”
İzzet teşekkür etti,
adam İzzet’e teşekkür etti. İzzet arkadaşını dönüp kalabalıktan küçük ama seri
adımlarla uzaklaşmaya başladı, açlıktandı belki ama çorba ona leziz gelmişti.
İzzet samimi bir
Müslümandı. İbadet yüzdesi gayet yüksekti. Belirli aralıklarla vakit
sayılarında düşüş yaşasa da yıllardır alnının secdeye değmediği bir gün dahi
yoktu, ta ki birkaç güne kadar. İşlediği günahın büyüklüğünü ve affedilmezliğini
bilse de Allah’ın affediciliğinin sonsuzluğuna güveniyor; bir yandan da
işlediği günahı kalabalık işlemiş olmalarına güvenerek kendine düşen payın
azlığından umut buluyordu.
Sokak arası bir camiye
kadar tövbe ederek yürüdü. Şadırvanda abdestini aldı ve sabah namazının
kazasını kıldı. Ki İzzet namazın kazasının
olmayacağını düşünenlerdendi. Sonra biraz daha nafile ibadet yaptı. Öğleni
cemaatle beraber eda etti. Abdestini tazeleyip biraz daha Allah’a yalvardıktan
sonra ikindi namazını cemaatle kıldı. Sonra bol bol tesbihat yaptı. Tesbihatten
sonra abdestini tazeleyip akşamı kıldı. Akşam namazı bittikten sonra imamın
kendisine şüpheli gözlerle baktığını gördüyse de umursamadı. Arada biraz daha
dua etti ve abdestini tazeleyip yatsıyı kıldıktan sonra camiden ayrıldı.
Elindeki kartvizite
baktı. Yürüyerek on dakikalık yoldaydı. Ayakları diretse de yürümeye devam
etti. Gün içinde Allah’a hep şöyle yalvarmıştı “Allah’ım günahlarımı bağışla.
Biliyorum ki büyük bir günah işledim. Sen affedensin. Benim de günahlarımı
affedersin. Akşam o kiliseye gidip o cemaatin içine karışmaya çalışacağım ama
şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki;
hazreti Muhammet Allah’ın kulu ve elçisidir. Yıllar önce televizyonda
izlemiştim. Kiliselere polisler giremiyor. Allah’ım kiliseye girmemin tek
sebebi hapishaneye girmekten korkmam. Beni affet Ya Rabbim!” derken kiliseni olduğu apartmana geldi.
Apartmanın kapısı açıktı ve daire numarası olarak 2 yazıyor, girişteki dairenin
kapısının üstünde ise 15 yazıyordu. Girişten dört kat daha aşağı indiğinde onu
sabah tanıştığı adam karşıladı “Dostum!” dedi ve İzzet’e sarıldı “Geleceğini
biliyordum. Sırf gel diye Yaradan’a hep dua ettim. Aramıza hoş geldin!”. Devasa
mimik ve gülümsemeleri ile İzzet’i bir sıraya oturttuktan sonra kendisi de
sahneye çıkıp elindeki kitabı mukaddesten bir sayfa açıp anlatmaya başlayalı
birkaç dakika olmuştu ki; kapı sertçe çalmaya başladı “Açın kapıyı açın!
Polis!”
Kapıyı sabah çorbaları
dağıtan iri kıyım adam açtı. Polise arama emri olup olmadığını ve tüm
evraklarının hazır olduğunu söylerken sesini biraz yükseltince ortam gerildi ve
polis adamı yere yatırıp arkasından kelepçeledi. Sonra da içerideki yaklaşık on
beş kişiye dikkatlice baktıktan sonra İzzet’in gözlerine bakıp “Hadi İzzet
hadi! Bizimle merkeze geliyorsun” dedi. İzzet yavaşça sırasından kalkarken vaaz
veren kişiye bakıp “Ben buraya polis giremez diye duymuştum” dedi. Pastör ise
gülümsemesini bozmadan “Dostum” dedi “Burası Türkiye!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder