Reenkarnasyon
1.seansın sonları
“Evet görüyorum.
Mezarlıkta iki sarhoş oturuyorlar. Olay nerden baksan iki yüz yıl öncesinde
gerçekleşiyor. Ortam sarı ve son derece bozkır. Türkçe konuşuyorlar. Muhtemelen
İç Anadolu bölgesi. K’lerin çoğu o zaman da G. Üstler başlar çok eski. İki
adamın da cildini güneş kıpkırmızı, kaskavruk yapmış. Şaraplar testide, bardak
yok, kafalarına dikiyorlar. Ağır içiyorlar ama aceleleri yok. Kokusu dahi
alabiliyorum. Sirke gibi keskin kokuyor. Özellikle bir mezarın başında içiyorlar.
Neden o mezar özellikle anlayamıyorum. Biri sağında mezar taşının öteki
solunda. Arapça yazıyor bir şeyler ama Arapça bilmiyorum. Biri mezar taşına
sarılıyor bazen. Yalnız güneşin altında iyi zom olmuşlar. Bazen gülüyorlar,
bazense ağlıyorlar. Yanlarına doğru yaklaşmaya çalışıyorum ama mezarlık ya, çok
ruh var izin vermiyorlar dostum. Çok yoruldum; diğer seans devam ederiz.”
2.seansın sonları
“Mezarı başına doğru
yaklaşıyorum. Bu sefer ruhlar izin veriyorlar gelmeme. İkisi de çok mutsuz
adamların. Üç arkadaşlarmış eskiden; ta ki sen ölene kadar. Birbirlerine
kardeşim diyorlar ama kardeş değiller. Senin de kardeşin değiller. Kardeşliğin
enerjisi çok farklıdır. Kardeş olsalar anlardım bir de anneliğin enerjisi
farklıdır, neyse... ‘Gittin be, bizi bıraktın ve sensiz çok yalnızız’ diyorlar.
Bu sefer daha yakındayım ya mezar taşını daha iyi görebiliyorum. Bak şöyle bir
şey yazıyor –Arapça gibi bir şeyler karaladı-, bilmiyorum ne demek. Sorarız
birine. Hem adının değil, hikayenin önemi var. Önceki hayatında nasıl biriydin?
Kimler sevdi, kimler sevmedi? Bazı ruhlar takip etti mi seni? Uykusuzluğunun
altında bunun yattığından şüpheleniyorum ve senin hayatların arasında yolculuk
yapmak çok zor. İlk kez bir dostumun hayatlarını incelerken bu kadar
yoruluyorum, haftaya aynı gün ve aynı saatte…”
3.seansın sonları
“Evet! Evet sonunda
konuşmaya başladılar senden. Her ayın ikinci cuması, ikindiden sonra geliyorlar
mezarına. Hep ellerinde hep iki testi şarap ve derin bir hüzün. Bazen senden
konuşuyorlar bazen hiç konuşmuyorlar. Bu sefer senden konuşmaya başladılar.
Evet, hem arkadaş hem de meslektaşmışsınız. Üçünüz de hiç evlenmemişsiniz.
Adamlardan biri ‘Zaten bizimle kim evlenir ki?’ diyor. Öteki de ‘Boşver! Biz
vatanımız için yaşadık!’ diyor, sonra da mezarını gösterip ‘İnşallah vatanımız
için de öleceğiz!” Önceki hayatında asker olma ihtimalin çok yüksek ama burası
şehit mezarlığı değil. Şehit mezarlıklarının enerjisi yemyeşildir. Dana önce
bir dostum önceki hayatında Çanakkale gazisiymiş, onun hayatına yaptığımız
serüvenlerin birinde Çanakkale Şehitler Mezarlığına yolumuz düşmüştü, burası
normal bir mezarlık. Ve mezarlıklar çok yoruyor beni. Baksana sapsarı oldum.
Müsaadenle bu seansı burada sonlandırmak istiyorum…”
“Çok sevinirim, zaten
öğlen tatili bitmek üzere, önemli bir toplantım var üstadım”
4.seansın sonları
“İşte bu! Sonunda tık
daha derine indim… Yaşıyorsun. Arkadaşların da yaşıyor. Berabersiniz ve
yürüyorsunuz. Aynı çizgi üstünde ama aralarınızda onar metre mesafe var. Arada
birbirinizi kolaçan ediyorsunuz. Ellerinizde kılıçlar var ama daha kısa,
bıçaktan da daha uzun. Ortam berbat kokuyor. Kan kokusu gibi. İnsanlar inliyorlar.
Tanrım nasıl bir yer burası. Hayatıma ilk kez böyle bir serüvene yelken açtım.
İnanılır gibi değil. Toprağın üstü bile kan. O kadar çok kan var ki; toprak
artık çekemiyor. Çok çok çok kötü oldum. Lütfen bana bir on beş dakika müsaade,
lütfen”
Yirmi dakika sonra…
“Çok güzel, harika!
Bıraktığımız yerden görmeye devam ediyorum.
Ve bu sefer yüzün çok daha net. Şimdiki gibi esmersin. Boyun posun da
hemen hemen aynı. Gözleriniz kahverengi ama çok daha koyu, yüz hatların daha
sert. Uzun bir çenen var ve buz gibi bir ifaden. Yerde yatan birini görüyorsun
ve çevirip bakıyorsun. Sonra… Hayır! Hayır! Kılıcını kalbine sapladın ve
yürümeye devam ettin. Biraz daha yürüyorsun. Yine yerde biri yatıyor. Kılıcını onun
da kalbine sapladın. Devam ediyorsun; kanlara, ölü bedenlere basa basa
yürüyorsun ve birini daha gördüm. Yine tek harekette kılıcını kalbine saplayıp
devam ettin. Makine gibisin. Yüzünde
hiçbir mimik yok. Yerde yatan birini gördün. Gözleri açık, seni tanıdı. Sen de
onu tanıdın. Eğildin, elinle yaralarına baktın, göğsünde ve karnında iki kesik
var ‘Yaşıyor! Koşun yaşıyor! Yaraları derin değil’ diye bağırdın. Başkaları
yaralının yanına koştu, sen devam ettin. Biraz uzaklaştın ve bu sefer yerde bir
başkasını gördün. Onu da tanıdın onunda gözleri açık ama iyi bakmıyor, o da
seni tanıdı; burası bir savaş meydanı şimdi daha iyi anlıyorum. Yerdeki adam da
sizin taraftan. Yarası çok derindi, bağırsakları gözüküyordu. Çok kısık sesle
‘Yardım et’ diyebildi. Ama kılıcını onun da kalbine sapladın.
Üzgünüm burada bıçak
gibi kesildi. Başka bir şey göremiyorum.”
5.seansın sonları
“Üzgünüm dostum o
hayatınla ilgili başka hiçbir şey göremiyorum. Hep aynı sahneler. Ama biraz
önce çok başka bir sahne gördüm. Başka
bir hayatınla alakalı olmalı, dinlemek ister misin?”
“Çok isterdim ama
önemli bir toplantım var; bir sonraki seansta görüşmek üzere”
6.seansın henüz başları
“Dostum inanılmaz
hayatlar yaşamışsın. Bir önceki serüvenden sonra bu serüven de çok ilginç
duruyor. Bir ormanda bir arkadaşınla beraber yürüyorsunuz… Yanınızda bir adam
var muhtemelen yardımcınız üzerinizde ise…”
Cep telefonu çalar
“Özür dilerim hemen
açmam gerekli
‘Evet efendim,
dinliyorum… Evet… Hemen geliyorum efendim’
Yeni işe aldığımız
işçilerle ile ilgili çok büyük bir adaptasyon sorunu yaşıyoruz da, benim gitmem
gerekli daha sonra devam ederiz üstadım, müsaadenizle”
“Müsaade sizin değerli
dostum”
7. seansın sonları
“Elinizde bir file var
değerli dostum. Arkadaşının adı Benjamin. Aksanlı bir İngilizcesi var.
Muhtemelen geç öğrenmiş ve tam öğrenememiş. Benim de İngilizcem çok içler açıcı
ve akıcı olmadığından Benjamin’in dediklerini daha iyi anlıyorum. Koşuşturup
duruyorsunuz. Bu sefer yaşlısınız, en az yetmiş yaşında olmalısınız. Çok emin
değilim ama sanki Hindistan burası. Sizin bir İngiliz asilzadesi olduğunuzdan
ve Benjamin’in ise size hizmet etmekle görevli bir Hintli olduğundan neredeyse
eminim. Yağmur başlıyor ansızın. Benjamin arkanıza geçti ve hızla şemsiyeyi
açtı; ıslanmamanız için size tutuyor. Benjamin ıslanıyor ama size bir damla
dahi değmiyor. Siz Önde, Benjamin arkada yürüyorsunuz. Büyük bir çiftliğe
geldiniz. Bahçesinde kriket sopaları var, yere atılmış. Muhtemelen bir maç
esnasında yağmur basınca bırakmışlar. İçeri sinirle giriyorsunuz. Sizi gören
herkes esas duruşa geçiyor. İçerideki insanlar kabaca ikiye ayrılabilir: Sizin
gibi soluk İngiliz beyazı renginde olanlar ve Benjamin gibi kavruk Hindistan
esmerliğinde olanlar. Kriket sopalarının dışarda olmasına olan kızgınlığınızla
bağırıyorsunuz. Kimsenin sesi çıkmıyor ve hemen gidip sopaları alıyorlar.
Odanıza geçiyorsunuz ve
çizmelerinizi Benjamin çıkartıyor ve masanıza ayağınızı uzatıp düşüncelere
dalıyorsunuz. Duvarlarınız her yeri çerçevelerle dolu. Ama çerçevelerin
içerisinde resim yok, kelebekler var. Elinizde fileden anlamam gerekleydi, siz
bir kelebek avcısısınız…
Başka bir görüntü
canlanmıyor bu gün için dostum ama çok büyük bir aşama gerçekleştirdiğimizi
düşünüyorum.”
8.Seansın sonları
“Hindistan’a barış
getirmişsiniz. Günleriniz genelde işle geçiyor, bol bol evrak işleri. Hint
kabileleri süreklif çatışma halindeler ama sizin gittiğiniz her yerde sükunet
hakim oluyor. Çok yoğun çalışıyorsunuz ve tek bir hobiniz var; o da kelebek
avlamak. Benjamin çok sadık ve yetenekli bir yardımcı. Ama onu yanınızda neden
gezdirdiğinizi de anlamıyorum. Kelebekleri siz avlıyorsunuz. Benjamin sadece
taşıma işini yapıyor. Zebra gibi kanatları olan hemen hemen avcunuzun yarısı
büyüklüğünde bir kelebek görüyorsunuz. Benjamin’e net bir komutla ‘Takip et!’ diyorsunuz
ve elinizdeki, uzunca bir tenis raketine benzeyen filenizle fişek gibi koşmaya
başlıyorsunuz. Beni çok şaşırttınız dostum, dediğim gibi yaşlı bir adamsınız,
bu kadar hızlı ve seri hareket edebileceğinizi hiç tahmin etmemiştim. Siz
kovalıyorsunuz, kelebek kaçıyor; siz kovalıyorsunuz, kelebek kaçıyor ve en
sonra bir kayaya basıp zıplıyor ve filenizle kelebeği yakalıyorsunuz. Benjamin
hemen yanınıza bitiyor ve kelebeği ağdan çıkartıp size gösteriyor. Bakıyorsunuz
ve “Beş para etmez Benjamin, baksana zebra çizgileri simetrik değil diyorsunuz
ve yere çalıp eziyorsunuz kelebeği.”
“O zaman da çok
titizmişim farkında mısınız üstadım”
“Kesinlikle birer kahve
içmeliyiz, benim başım döndü”
“Elbette”
Birer kahveden sonra
“Bu sefer yine bir
avdasınız, kelebek avında. Kılık kıyafetinizden ve Benjamin’den bunu çok rahat
anlayabiliyorum. Yine bir zebra kanatlı kelebek gördünüz. Yine koşmaya
başladınız. Siz önde, Benjamin arkada, kelebek en önde. Kelebek çok yüksekten
uçuyor ve çok büyük, en az avcunuz kadar büyük, belki bir tık daha fazla. Zıplasanız
dahi yakalama ihtimaliniz yok gibi. Koşuyorsunuz. İnatçı, tuttuğunu koparan bir
karaktersiniz dostum. Eski hayatlarınızla şimdiki hayatınızın en ortak özelliği
o. Hep iyi ekipler kurmuş ve iyi çalışmışsınız; çalışma arkadaşlarınız
tarafından da hem sevgi, hem de saygı görmüşsünüz.”
“Teşekkür ederim, hep
öyle derler”
“Kelebek bir ağacın
üstünde duruyor. Siz de ağacın altında. Yüksek bir ağaç ve altında dalları yok.
Benjamin gelince eğiliyor. Benjamin’in sırtına basıp bir dala tutunuyorsunuz.
Sonra kendinizi çekip bir dala basıyorsunuz, bir dal daha derken artık kelebeği
görebiliyorsunuz. Çok sessizsiniz dostum. Tam bir avcı hassasiyetindesiniz.
Yavaşça elinizdeki ağı kelebeğe doğru uzatıp bir anda üstüne indiriyorsunuz. Ve
o anda bastığınız dal kırılıyor… şey neyse daha fazla göremiyorum. Bir sonraki
seansa artık dostum. Bir de sizden bir ricam olacak. Siz Coca Cola’nın insan
kaynakları departmanında mı çalışıyordunuz?”
“İnsan kaynakları
departmanının başındayım üstadım”
“Benim bir yeğenim var,
gıda mühendisi. Daha önceki hayatlarının birinde de sizin mezarınızın yanında
şarap içip ağlayan arkadaşlarından biriydi, diğer hayatınızda da sizin
emrinizde çalışan İngilizlerden biri olduğuna neredeyse eminim. Bakın bu da
CV’si. İlgilenirseniz çok sevinirim. Bazı dostluklar bir hayatla kalmaz ve iyi
iş arkadaşları kolay kolay bulunmaz…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder