-Marquez'e-
Bizim köyümüzde zamanı köyümüzün kurucusu ve ebedi belediye genel sekreterini olan Maşim Bey'in elleri ile yıllarca uğraşarak inşa ettiği kum saatinden biliriz. O kum saati tam bir saatte devinimini tamamlar. Yedi insan boyundaki dev kum saati belediye binasının önünde durur ve o gün saatten kim sorumluysa; tam vaktinde kanca kolu sayesinde saati çevirir. Maşim Bey'in kum saati o kadar muhtemeşemdir ki, insanlar ondan gözünü asla alamazlar. Sadece saati izlemeye ve zamanı sormaya köyümüze gelenler olur. Tüm evlerimiz kum saatimize bakar ve kimse köyümüzün gerçek adını bilmez. Nerelisin sorusunu hep Zaman'lıyım deriz.
Maşim Bey muhteşem zekasının yanında biraz da garip adamdır. Birlik, beraberlik, eşitlik gibi kavramlara biraz takıktır. Köy olarak her şeye ortak karar verilmesi gerektiğini söyler durur. Biz zamanlılar o kadar çok oy veriririz ki şaşarsınız. Seçim boyaları parmaklarımızdan hiç silinmez. Bir keresinde herkesin on parmağıda boyalıydı ama Maşim Bey reankarnasyon var mı yok mu diye seçim yapmaya karar verdi. El mecbur sandıklara koştuk. Oyumuzu verdik, sandık çıkışında seçim görevlisi birden fazla oy kullanmamaızı engellemek için parmağımızı boyamaya kalktığında tüm parmaklarımızın boyalı olduğu gördüğü için o boyayı burnumuza sürdü. Tüm halk burnu boyalı olarak gezdik ve reankarnasonun olmadığına karar verdik. Ben var diye oy verdim ama sonra halkımız olmadığı kanısına vardığı için durumu kabullendim.
Neyse, kum saatini inşa ettikten üç gün sonra, saati tam yetmiş iki kez çevirmiş olmaktan bitap ve uykusuz düşen, iflah olmaz eşitlikçi Maşim Bey bu onurun kime verileceği konusunda hemen bir seçim düzenledi. "Herkes istediği kişiye oy verebilir", dediysede hepimiz şaşmaz bir sadakat duygusu ile Maşim Bey'e oy verdik. Sonuçlardan memnun olmayan Maşim Bey; "Bu büyük onuru bana verdiğiniz için hepinize sonsuz ve dipsiz şükranlarımı sunuyorum", diye başlayan kırk dakikalık konuşmasını, "Bu onur hepimizin, hepimiz sırayla kum saatimizden sorumlu olacağız", diyerek, göz yaşları ile bitirdi. O ağladı, biz ağladık... Tam bir duygu seli, akıl almaz bir durumdu.
Çok ama çok yaşlıları, delileri ve sakatları çıkarttık ve kura ile sıralamayı belirledik. Bir kişiye bu onur ömrü boyunca en fazla iki ya da üç kez geliyordu. Ölümcül hastalığı olanlar ve Maşim Bey'in konukları dışında da bu sıra bozulmazdı. Bir garip heyecanla ben de sıranın bana geleceği günü bekledim durdum. Bir yıl kaldığını duyduğumda içim sıkıldı, altı ay kaldığını hesaplayınca takmamak için o gece sağlam içtim, üç ay kaldığında " Ooo daha yüz gün var", diyerek kendimi avuttum. Son bir ay ise bildiğin asabım bozuktu, tanıdığım herkesle saçma sapan sebeplerden dolayı kavga ettim. iki hafta kala karım çocukları da alıp annesine gitti, son bir hafta hemen hiç uyumadım, üç gün kala kaynanamın evine gidip karımı ve veletleri aldım, son iki gün çok güzel beslendim, son gün kum saatini kullanmış tüm tanıdıkları dinledim ve sıram geldiğinde hazır gibiydim.
En güzel kıyafetlerimi giymiştim, hayatımda ikinci kez kravat takıyordum ve çocuklarımın bacaklarımın titrediğini görmelerinden çekiniyordum. Meydana gittiğimde halk herkesi olduğu gibi beni de alkışlarla karşıladı. Yükselen alkışları görevini layığı ile yerine getirmiş olan genç bir nalbantla paylaştığımın bilincinde olsam da insan o sinerjide bunu düşünemiyor ve her şeyi kendinin sanıyor. Kancalı kolu çevirmem için hemen hemen bir saatim vardı ve zaman akıyordu.
Yıllardır her gün akışını izlediğim kum saati bugün bir ayrı hızda akıyor, akan her kum tanesi sanki yemek borumdan mideme doğru oturuyordu. Keşke bir terslik olsa, bir ülke bize savaş açsa ya da üç insanlık ömür yaşamış olan Maşim Bey ölse diye içimden geçirirken vakit geldi.
Son kum tanesi düştüğü anda koşarak kancalı kolun başına geçtim ve kolu çevirmeye başladım, ben kolu hızla çevirirken meydanda duran yüz iki yüz kişi beni alkışlıyordu. Tam saati yarım çevirmiştim ki 'Çat' diye bir ses duydum ve kum saatinin camı kırıldı. Tam altında olduğum için de tüm kumlar ve cam kırıkları tepemden aşağı döküldü.
Ne kadar sürdüğünü elbette bilemiyorum ama bir şekilde üzerimdeki tonlarca topraktan sürüne sürüne, tırmalaya tırmalaya çıktım. Belki de tüm kemiklerim kırılmıştı ama meydandaki kalabalıktan kimse bana yardım etmedi. Herkes yerde yatan Maşim Bey'e bakıyor ve öldüğüne inanamıyordu.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder