1.
Bugünden yirmi bir tam yıl önceydi. Ben dokuzumu yeni doldurmuştum, o ise otuzunu dolduralı baya olmuş gibiydi. Babamdan daha büyük durmasa da babama ağabeylik taslar bir havası vardı. Benim yanımda, annemim yanında, başkalarının yanında babama abuk subuk laflar eder, babamı adam yerine koymazdı. Yaramaz adam, ezik, kibrit, kadın beyinli, dangon gibi saçma sapan lakaplar takar, aşağılardı. Babamsa gerçeği söylemek gerekirse kafası az çalışan, ezik bir adamdı ama kalbi kötülükle dolu değildi. Büyük günahlardan sakınır, küçük günahlardan kaçınır; kendi halinde yuvarlanır, çarpa çarpa, giderdi.
Yirmi bir yıl önce bugün kahveye babamın yanına gitmiştim, doğum günümdü. Giriş katının altındaki izbede, sigara dumanlarının pusunda, hesabına okey oynuyorlardı. Oturdum “ Ne içersin?” dediler utandım, sustum; o garsona bağırdı ve “ Bir sarı çek” dedi ve fantam geldi. Pipetten yavaş yavaş fantayı çekerken bazen birazını içeri üflüyor, pipetin içindeki sarının aşağı yukarı hareketini izliyordum. Oyun kaç kaç, kim kazanıyor umurumda değil ki; kavga koptu. Babam yanlışlıkla yere okey atmıştı ve taşladığı adam okeyi kaptığı gibi bitmiş ve oyunu kazanmışlardı.
Oyunu kaybettikleri gibi delirdi şerefsiz; bağırıp, çağırıyordu.
“ Oyunu takip etsene! Bir okeye bile sahip çıkamıyorsan neden oynuyorsun bu oyunu! Hep senin altındaki adam bitti. İki saattir masadasın sadece bir gösterge gösterdin. Senin yüzünden ödediğim kaçıncı hesap bu? Kendi yetmezmiş gibi oğlunu da getiriyor”. Söyledikleri hırsını kesmemişti. Ayakkabısını çıkarttı ve masaya koyup,
“ Aha şu ayakkabı senin yerine oynasa bir fark olmazdı. Şu ayakkabıdan farkın yok!” Kazanan arkadaşlarının yüzlerinde kafir bir gülümse vardı, babam ise başını öne eğmiş susuyordu. Sonra o kalktı ve hesabı ödedi, üçümüz hiç konuşmadan yola koyulduk. Günün gerisinde nereye gittik, ne yaptık hatırlamıyorum ama o günkü babamla yaşadığımız ezikliği hiç unutmadım.
2.
Hayat bana da herkese davrandığından farklı davranmadı. Zaman aktı, büyüdüm ama o masaya konan ayakkabının izini silemedim. Ne zaman karneme zayıf gelse o masaya konan ayakkabının görüntüsü belirdi zihnimde. Ne zaman halı sahada maç kaybetsek yine o ayakkabıyı gördüm. Terk edildim, aldatıldım, boynuzladım, başarısız oldum; hep o ayakkabı, hep o ayakkabı. Atamadım zihnimden, silemedim. Onu unuttum; onun yüzünü, soyadını unuttum ama masaya koyduğu ayakkabıyı unutmadım.
Sonra iş aradığım bir gün onu gördüm, sallanarak zor yürüyordu. Yanına gitmeye korktum, çekindim ama anlayamadığım, anlatamadığım bir güç beni itti ve gidip ateş istedim. Çakmağı cebinden çıkartıp bana verirken yüzüme birkaç saniye baktı ama tanıyamadı. “ Eyvallah amca”, dedim ve yanından gider gibi yapıp takip ettim. Karısı ile beraber yaşıyor; evden kahveye, kahveden eve mekik dokuyordu. Eskisi gibi ters bir adamdı ama tersi eskisi kadar pis değildi, azarladığı kahveci çırağı yüzüne pis pis güldü ve çayını bırakıp gitti. Sonra okeye oturdular. İki genç çocuğa karşı bunlar iki yaşlı başlı adamdı. Genç çocuklar, bunları tertemiz yendi ve hesabı ödetti. Oyundaki ortağı da sinirle yerinden kalktı ve “ Bir daha senle oynamam, gitmiş kafan, taş takip edemiyorsun” dedi.
Zaman, intikamımı almıştı.
Bugün doğum günüm. Uzun zamandır düşünmediğim onu düşünüyorum ve kâfirce gülümsüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder