17 Mayıs 2011 Salı

Cumali'nin salonu

L şeklindeki koltuk takımlarını her zaman modern bulsam da, oturduğumda hep rahatsız olmuşumdur. Cumali’nin salonda kocaman bir L koltuk takımı vardı. Koltuk takımı, boz mavi üzerine soluk yeşil oryantalist işlemeleri olan bir kumaşla kaplıydı. Belki ilk alındığında renklerin parlaklığının albenisine kapılarak almışlardı ama şu an görüntü hiç de güzel değildi. Sanki Sibirya buzullarında kıvrılarak ilerleyen, yeşil zayıf yılanları anımsatıyordu.

Salonun tabanında beyaz ve yeşilin direk göze dokunduğu, yeni olmayan bir halı vardı. İki tarafında saçaklar olan, simetrik desenlerin hâkim olduğu, etrafı çerçeveli bir halı. Hemen herkesin evinde olan. Cumali koltuklar takımlarındaki isyankâr tutumunu halı seçiminde göstermemişti.

Her sobalı düşünülerek yapılmış daire gibi salonun ortasına açılan iki kapısı vardı evin. Odalar çocukların olmalıydı. Biliyordum ki iki kızı ya da iki oğlu olsa Cumali’nin hanımı, onları aynı odada kalmak zorunda bırakır ve diğer odayı oturma odası yapardı. Bir kızı bir oğlu olduğu için seçme şansı olmamıştı. Kapıların ikisi de kapalı olduğu için hangi odanın kızının, hangi odanın Cumali’nin minyatürü olan oğlunun olduğunu hiçbir zaman bilemedim. Birbirinin aynı iki kapıydı işte. Üzerine hiçbir şey yapıştırılmamış, hiçbir ipucu vermeyen üst kısmı buzlu cam olan, koyu krem rengi iki kapı. Kimse de girip çıkmadı ki göz ucuyla bakabileyim.

Salonda 55 ekran bir televizyon vardı Telefunken marka. İki tane güzelce naylonlanmış kumanda. Neden iki tane olduğunu anlamadım da, soramadım da. Odada kumandayla çalışacak başka bir alet yoktu oysaki. Kumanda naylonlamanın kimin fikri olduğunu hakkında da fikir yürütemiyordum. Cumali de olabilir, eşi de.

Kadınların bardak, çanak dizerek süslediği ahşap rafları olan o gereksiz yer kaplayan mobilya Cumalilerin salonunda da yer kaplamaya devam ediyordu. İlk rafta kalaylanmış küçük çanaklar, orta rafta camdan işlemeli kristal küçük likör bardakları, en üstte rafta ise ciltlerinden dinle ilgili olduğunu düşündüğün birkaç kitap vardı. Dizilmiş kitapların en üstünde de Kuranı Kerim duruyordu.

Gözlerimi salonda gezdirirken duvarların boyasının geldiğini fark ettim. Krem rengi, gösterişsiz duvarların bazı yerlerinde kararmalar, bazı yerlerinde ise sararmalar başlamıştı. Dikkatli bakmayan bir göz durumu fark edemez, belki bir kış daha badanasız idare edebilirdi. Tavana baktığımda sararmanın daha da çok belli olduğunu gördüm. Elbette ki beyaz sararmayı kremden daha çok gösteriyordu. Refleks olarak sararma var mı diye perdelere baktıysam da göremedim, perdeler bembeyaza yakın bir beyazlıktaydı. Cumali çok sigara içiyor olmalıydı. Dişlerinden de bunu tahlil edebilirdim ama böyle de gayet zevkliydi.

Bir de o avizeyi kim aldı merak ettim. Tüm ampulleri taksalar sanırım on beş ampullük yer vardı üzerinde. Sadece salonu değil tüm sokağı aydınladır böyle bir avize.

Hiç yorum yok: