2 Kasım 2008 Pazar

AKASYA CİNAYETİ


  Karasinekler, etrafımdaki herkes birer karasinek. Benim değerimin, potansiyelimin, zekamın farkında bile olmayan zavallı karasinekler. Karasinek neye konar? Pisliğe, boka! Bu aptal karasineklerde nerde bok var; ona konuyorlar. Nerede değersiz, geri zekalı, aptal bir adam varsa oların peşindeler. Hiçbiri benim farkımda değiller. Fark edemedikleri gibi, hayatları beni engellemekle geçiyor.


  Bir aptal karasinek yüzünden futbolcu olamadım. Neymiş defansa yardım etmiyormuşum; neymiş konsantre olamıyormuşum, neymiş sigara içiyormuşum. Bu aptal karasinek benim profesyonel futbolcu olmamı engelledi. Onun yerinde insandan, futboldan, futbolcudan anlayan biri olsaydı şu an kesinlikle dünyanın en iyi futbolcularından biri olmuştum. Birçok genç çocuk sokakta top oynarken kendilerini benimle özdeşleştirip ‘Top Yusuf’ta… Yusuf koşuyor…Yusuf vurdu…Yusuf ve gol!!!’ diye bağırıyor olacaklardı. Ben kesinlikle yurt dışında, Avrupa’da top oynardım. Sadece Türkler değil tüm dünya benim adımı duyup, anacaktı. Saygı duyup, ilham alacaktı. Bir aptal karasinek çıktı ve bana ‘Senden futbolcu olmaz.’, dedi.


  Orta okulda da, lisede de aptal karasinekler önümü kesti. Hep düşük notlar verdiler. Hiçbiri yazılı kağıtlarımı okumadı bile. Hiçbiri mesleklerinin gereklerini yerine getirmediler. Veli toplantılarında ne kadar zeki, ne kadar hırslı olduğumdan değil de; sigara içmemden, dersleri dinlemememden, sınıftaki diğer karasineklere bağırıp çağırmamadan, onları dövmemden bahsettiler. Hep hakkım yendi okulda. Hep hak etmediğim notlar aldım. Beni diğer karasineklerle bir tuttular. Aramızdaki uçurum gibi farkı bile göremediler. Onlar yüzünden liseyi zor bitirdim, üniversiteyi de kazanamadım.


  Oysa benden çok iyi bir doktor olabilirdi, ya da makine mühendisi. Doktor olsaydım mutlaka tüm dünyanın tanıdığı ünlü bir doktor olurdum. Makine mühendisi olsaydım icatlar yapardım. Bilim adamı olurdum. Ödüller alırdım.

 

  Hiç arkadaşım da, sevgilim de yok. Çünkü aralarından benim gibi bir tanesini göremedim bile. Bana benzeyen beni, anlayan bir arkadaş, bir sevgili inanılmaz olurdu. Ama yok işte! Bir tane bile yok! Hepsi birbirinin aynısı karasinekler.

 

  Şimdi ise otuz yaşında; sıradan, vasıfsız bir elemanım. Geçen hafta bir berberde çalıştım, yere dökülen saçları topladım. Bir önceki ay, bir motosikletle pizza dağıttım. Bir önceki ay, işsiz işsiz evde oturdum. Bir yıl önce bu günlerde bir pavyonda hesaba itiraz eden sarhoşları dövüyordum. Arada kısa bir süre de otoparkçılık yaptım. İnanılır gibi değil! Anlaşılır gibi değil! Benim gibi bir adamın yaptığı işlere bak. Bu aptal dünyada bana biçilen rol bu olmamalı. Beni herkes tanımalı, takdir etmeli, örnek almalı… Zekamı, hırsımı, azmimi bilmeliler. Ben otoparkçılık yapacak adam mıyım? Ben pizza dağıtacak adam mıyım! Berberin yanında ise kendi isteğim ile çalıştım. Sadece bir hafta. Tüm dünyanın beni tanıyacağı planımın bir parçasıydı.


  Artık daha fazla dayanamıyorum. Tüm dünyanın beni tanımasının bir yolunu buldum. Öyle bir iş yapacağım ki; hem herkes beni tanıyacak, hem de dünyayı bazı büyük karasineklerden kurtaracağım. İlk işim hava durumu sunucusu Akasya’yı öldürmek olacak. O aptal fahişenin ölmesi gerekli. Her akşam haberlerden sonra televizyona çıkıp hava durumunu sunan o sarışın fahişe tam bir büyük karasinek. Yaptığı işin hiçbir anlamı olmaması ve o saçma sapan işini de doğru düzgün yapmamasına rağmen tüm Türkiye onu tanıyor. Kesinlikle çok iyi para da kazanıyordur. Tek yaptığı mini eteği ile ekrana çıkıp ‘Şurası üç derece, şurası beş derece’ demek, en sonunda da kameran dudaklarına yakın çekim yaptığında ‘ Güneşli günler güzeller’ demek.


  Yavuz’un korkunç düşünceleriydi bunlar. Planı ise yirmi üç yaşındaki hava durumu sunucusu Akasya’yı öldürmek. Akasya’yı neden mi seçmişti? Öncelikle fiziksel olarak Yavuz için kolay bir hedefti Akasya. Manken gibi bir fiziği vardı Akasya’nın. Kolları ve bacakları çok zayıftı. Yavuz kolaylıkla alt edebilirdi.


  Yavuz korkunç planını günlerce düşündü. Hemen her ayrıntısı ile günler, geceler geçirdi. Akasya’yı uzun uzun takip etti. Kaçta evine gidiyor, kaçta evden çıkıyor? Misafiri oluyor mu, sevgilisi var mı? Bir hafta sonunda Akasya’nın bir apartman dairesinde tek başına yaşadığını, ailesinin ya da sevgilinin olmadığını not aldı. Bütün hafta sadece bir gece dışarı çıkmıştı. Öğlen saat dört sularında kanalın servisi ile kanala gidiyor, saat on ya da on buçuk gibi aynı servisler eve dönüyordu. Eski bir apartmanda oturuyordu. Alt dairesi boştu, buna çok sevindi Yavuz. Olası bir arbedede seslerden şüphelenecek bir alt komşu olmaması planı için Yavuz’un hareket alanını genişletiyordu.


  Uzun süredir para biriktiren Yavuz alışverişe çıktı. Önce plastik kelepçe aldı, sonra siyak deri eldivenler ve beyaz bir pantolon ve beyaz bir tişört. Bisikletçileri gezdi ve hafif güzel bir kask aldı, sonra koli bandı aldı. Teknoloji ürünleri satan bir mağazaya gitti. Vantilatörlere baktı, en küçük ve hafifini aldı. Daha sonra kameraları incelemeye başladı. En iyisini, en iyi görüntü verenini aldı. Aldığı kamera ile altı saat kesintisiz çekim yapabilecekti.


  Eve döndüğünde artık doğru zamanın geldiğini düşündü. Yarın gece planını gerçekleştirecekti. Uzun bir uyku çekti, çünkü diğer gece uyumayı hiç düşünmüyordu. 


  Akşam saat dokuz buçuk gibi Akasya’nın evinin oradaydı. Elinde büyükçe iki çöp torbası vardı. Apartmanın kapısının kilitli olacağını bildiğinden kapının önünde beklemeye başladı. Yaşlı bir kadın apartmandan çıkarken, apartmanın kapısı kapanmadan koştu ve kapıyı tuttu. Artık içeri girebilirdi. Ama bu hiç akıllıca olmazdı. Apartmanın içinde onu gören biri daha sonra yakalanmasına sebep olabilirdi. Yerden bir tane taş aldı ve apartman kapısının önüne koydu.


  Saat ona kadar sokakta aşağı yukarı yürüdü. Yedi, sekiz tane sigara içti. Tedirgin ve heyecanlıydı. Saat on gibi apartmanın önündeki yerini aldı. Sokağın başından gelecek olan televizyon kanalının servisi gelmek üzere olmalıydı. Öyle de oldu, onu sekiz geçe servis Akasya’nın evinin önünde durdu ve Akasya servisten indi. Yavuz, Akasya’nın apartmanın kapısından içeri girmesi ile hareketlendi ve apartmandan içeri girdi. Akasya önde Yavuz arkada yürüyorlardı. Akasya hiç arkasına bile bakmadan dairesinin önüne geldi. Anahtarını çantasında çıkarttı ve iyice kilitlediği kapısının kilitlerini açmaya başladı. 


  Anahtarı son kez çevirip, kilidi açtığı anda Yavuz; Akasya’nın uzun sarı saçlarında tuttu ve kapıya vurdu. Daha sonra da Akasya’nın beline bir hızlıca bir tekme attı. Hem Yavuz’un eskiden futbol oynaması hem de Akasya’nın kırkı kiloluk zayıf bir bedeni olmasından Akasya koridor boyunca yüz üstü düştü. Yavuz hemen kapıyı kapattı ve Akasya’nın kafasını birkaç kez daha yere vurdu. Sonra yanında getirdiği çöp torbalarından birini açtı ve içindeki plastik kelepçe ile Akasya’nın ellerini arkasından kelepçeledi. Aldığı sert darbeler Akasya’nın yarı baygın hale gelmesine sebep olmuştu. Zavallı hiçbir direnç gösteremiyordu. Yavuz, saçından sürükleyerek Akasya’yı salona götürdü ve oradaki tekli koltuğa oturttu. Yine aynı torbadan aldığı koli bandı çıkarttı ve Akasya’nın ağzını sıkıca bantladı. Daha sonra aynı bantla önce diz kapaklarını sonrada ayak bilekleri defalarca bantladı.


  Akasya’nın gözleri yarı açık yarı kapalıydı. Yarı baygın bir halde Yavuzu izliyordu. Akasya etkisiz hale geldikten sonra Yavuz kendi hazırlıklarına başladı. İlk iş olarak yanında getirdiği çöp torbalarından birinden kaskını ve kamerasını çıkarttı. Dikkatlice kamerasını kaskının üzerine bantladı. Daha sonra evi dolaşmaya başladı ve bulduğu aynanın karşısında kaskına bantladığı kameradan aldığı görüntüyü kontrol etmeye başladı. Doğru açıyı yakaladıktan sonra evdeki tüm aynaları teker teker kırdı. Yanlışlıkla aynayı çektiği bir anda kendisinin gözükmesini istemiyordu. Çünkü bu görüntüler Yavuz’un çok işine yarayacaktı.


  Akasya hala yarı baygın bir haldeydi. Yavuz birkaç tokat attı ama nafile. Sonra Yavuz mutfaktan bir sürahi su aldı. Tüm suyu Akasya’nın başından aşağı döktü. Akasya korku ile kendine geldi. Bağırmaya çalıştı ama ağzı bantlıydı. Korkudan gözleri yerinden çıkacak gibiydi. Bu görüntü Yavuz’un çok hoşuna gitti. Hemen kameranın düğmesine bastı ve kayda başladı. 


-Pis fahişe! Pis karasinek! Bu dünyanın böyle gideceğini mi sanıyordun? Kimse senin cezanı vermeyecek mi sanıyordun ha? Ama yanıldın Akasya. Senin cezanı vermek için ben buradayım. Neden ben diye düşünüyor musun? Sebebini söyleyeyim pis sürtük. Hayatını bacaklarına, göğüslerine borçlu bir sürtüksün de ondan. İşin ne? Hava durumu sunuculuğu. Her akşam haberlerden sonra iki dakikalığına televizyona çıkıyorsun. Mini eteğinle, göğüs dekoltenle.’ Samsun on üç derece, Çankırı karla karışık yağışlı eksi yirmi derece’. Programın sonunda da kamera dudaklarına yaklaşıyor ‘Güneşli günler güzeller’. Ulan madem Çankırı karla karışık yağışlı, nasıl güneşi görsün? Ya Erzurumlular, 6 ay kar kalkmıyor orada, ne güneşinden bahsediyorsun! Ne güneşinden bahsediyorsun!


  Ölümü hak ettin, ama çok üzülme. Bardağın dolu tarafına bak. Benim tarafımdan öldürülmeyi hak ettin. Her gün binlerce insan ölüyor. Araba çarpıyor, kalp krizi geçiriyor, kafasına saksı düşüyor, bıçaklanıyor… Evet bıçaklanıyor. Kimse senin gibi öldürülmüyor. Çok şanslı bir karasineksin. Seni ben öldüreceğim. Korkma demeyeceğim, kork!


  O saçma sapan işten ne kadar para kazanıyorsun? Evin güzel, çok beğendim-yavuz salonda dolaşmaya başlar-. Bu koltuk takımı ne kadar, ya bu küçük biblolar? İnsanlar sabahlara kadar it gibi çalışıp yine aç uyurken sen bu saçmalıklara para veriyorsun? Televizyonun neden plazma değil, bildiğin tüplü televizyon, paran mı yok? Yoksa zengin sevgililerinden biri almadı mı sana? Şu fotoğraflara bak, demek Paris’e gittin. Hangi zengin sevgilin götürdü fahişe! Kimin yatağına girdin de götürdü seni! 


  Yavuz iyice sinirlenmişti. Savunmasız haldeki Akasya ya birkaç yumruk atmış ve yere düşürmüş yerde de tekmelemeye devam etmişti. Akasya yerde yatarken bir sigara yakmış, sigarasını hızlı hızlı içtikten sonra Akasya’nın ensesinde söndürmüştü. Daha sonra sönmüş izmariti cebine koydu. 


-Canın çok mu acıyor Akasya. ‘Güneşli günler güzeller’. İzmariti yere atmamı beklemeyin aptal polisler. Ne kadar zeki olduğumu, siz biraz sonra göreceksiniz.


  Akasya’yı saçlarında çekerek kaldırdı ve aynı koltuğa oturttu. Akasya ağlıyordu, zavallının gözlerinden yaşlar durmadan süzülüyordu. Ağzı kapalı olduğundan sadece burnundan nefes almaya çalışıyordu ama ağladığından burnu da dolmuştu. Sümükleri burnundan akıyordu. Berbat bir haldeydi.


-Güneşli günle güzeller! Ne oldu? Dünya güzeli kızımız Akasya’nın şu haline bak. Sümükleri burnundan taşmış. Şu an öyle çirkinsin ki. Tam hak ettiğin gibisin. Pislik!


  Saat 12 ye doğru gelmişti. Yavuz durmadan sigara içiyor, arada Akasya’yı dövüyor ve aşağılıyordu. Zavallının üzerinde birkaç sigara daha söndürdü.


-Artık ölüm vaktin geldi Akasya! Hak ettiğin gibi bir pislik olarak öleceksin.


  Yavuz yanında getirdiği çöp torbasından bir mendil çıkarttı. Mendili açtığından Yavuz’un günlerce bileylediği küçük bir bıçak çıktı. Bıçak ile biraz oynadı. Eline yakışmasından Yavuz’un bu bıçakla çok zaman geçirdiği belliydi. Sonra Akasya’nın yanına yaklaştı saçından tutarak yere attı. Yüz üstü düşmüştü Akasya. Yine saçlarından çekerek dizleri üzerinde durmasını sağladı ve arkasına geçip bıçağı şah damarına sapladı.


  Kan fışkırarak akmaktaydı. Kanın akışını izledi biraz. Akasya ölürken bir sigara daha içti. Bu sefer sigarasını Akasya’nın kanında söndürüp, izmariti cebine koydu.


  Yavuz, Akasya’nın çantasından rujunu aldı. Salonun her duvarına birer tane büyük ters hilal çizdi. Daha sonra da aynı rujla duvara;


Hele dik tut başını önce 
haykır yıkılmadığını, tükenmediğini 
yüreğindeki yalım nasıl olsa
korlaştırır zamanın çeliğini 
sen önce öfkenin adını koy 

yanıltmasın yüreğini


  Yazdı, kötü bir yazıyla. Salonda oturdu ve bir sigara daha yaktı. 


-Şimdi sıra size geldi aptal polisler. Her gün yüzlerce katil, hırsız yakalıyorsunuz. Sanıyorsunuz ki onları siz yakalıyorsunuz. Yanılıyorsunuz. Onlar çok aptal oldukları için yakalanıyorlar. Sizler o kadar aptalsınız ki, kimseyi yakalayamazsınız. Parmak izi bulacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Benim deham size parmak izi bırakmayacak kadar yüksek. Sigaralarımın izmaritlerini de bulamayacaksınız. Olay yeri inceleme ekipleriniz benden hiçbir şey bulamayacak. Saatlerce uğraşacaksınız, kıvranacaksınız, birbirinize düşeceksiniz; ama benden hiçbir iz bulamayacaksınız. En sonunda bir sonraki kusursuz cinayetimi bekleyeceksiniz. Üzülmeyin, gecenin sonunda size bir sonra kimi öldüreceğimi yazacağım. Kimi öldüreceğimi bildiğiniz halde engel olamayacaksınız. O kadar aptalsınız ki. Tüm polis teşkilatı bir araya gelseniz benim zekamın yanında hiçbir şansınız yok. İsterseniz Amerikadan uzman getirin. FBI’ı getirin! MİT’i getirin.


  Yavuz, yanında getirdiği diğer çöp torbasını açtı ve vantilatörü çıkarttı.


-Şimdi size öyle bir numara yapacağım ki; aklınız yerinden çıkacak. İstediğiniz uzmanı getirin, istediğiniz olay yeri inceleme ekibini getirin. 


  Yavuz televizyonun fişini çekip prize vantilatörün fişini taktı. Yavuz gülüyordu. Ne çok sesli ne de sessiz; pis pis gülüyordu. Vantilatörü çalıştırdı, ve diğer torbadan berberde çalıştığı zaman biriktirdiği saçları çıkarttı. Torbadan tutam tutam saçları aldı ve vantilatörle odanın her yanına uçuşturdu. Görüntü çok ilginçti. Sanki odanın içinde kar fırtınası var gibiydi. Saçlar odada uçuşuyordu. Bir süre daha Yavuz vantilatörle oynadı. Saçların bir kısmı yerde yatan Akasya’nın akmış olan kanlarına yapışmıştı. Yavuz’un pis kahkahaları odada yankılanıyordu.


-Hadi bakalım aptal polisler. Hadi bakalım. Size istemediğiniz kadar çok DNA.


  Bu son sözünden sonra Yavuz kamera kaydını bitirdi. Akasya’nın diz üstü bilgisayarını aldı ve içerideki odaya geçti. Çektiği tüm görüntüleri bilgisayara yükledi. Daha sonra internetten bir montaj programı indirdi. Akasya’yı aşağıladığı, dövdüğü kısımları on dakikalık bir parça haline getirdi. Daha sonra Akasya’nın boğazını kestiği kısmı ve polislere söylediği sözleri ve saçların odada uçuştuğu kısmı da on dakikalık ikinci bir parça olarak montajladı. Bu parçaları youtube yükleyen Yavuz başlık kısmına ise ‘Sexy hava durumu sunucusu Akasyadan frikikler’ ve ‘Akasya’nın bikinili görüntüleri, sexy, erotik’ yazdı.


  Elindeki ruj ile bilgisayarın ekranına ‘GFZZBA’ yazan Yavuz eşyalarını toplamaya başladı. Evin dış kapısına yaklaşıp apartmanın içinde kimsenin olup olmadığına baktı. Sessizliği dinledikten sonra seri adımlarla apartmandan aşağı indi ve koşarak uzaklaştı. Saat gece yarısı üçe geliyordu.


  Eve vardığında saat altıydı ve Yavuz son derece heyecanlıydı. İlk iş olarak hemen elbiselerini, koli bandını, plastik kelepçeyi bir torbaya koyarak evinden bir kilometre uzaktaki bir çöp torbasına attı. Eve tekrar döndüğünde, sıcak bir banyo yaptı. Yanına bıçağını da aldı ve iyice yıkadı. Sonra hemen internete girip kendi yüklediği videoya baktı. İzlenme sayısı iki idi. Daha çok erken diye düşündü. Televizyonu haberleri izlemeye başladı. Haber kanallarında kendinden bahsedilmesini bekledi, ama öğlen on ikiye kadar hiçbir gelişme yoktu.


  Tekrar youtube a baktı. Yüklediği görüntüler beş kez izlenmişti. Bunların üçünün kendi olduğu biliyordu. Hala kimse cinayetten haberdar değildi. Sinirleri bozulmaya başladı. Haberleri ve haber kanallarını izleyerek birkaç saat daha geçirdi. Saat üçü çeyrek geçiyordu. İzlenme sayısı yediydi. Her videoya baktıktan sonra modemi açıp kapatıyordu. Bu sayede polisin IP numarası almasını engelleyecekti. Videosunu birkaç kez daha izledi.


-Süper oldu ya. Ne güzel konuşmuşum. Polislere ne güzel oyun oynadım. Şu video bir yayılsa da polis zekamın önünde diz çökse. Birazdan kanalın servisi Akasya’yı almaya gelir. Bulamayınca panikleyecekler. Akşam bakalım hava durumunu hangi karasinek sunacak. 


  Zaman akıyordu. Saat akşamüstü beşe geliyordu. Halen haberlerde bir gelişme yoktu. Youtube da ise izlenme sayısı on ikiydi. Sinirleri iyice gelirdi Yavuz’un. Evde aşağı yukarı yürüyor bir yandan da hem polislere, hem kanal çalışanlarına, hem Akasya’ya hem de tüm insanlara küfrediyordu. Siniri yüzünden kontrolünü kaybetmeye başladı Yavuz. Daha önce planlamadığı bir hareket yaptı ve evden çıkıp köşedeki taksi durağından bir taksiye bindi. Evinden yirmi kilometre kadar uzakta bir yerde indi ve bulduğu ilk telefon kulübesine girdi.


  Kanalın telefon numarasını biliyordu, polisi aramaktansa kanalı aramak daha akıllıcaydı. Polis işe ne kadar erken karışırsa olay o kadar basından saklanırdı. Ama Akasya cinayeti her televizyon kanalı için birinci haberdi. Eğer birinci haber olursa tüm karasineklerin dahice planından haberdar olacaklardı. Bunları kafasından hızlıca geçiren Yavuz televizyon kanalını aradı. Karşısına operatör çıktı. 


-Şikâyetleriniz için lütfen ikiyi tuşlayınız, beğeni ve görüşleriniz için lütfen üçü tuşlayınız…


  Yavuz operatörün karşısına çıkmasına çok öfkelendi. Dinlemiyor sadece küfrediyordu. Derken;


-Eğer yetkili biri ile görüşmek istiyorsanız 9 u tuşlayınız, dedi operatör.


  Bunu duyan Yavuz hemen dokuzu tıkladı. Biraz önceki öfkeli ses tonunu düzeltmek için kısa kısa iki kez öksürdü. Karşına genç bir erkek sesi çıktı.

-Buyurun beyefendi. Nasıl yardımcı olabilirim?

-Hava durumu sunucunuz Akasya hanım hakkında bir yetkili ile konuşmak istiyorum.

-Mesele neydi beyefendi?
-Mesele şu o! O kaltağı öldürdüm!
-Bu bir şaka mı? Siz kimsiniz? Adınız ne?
-Adımı boşver geri zekalı. Kanalınızın servisine binmedi Akasya. Şu an önünde internet bağlantısı var mı? Hemen youtube‘a giriyorsun ve Akasya’nın bikinili görüntüleri yazıyorsun. Karşına çıkacak videoda tüm ayrıntılar var. Aptallar!

  Dedi Yavuz ve telefonu kapattı. Bulduğu ilk taksiye atladı ve evinin yolunu tuttu.

  Telefonla konuştuğu kanal çalışanı youtube’u açtı ve o korkunç görüntüleri izledi. Daha sonra koşarak müdürünü buldu ve durumu aktardı. Herkesin kanı donmuş gibiydi. Hemen Akasya’nın evine bir araç gönderdiler. Araçta kanal güvenliğinden iki kişi ve kanal müdür vardı. Görüntülerin gerçek olup olmadığı konusunda kafaları çok karışıktı. Bir kısmı kısa film denemesi dedi. Bir kısmı ise gerçek. Kontrol için Akasya’nın cebini arıyorlardı ama açan yoktu. Serviste beklemişti ama Akasya servise binmemişti. Kimse Akasyadan haber alamamıştı. Çaresiz polisi aradılar.


  Eve varan ekip kapıyı çaldı ama açan yoktu. Kısa bir süre sonra poliste eve geldi. Kapı duvardı. Merkezi aradılar. Görüntü hem polis hem de kanalda durmadan izleniyordu. Evde Yavuz youtube dan izlenme sayısını gördüğünde pis bir kahkaha daha attı. Rakam yüz kırk üçtü.


  Savcılıktan izin hemen çıktı ve kapı kırıldı. Manzara korkunçtu. Video görüntüleri bir kısa film denemesi değil, gerçekti.


  Olay tüm televizyon kanallarında ‘son dakika’ olarak geçti. Yavuz hayatının en mutlu anlarını yaşıyordu.


  Polis olay yerini hemen çember altına aldı. Olay yeri inceleme mekana geldi. Bilgisayarda tüm görüntüleri izlediler. Bir ekip parmak izi ararken bir kısımda salonun her yerindeki saçları inceleme başladılar. O kadar çok saç vardı ki. Hepsini toplayıp toplamamak konusunda karasız kaldılar. 


  Bu kadar saça nasıl ulaşabilir bir insan? Soru basit ve netti. Elbette erkek berberinde. Saçların bir kısmının toplanıp DNA incelemesine sokulmasına kara verdiler. Örnekler incelenirken bir ekipte kanala yapılan aramayı incelediler. Araştırma sonunda kanalı arayan ile Akasya cinayetini işleyenin aynı kişi olduğu ortaya çıktı. Cinayeti bir kişi işlemişti. Muhtemelen otuz, kırk yaşları arasında bir erkek.


  Toplanan saçların DNA analizinde tam on yedi tane ayrı erkeğe ait olduğu çıktı. Kayıtlarda yapılan incelemede saçlardan biri; bir polis memuruna , bir başkası bir hırsızlıkla hüküm giymiş birine aitti. İkisinin de kayıtlı adresleri birbirlerine yakındı. Belli ki ikisi de aynı berbere gidiyorlardı ve katil bir şekilde bu berberden saçları alıyordu.


  Polis, hırsızlıktan hüküm giymiş olan saç sahibini de; polis memurunu da soruşturma gereği sorguladı. İkisi de geçen hafta aynı berberde tıraş olmuşlardı.


  Berber dükkanında iki kişi çalışıyordu. Polis her iki berberi de sorguya aldı. İki berberde mazbut insanlardı. Çocuk çoluk sahibi iki adam. Berberlerden biri zaten lazdı. Şivesinden, ses tonundan kayıttaki adam olmadığı açıktı. Diğer berberinde aranılan adam olmadığı belliydi. Hem ses tonu benzemiyordu. Hem korkaklığı, çekingenliği ile polisi ikna etmişti.


  Polis olayın içinden çıkamıyordu. İki berberde kesilen saçları bir çöp torbasında biriktirdiklerini ve akşam çöpe attıklarını söylediler. Katil muhtemelen çöplerin içinden saçları almıştı. Sorgu esnasında geçen hafta otuz yaşlarında birinin, yemek ve yol parasına yanlarında çalıştığını, yere dökülen saçları topladığını, müşterilere çay servisi yaptığını ama adamın bir hafta sonra sessiz sedasız işi bıraktığını söylediler. Adamın adının Adnan olduğunu söylediler ama soyadını bilmiyorlardı. Sigorta falan istemediği, istese de yapamayacaklarını belirttiler.

 

  Polisin elinde artık bir şüpheli vardı. Berberin yanında çalışan adam. Ama adam hakkında hiçbir ipucu yoktu. Ne soyadı, ne yaşadığı yer. Adnan kendi tıraş oldu mu diye sordular; ama cevap olumsuzdu. Adnan berberde tıraş olmamıştı. Adnan isimli birini arıyorlardı ve bu ipucu manasına gelmiyordu onlar için.


  İki berbere de cinayet kayıtlarını ve kanala yaptığı telefon konuşmasının kayıtlarını dinlettiler. Bu ses Adnan’a mı aitti? İki berberde evet diyemediler. Benziyordu ama?


  Polis cinayet mahallinde gerçektende katil hakkında hiçbir ipucu bulamadı. Olayın üzerinden iki gün geçmiş. Şiiri araştırdılar, Ahmet Telli’nin bir şiiriydi. Ters hilaller hakkında hiçbir bilgi yoktu? Neyin sembollüydü bulamıyorlardı. Diz üstü bilgisayarın üzerinde yazan ‘GFZZBA’ ne demekti? Polis işin içinden gerçekten de çıkamıyordu?


  Katilin iyi bir plan yaptığının farkındaydılar. Ama mutlaka bir açık vermişti. Televizyon kanalına yapılan telefonun bir telefon kulübesinden yapıldığı anlaşıldı. Ama etraftaki dükkanların güvenlik kameralarından henüz bir şey çıkmadı.


  Polis cinayet görüntülerini tekrar ve tekrar izledi. Bir yerde mutlaka bir ipucu yakalamalıydı. Derken gecenin sabaha doğru olan kısmında bir polis memuru ipucunu yakaladı. Katilin çok net olmasa da bir görüntüsü. Bu görüntü ile robot resim bile yapılabilirdi. Peki net olmayan görüntüyü polis nasıl yakalamıştı. Yavuz evdeki tüm aynaları kırmıştı. Ama açık verdiği nokta televizyonun camıydı.


  Yavuz ‘Televizyonun neden plazma değil, bildiğin tüplü televizyon, paran mı yok’ derken televizyonu çekmişti. Televizyonun camında da kendi yansımasını. Yine cinayetten sonra vantilatöre priz ararken televizyonun fişini çekmişti ve o ara televizyona çok yaklaşıp yine kendisi çekmişti.


  Hemen iki berber polis merkezine çağrıldı ve görüntülerin bu kez televizyondaki yansımanın olduğu kısımları izletildi. İki berberde kesinlikle Adnan bu dediler. Katil Adnandı.


  Daha sonra araştırmalar yapıldı. Bir şekilde Adnan yakalandı. Gerçek adının Yavuz olduğu ortaya çıktı. Sorgu uzun sürmedi. Yavuz sakin ve tok bir sesle konuşuyordu. 


-Sen mi işledin bu cinayeti
-Hayır ben işlemedim.
-Hiç şaşırmadım. İşin çok zekice planlanmış ve uygulanmış bir cinayet.
-Ne demek istiyorsunuz? Ben yapamaz mıyım?
-Adam öldürebilirsin. Herkes adam öldürebilir. Ama Akasya cinayetindeki gibi planlı bir cinayet. Çok zekice. Dahiyane. Her adımı planlanmış. Bunu senin yapamayacağın belli. Aradığımız adam mutlaka iyi eğitimli çok zeki biri olmalı. Sen liseyi bitirdin mi?
-Bitirdim. Okulda hocalar bana takmamış olsa bende üniversite okurdum.
-Tabi tabi. Hocalar taktı demek sana. Hep öyle olur. Beşi, sen alırsın; biri, öğretmen verir. Türk eğitim sisteminin özeti. Demek hocalar sana bir verdi.
Yavuz gittikçe sinirlenmektedir. Karşısındaki adamın zekasını kabul etmemesi ilk planda sesine yansır. Öfkeli ve kısa cümleler kurar.
-Öyle oldu!
-İşsizsin demek. Ondan mı berberin yanında çalışıyordun? İşi neden bıraktın? Tembelliğinden mi, ağır mı geldi? Bu kadar basit bir işi yapamadın mı?
-Sıkıldım!
-Demek sıkıldın. Şimdi işsiz işsiz oturuyorsun. Kim bakıyor sana? Akrabaların mı? Konu komşu mu? Bu yaştasın ve hala bir işin yok. Sevgilin yok. Yalnız ve zavallı görünüyorsun!
-Ne zavallısı!
-Sen söyle. Otuz yaşında işsiz güçsüz bir adam. Berberin yanında bile çalışamayan, amaçsız…
-Kes! Amaçsız olduğumu nerden çıkarttın?
-Amacın ne? Söylesene?
-Zamanla göreceksiniz hepiniz.
-Evini aramak istiyoruz. İzin veriyor musun? Yoksa zorla mı girelim?
-Girin ve arayın lan! Ne bulabileceğinizi sanıyorsunuz ki? Hiçbir şey ispatlayamazsınız.
-Bu cinayeti sen işleyemezsin. Çok zekice!
-İşlerim.

-Bu cinayeti işleyecek kadar zeki değilsin. Bu adamı bulsam elini öperim. Olay dahice.


  Yavuz iyice sinirlenmişti. Yaptığı işin başkasına yorulması sinirlerini kaldırmıştı.


-Katil şu an burada olsa ne yaparsın?

-Elini öperim.


  Yavuz ayağa kalktı ve elini uzattı.


-Öp o zaman.

Hiç yorum yok: