10 Ekim 2008 Cuma

TEK TAŞ


  Saat sabahın körü, dükkanın kepenklerini açıyorum. Son 3 yıldır her gün olduğu gibi, askerden geldiğim günden beri. Hayatım çok rutin, zaman akıyor. Küçük bir tekel bayisinde sabahtan, akşam altıya kadar duruyorum, benden sonra sabaha karşı üçe kadar da sahibi duruyor. Pek para kazanmıyorum ama idare ediyorum işte. Yalnız başına bir adamım, anamda kalma iki odalı evde tek başıma yaşıyorum. Yemeği dükkanda yiyorum, sigaraya para vermiyorum. Kendi kendimi idare ediyorum işte. Kız arkadaşım yok, bu gidişle olacak gibi de değil. Biraz para biriktirsem, şöyle helal süt emmiş bir kız bulsam. Belki kendi tekelimi açsam…

  Hayal kurmayı sevmiyorum artık. Hiçbiri gerçekleşmiyor ki. Hem hayal kurmadığım zaman daha az üzülüyorum, onu fark ettim. Eskiden sayısal loto oynardım. Çıkacak para ile yapacaklarımın hayalini kurardım; artık oynamıyorum da. Her cumartesi gecesi içimi bir hüzün kaplardı. Para çıkanları kıskanırdım, bana çıkmadığı için üzülürdüm. Sonra bir hafta geçmesini beklerdim ki tekrar çekilsin, sonra yine çıkmazdı, yine aynı hüzün, yine aynı umutsuzluk.

  İçki içmeyi sevmiyorum, hep mutsuz ediyor. İçerken de ağlıyorum; uyanınca da kendimden nefret ediyorum. Şu kahpe dünyada bir kez bile keyfimden içmedim ki. Arada güldüğümde oluyor tabi, tekel bayisinde çalışmanın nimetleri. Sarhoşlar ve sarhoşlukları bazen öyle komik oluyor ki. Çok acayip fıkralar anlatan bir müşterim var mesela, Ali Rıza amca; karısından dayak yiyen Vedat abi; at yarışında iki ev yemiş Rasim bey. Kiminin halleri, kiminin yaptıkları güldürür beni. Ağlanacak halleriyle güldürürler beni…


  Gerçi ayyaş, akşamcı takımı ile patron muhatap ama benimde alkolik müşterilerim var. Kıpkırmızı yüzleri ve umutsuz bakışlarından bir alkoliği yüz kişi içinden seçebilirim. Zavallılardır. Sabah işe giderken iki bira içen banka müdürleri tanıdım ben. Tezgahın arkasına geçerler; ailelerinden, arkadaşlarından, çevreden saklanmak için. Tek dikişte içip giderler. Gözlerindeki çaresizlik, bıtkınlık… İşimi sevmiyorum ama bu zavallıları görünce iyice nefret ediyorum.


  Sabahları dükkandan dışarıyı izlerim. İşe gitmek için koşuşan insanların, uykusunu alamamış şişmiş gözlerini. Birkaç gazete, birkaç sigara satarım. Saat ona yaklaştığında ise sigara yakıp dükkanın önüne çıkarım. Yarım saat içinde kimsenin dükkana gelmemesi için dua ederim. Çünkü o, hep o saatlerde dükkanın önünden geçer. O kadar güzel giyinir, o kadar güzel yürür ki… Her geçtiğinde benim için zaman durur. Sokaktan süzülürcesine geçmesini izlerim. Genelde sağ elinde küçükçe bir çantası olur, sol elinde ise bir kitap ya da dosya. Kimdir, nedir bilemem. Öğrencidir muhtemelen, çalışan biri için geç saatte yola çıkıyor. Hep yalnız yürüyor, hiç arkadaşı yok mu ki? Ailesi ile mi kalıyor acaba? Yoksa arkadaşı ile mi? Belki de yalnız yaşıyordur. Hakkında hiçbir şey bilmiyorum ki.


  Kimseye soramadım, alacağım cevaptan korktuğumdan belki de. Ya evliyse, sevgilisi varsa. Ben onun hayatıma kattığı o dakikaları seviyorum. Süzülerek uzaklaşmasını, diğer gün yeniden önümden geçip gitmesini. Benim dünyamın güneşi o.


  Böylece hayatımdan on yedi ay geçti. Hemen her gün önümden geçti. Yaz, kış… Öğrenci mi, çalışıyor mu?... Hiçbir şeyini çözemedim. Çözmekte istemedim. Sadece izledim. Berbat dünyamın güneşini...Ta ki o sabaha kadar.


  Saat yine ona geliyordu. Bir sonbahar sabahıydı. Ellerim ceplerimde dükkanın önüne çıktım, bir sigara yaktım, onun geçmesini beklemeye başladım. Hava çok serindi, üşüdüm. Birkaç dakika geçmedi ki yolun başında belirdi. Üzerinde beyaz bir mont vardı, dar kesim kot pantolonu ve beyaz ayakkabılarını anımsıyorum. Tüm büyüsüyle yürüyordu. Bana doğru yaklaşınca bakmayı kestim. Rahatsız etmekten çekindim. Tam yanımdan geçerken, nefesimi tutmuştum ki; dükkanın içine doğru yöneldi. Şaşırmıştım, on yedi ay da ilk kez dükkana gelmişti. Hızlıca tezgahın arkasına geçtim. Dilim tutulmuştu, bakıyordum.


-Kısa malboro lütfen dedi.


  Arkamı döndüm ve sigaralarına arasından bir paket malboro aldım, ona uzattım. Sol omzuna takılı olan çantasından parayı çıkarttı ve bana uzattı.

   O an, güneşim battı; hayatım karardı. Sağ elinin yüzük parmağında kocaman bir tek taş vardı. Parayı tam verdi ve çekip gitti.

   Sert son:

  Amına koduğumun kızı! Neden geldin dükkan ya? Neden! Ben ne güzel seni uzaktan seviyordum. Neden geldin! Neden umutlarımı, dünyamı yıktın! 

   Sakin son:

   Neden be güneşim, neden bana o kadar yaklaştın ve beni yaktın.Ben seni uzaktan ne güzel seviyordum....

   

Hiç yorum yok: